tag:blogger.com,1999:blog-45431518737687933382024-03-19T08:04:41.586+03:00Basit HikâyelerUnknownnoreply@blogger.comBlogger17125tag:blogger.com,1999:blog-4543151873768793338.post-69367818203208376722014-03-06T14:08:00.002+02:002014-03-06T14:08:13.679+02:00MKE ANKARAGÜCÜ BELGESELİ (1996) - Veli Necdet Arığ<div style="text-align: justify;">
Rahmetli Veli Necdet Arığ'ın yazdığı, Ankaragücü'nün kuruluşunun 86. yılı olan 1996'da yayımlanmış "MKE ANKARAGÜCÜ BELGESELİ" kitabının fotokopisi... Veli Amca, 230 sayfadan oluşan bu kitabı 1 Şubat 1996 günü imzalayarak Rahmi Magat'a hediye etmiş. Benim elime de bir şekilde fotokopisi geçmişti ve kendim için bir nüsha fotokopisini çektirmiştim. </div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Ankaragücü tarihini çok iyi anlatan ve keyifle okunan güzel bir kitap “MKE ANKARAGÜCÜ BELGESELİ”... Hatta diyebilirim ki Ankaragüçlüler ile futbol ve kulüplerin tarihine ilgi duyan futbolseverler için adeta bir hazine...</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Kitabın kapağı ile kitapta anlatılan birkaç küçük ve güzel hikâyeyi örnek olarak bir albümde topladım.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Albüme aldığım bir hikâye kısaca şöyle: Zamanın Ankara Sultani (Atatürk Lisesi) Müdürü Münif Fehim Ak, öğrencilerin kulüp takımlarında oynamalarına izin vermediği için Sultani (günümüzdeki Gençlerbirliği) takım çıkaramaz duruma düşer ve ligden çekilmeyi düşünürler. Ankaragücü'nden ödünç futbolcu talebinde bulunurlar. Ankaragücü kulübü, Gençlerbirliği yöneticilerinin bu talebi üzerine "ihtiyaç fazlası" 6 genç futbolcuyu Gençlerbirliği'ne verir ve böylece Gençlerbirliği de lige katılır. Sezon sonunda bu futbolculardan "Güllü Selim" (Selim Baykurt) ve Niyazi Öztunç Ankaragücü'ne dönmezler ve Gençlerbirliği'nin "malı" olurlar. 50. sayfada yer verilen fotoğraf altındaki yazıda Veli Amca şu cümleyi yazar: "Güllü Selim'i (Baykurt) biz Gençlerbirliği'ne ödünç vermiştik de geri dönmemişti." :)</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
56. sayfada anlatılan başka bir hikâye: 1952-1953 sezonu ortasına gelindiğinde, Ankaragücü ile Gençlerbirliği önemli bir maç yapacaktır. Ankaragücü ve Gençlerbirliği'nin kulüp, yönetici, futbolcu ve taraftarları arasındaki "ezeli ve ebedi rekabet" maçın tansiyonunu hayli yükseltmiştir. O kadar ki Ankaragücü bu maç için kampa dahi girmiştir. Kulübün futbolcu sayısı azdır. Maçtan bir gün önce Ankaragücü'nün tek kalecisi Dündar Beykan (diğer kaleci Yüksel Alkan genç milli takıma alınmış) elindeki gazoz şişesi patlayıp eli parçalanınca hastaneye kaldırılır. Böylece Ankaragücü bu önemli maç öncesinde kalecisiz kalmıştır. Ankaragücü genel kaptanı ve antrenörü Natık As, Gençlerbirliği kulübü başkanı Mümtaz Tarhan'a durumu anlatarak maçın ertelenmesi için ricada bulunur; adeta elinin, ayağının altını öpercesine yalvarır. Ancak Gençlerbirliği başkanı Nuh der, peygamber demez -acımasızlığa bak! :)- ve maçın oynanmasında ısrar eder.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Veli Amca'nın bu konudaki değerlendirmesi şöyle: "İki ezeli ve ebedi rakip arasındaki tansiyonu hayli yüksek ve şampiyonluğa istikamet verebilecek nitelikteki maçın ertelenmesi Gençlerbirliği'nin işine gelmiyordu." :)</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Maçın başlamasına bir saat kalıncaya kadar 19 Mayıs Stadı soyunma odalarında da süren bu pazarlık sonuç vermeyince milli basketbolculardan, o sezonun amatör küme gol kralı santrfor Yılmaz Gündüz duygulanarak Genel Kaptan Natık As'a, "Bırak be ağabey, ne yalvarıyorsun. Gel, ben kaleci oynayacağım. Tek gol yersem karımı boşarım!" diye gürler ve bu gürleyiş diğer elemanlara doping yerine geçerek moral verir. Derler ki: "Sen gol yemezsen, goller bizden!" :)</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Ve Ankaragücü bu tarihi maçı 4-1 kazanır. O yılın gol kralı, milli basketbolcu ve santrfor Yılmaz Gündüz maçta tek gol yemiştir, ama penaltıdan... Penaltıdan yediği gol, Yılmaz Gündüz'ün, eşi ünlü ses ve sahne sanatçısı Sevim Çağlayan'ı boşamasına yeterli bir neden teşkil etmez. Çünkü penaltı ve ofsayttan yenilecek goller anlaşmaya dâhil değildir. :)</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
63. ve 64 sayfalarda da Türkiye'nin ilk kadın amigosu Ankaragüçlü "Kürdan" Muazzez'in hikâyesi var. O da çok güzel... :)</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Ankaragücü taraftarı arkadaşlar, sosyal medyada harekete geçerek ve gerekirse kulüp yönetimine baskı da yaparak bu kitabın yeniden basılmasını ve yayımlanmasını sağlamalı... Böyle güzel bir "futbol tarihi hazinesi" kaybolup gitmemeli... Size, 230 sayfadan oluşan bu güzel kitabın tahmini basım maliyetini söyleyeyim: 5.000 adet basılırsa sanırım 10.000 lira civarında bir maliyeti olur. Hali vakti yerinde olan Ankaragüçlü taraftarlar ile Ankaragüçlü matbaacılar devreye girer ve hele bir de sponsor bulunursa Ankaragücü kulübüne hiçbir maliyet yüklenmeden 10.000-20.000 kitap basılması mümkün olabilir.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEirswsdiiYAZGWTYVyEM5St8kHlSrPGvS6lw3XO7vAC1W7p4mt1L9Gxk-3N7s3PSYKGdZsBdx6dDGSxAQ-bBrsCsAE2lE5-T4XFMfn9q8VwNnkzlJdW67SeHP3cPIxqxnZb7ifKPLu_mgM/s1600/1.+Ankarag%C3%BCc%C3%BC+Belgeseli+-+Kapak.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEirswsdiiYAZGWTYVyEM5St8kHlSrPGvS6lw3XO7vAC1W7p4mt1L9Gxk-3N7s3PSYKGdZsBdx6dDGSxAQ-bBrsCsAE2lE5-T4XFMfn9q8VwNnkzlJdW67SeHP3cPIxqxnZb7ifKPLu_mgM/s1600/1.+Ankarag%C3%BCc%C3%BC+Belgeseli+-+Kapak.jpg" height="320" width="237" /></a></div>
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj7Cjm_m5k-VV1Hh6d5SHTHe4L2CCafwl4YWH8Y8KJv-IwIeOSfGG0OR-bKUrSxVGu4_WqIl6XyWOpQzErjI4AKo1XzjzklVRwAMejwM6qagiryhNOui_E5hKqo3CKJeJfi7Jwm2eciLAA/s1600/2.+Ankarag%C3%BCc%C3%BC+Belgeseli+Veli+Necdet+Ar%C4%B1%C4%9F'%C4%B1n+Rahmi+Magat'a+imzas%C4%B1.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj7Cjm_m5k-VV1Hh6d5SHTHe4L2CCafwl4YWH8Y8KJv-IwIeOSfGG0OR-bKUrSxVGu4_WqIl6XyWOpQzErjI4AKo1XzjzklVRwAMejwM6qagiryhNOui_E5hKqo3CKJeJfi7Jwm2eciLAA/s1600/2.+Ankarag%C3%BCc%C3%BC+Belgeseli+Veli+Necdet+Ar%C4%B1%C4%9F'%C4%B1n+Rahmi+Magat'a+imzas%C4%B1.jpg" height="183" width="320" /></a></div>
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjHG8OmvHCiSvVQlxbx6ST3FoJ62MjXPoIFyPeEt1hkpTQ6znn_MamBGTLGg1gJvbBwKdvN-IloDC0GRq5kL-ZrLC_baFLTKalYJDBbIT_8xxP1jBvOzyu-XuHd9f46U-nxRefvaHzHR5s/s1600/3.+Ankarag%C3%BCc%C3%BC+Belgeseli+Sayfa+49.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjHG8OmvHCiSvVQlxbx6ST3FoJ62MjXPoIFyPeEt1hkpTQ6znn_MamBGTLGg1gJvbBwKdvN-IloDC0GRq5kL-ZrLC_baFLTKalYJDBbIT_8xxP1jBvOzyu-XuHd9f46U-nxRefvaHzHR5s/s1600/3.+Ankarag%C3%BCc%C3%BC+Belgeseli+Sayfa+49.jpg" height="164" width="320" /></a></div>
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj8scw1I7IJgmIG_z389iwCQiFpjnm11smM-BjH0VhoSJo3dDAt4MzeSM_LC2HCFJqkYigPEnYOqSjvurFwd0coFkFM1Qtf_GUolHCK7bfnpbaYRrxCKD08YgcqRgKM1le9FeS4hKL680I/s1600/4.+Ankarag%C3%BCc%C3%BC+Belgeseli+Sayfa+50.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj8scw1I7IJgmIG_z389iwCQiFpjnm11smM-BjH0VhoSJo3dDAt4MzeSM_LC2HCFJqkYigPEnYOqSjvurFwd0coFkFM1Qtf_GUolHCK7bfnpbaYRrxCKD08YgcqRgKM1le9FeS4hKL680I/s1600/4.+Ankarag%C3%BCc%C3%BC+Belgeseli+Sayfa+50.jpg" height="320" width="264" /></a></div>
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgZz8vWWvHUFvXKw3bYRFbkMP5PhRsR0ME4nqJV9Y3eMcb7jGaPlKoIS3RvJScLlLujfRjqfyPNqLHRK1GJMoyiiy7WupauoE6a7Zjkrbvk4daR9FeiiKKsgfA_hPPKf_GHqjIjxzT8GMU/s1600/5.+Ankarag%C3%BCc%C3%BC+Belgeseli+Sayfa+50+Foto%C4%9Fraf.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgZz8vWWvHUFvXKw3bYRFbkMP5PhRsR0ME4nqJV9Y3eMcb7jGaPlKoIS3RvJScLlLujfRjqfyPNqLHRK1GJMoyiiy7WupauoE6a7Zjkrbvk4daR9FeiiKKsgfA_hPPKf_GHqjIjxzT8GMU/s1600/5.+Ankarag%C3%BCc%C3%BC+Belgeseli+Sayfa+50+Foto%C4%9Fraf.jpg" height="280" width="320" /></a></div>
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEikGdFP_VBUjR6v4zMFWtyrBmLxwUFVJaEeGmro6N-_2jKStFZ_WOPyVU4qGrM7z-anNaAgDrpou2tCg_pkYrRoikXkrpGseACNoAdY0bT7kjSYaXZaqolAYOwHM5FCRQwDRAWp7fAOhsw/s1600/6.+Ankarag%C3%BCc%C3%BC+Belgeseli+Sayfa+56+-+Y%C4%B1lmaz+G%C3%BCnd%C3%BCz,+gol+yersem+kar%C4%B1m%C4%B1+bo%C5%9Far%C4%B1m.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEikGdFP_VBUjR6v4zMFWtyrBmLxwUFVJaEeGmro6N-_2jKStFZ_WOPyVU4qGrM7z-anNaAgDrpou2tCg_pkYrRoikXkrpGseACNoAdY0bT7kjSYaXZaqolAYOwHM5FCRQwDRAWp7fAOhsw/s1600/6.+Ankarag%C3%BCc%C3%BC+Belgeseli+Sayfa+56+-+Y%C4%B1lmaz+G%C3%BCnd%C3%BCz,+gol+yersem+kar%C4%B1m%C4%B1+bo%C5%9Far%C4%B1m.jpg" height="320" width="143" /></a></div>
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiV0JI1iTE8Awng3v2eTKn6xuL-FLgAIXPAwNsB_zjHdH1m3BAtKib_x2BQ4OGn0LhQN03KYRr1WaUxr_7FXQ_Cpa7NhUNkGHbWHYFaCCtj0Pi4IHyjiqe1EKTHtWF9FbKMR9B34Vv4am4/s1600/7.+Ankarag%C3%BCc%C3%BC+Belgeseli+Sayfa+63+K%C3%BCrdan+Muazzez.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiV0JI1iTE8Awng3v2eTKn6xuL-FLgAIXPAwNsB_zjHdH1m3BAtKib_x2BQ4OGn0LhQN03KYRr1WaUxr_7FXQ_Cpa7NhUNkGHbWHYFaCCtj0Pi4IHyjiqe1EKTHtWF9FbKMR9B34Vv4am4/s1600/7.+Ankarag%C3%BCc%C3%BC+Belgeseli+Sayfa+63+K%C3%BCrdan+Muazzez.jpg" height="320" width="197" /></a></div>
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiArmBQOjLTYWOsMjj9Pq231mviVCGRSwJ1nM5-Bzv8ybrHNKF9kVOXqPfh6Y8jn0SffB1QMewqhINRLdFdc9I4V2iT8SDaGIiHjC1qoblneoTdzO8eOFpzGR1bI0xncmDYS6SjJkUb2Ls/s1600/8.+Ankarag%C3%BCc%C3%BC+Belgeseli+Sayfa+64+K%C3%BCrdan+Muazzez+devam%C4%B1.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiArmBQOjLTYWOsMjj9Pq231mviVCGRSwJ1nM5-Bzv8ybrHNKF9kVOXqPfh6Y8jn0SffB1QMewqhINRLdFdc9I4V2iT8SDaGIiHjC1qoblneoTdzO8eOFpzGR1bI0xncmDYS6SjJkUb2Ls/s1600/8.+Ankarag%C3%BCc%C3%BC+Belgeseli+Sayfa+64+K%C3%BCrdan+Muazzez+devam%C4%B1.jpg" height="320" width="186" /></a></div>
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjhMxQ6XT95mJE7Wb4EurC-XOaT58lOVNKr2dU__e0OHOQ4RRX97Xx_y2zGrS_Vc3bggCftE0KVnX-3HrZe-cs3xefE_XqInzUCNM2ojg3QmClu4q2OtnpMQXGd_nc2VmYOxM0k0cqtwzA/s1600/9.+Ankarag%C3%BCc%C3%BC+Belgeseli+Sayfa182+Ankarag%C3%BCc%C3%BC+formas%C4%B1+giyen+konuk+futbolcular.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjhMxQ6XT95mJE7Wb4EurC-XOaT58lOVNKr2dU__e0OHOQ4RRX97Xx_y2zGrS_Vc3bggCftE0KVnX-3HrZe-cs3xefE_XqInzUCNM2ojg3QmClu4q2OtnpMQXGd_nc2VmYOxM0k0cqtwzA/s1600/9.+Ankarag%C3%BCc%C3%BC+Belgeseli+Sayfa182+Ankarag%C3%BCc%C3%BC+formas%C4%B1+giyen+konuk+futbolcular.jpg" height="320" width="110" /></a></div>
Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4543151873768793338.post-31254774216517813292013-04-30T00:28:00.000+03:002013-04-30T00:32:47.530+03:00KARAKOLDA BİTEN MAÇ!<br />
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">Polatlıspor, 1963 yılında
kurulmuş; 1980’li yıllarda 3. ve 2. liglerde mücadele etmiş; ilçemizin tarihi
ve güzide kulübü... Şimdilerde Ankara 1. Amatör Kümede bulunan ve eski güzel
günlerin özlemi içinde olan sarı-siyahlı kulüp bu yıl 50. yaşını kutluyor. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">2012-2013 sezonunda, Ankara 1.
Amatör Kümedeki dört grupta birinci ve ikinci sırayı alan sekiz takım, Amatör
Süper Lige çıkacak üç takımı belirleyecek olan yükselme maçlarını oynamaya hak
kazandı: Polatlıspor, Et Balıkspor,<b> </b>Yeniyolspor,
Emniyetspor, Kalecikspor, Önderspor, Altındağ Belediyespor ve Esnafspor…
Bu takımlardan Polatlıspor, iyi başlayamadığı sezonun ikinci yarısında ard arda
aldığı galibiyetlerle müthiş bir çıkış göstermiş ve Güneşspor’un da ligden
çekilmesiyle grubunda ikinci sırayı alarak yükselme grubuna kalmıştı. Biz de
buna çok sevindik ve heyecanla üç takımın Amatör Süper Lige çıkacağı yükselme
grubu maçlarını beklemeye başladık. Ve nihayet o futbol dolu günler geldi
çattı. Yükselme grubundaki ilk maçını 19 Mart 2013 günü Ankara 19 Mayıs Stadı 2
No.lu Dış Sahada Et Balıkspor ile oynayan Polatlıspor 1-0 yenildi. Üzüldük ama
umutluyduk. Henüz ilk maçlar oynandığı için yitirdiğimiz fazla bir şey yoktu.
Bundan sonraki maçlarımızda daha iyi oynayıp kazanarak ilk üç takım arasına
girebilirdik. İkinci maçımız 26 Mart 2013 Salı günü saat 15.00’te yine 19 Mayıs
Stadı 2 No.lu Dış Sahadaydı. Rakibimiz Yeniyolspor iddialı ve güçlü bir
takımdı. 2 No.lu Dış Sahaya vardığımda, Polatlıspor’un amigoları Ogu ve Ramço
ile az sayıda taraftar kale arkasındaki tribünde oturmuş, çekirdek çitleyerek
maç saatini bekliyorlardı. Ben de aralarına katıldım. Hoş beş derken maç da
biraz sonra başladı. Cadde tarafındaki kaleyi almış olan Polatlıspor çok iyi ve
baskılı oynuyor; sağlı sollu ataklarla rakip defansı bunaltıyordu. Takım her an
gol atabilirdi. Biz de takımın bastırdığı ve gol aradığı anlarda o kadar
heyecanlı, keyifli ve umutluyduk ki... <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">İşte her şey böyle çok iyi
giderken, maçın 34. dakikasında cadde tarafındaki Polatlıspor ceza sahası
yakınlarında bir ikili mücadelede iki futbolcu da yere düştü. Biz maçı kale
arkası tribününden izlediğimiz için pozisyona oldukça uzaktık. Ne olduğunu
anlayamadık. Orta hakem Barış Saka Polatlıspor lehine bir serbest vuruş verdi
ama yerden kalkmakta olan Polatlısporlu futbolcuya bir anda kırmızı kartı
gösterdi. Bu karar üzerine ortalık bir anda karıştı. Polatlısporlu futbolcular
hakemin üstüne yürüdüler. Biz uzaktan orada neler olduğunu göremiyorduk.
Sonradan öğrendiğimize göre, hakem futbolculardan yediği yumruk sonucu yere
yığılmış ve bir süre yerden kalkamamış. Daha sonra güçlükle yerden kalkan hakem
Barış Saka, maçı tatil eden düdüğü çalmış. Hakemin bu kararına karşı da tepki
gösteren Polatlısporlu futbolcular yeniden hakemin üzerine yürümüş. Hakem,
aldığı darbeler sonucu bir kez daha yere yığılmış ve uzun süre yerden
kalkamamış. Bir anda gelişen bu olay sonrası saha görevlileri ile polisler
olaya müdahale edip futbolcuları güçlükle sakinleştirmişler. <span style="background-color: white; color: #333333; line-height: 17px; text-align: start;">Sonrasında futbolcular ite kaka soyunma odasına götürülürken, baygın durumdaki hakem Barış Saka’nın sedye ile ambulansa taşındığını görünce biz de ne olduğunu anlamak için ambulansın olduğu yere seğirttik. Bu arada Ogu da kendi kendine söyleniyordu: “Kötü oldu bu ya! Takım ne güzel oynuyordu, ayağına vuruyum!”</span></span><br />
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span>
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">O arada ambulans hakemi hastaneye
götürdü. Hakem hastanede rapor alıp şikâyetçi olmuş. Bu şikâyet üzerine üç
polis, ellerinde bir listeyle geldiler. Olaya karışan futbolcuların ifadelerini
almak için Polatlıspor'un otobüsünü listedeki topçularla beraber Gençlik
Parkı’nın yanındaki Solmaz Kılıçtepe Karakolu’na davet ettiler. Sonradan öğrendiğime
göre, takımdaki tüm futbolcular ve yöneticiler, olaya karışanların ifadesi
alınıncaya kadar karakolda kalmışlar. İşlemler tamamlandıktan sonra Polatlı’ya
dönmüşler. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span>
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">Gördüğünüz gibi Polatlıspor
dediniz mi heyecan, aşk, sevgi, tutku, kan, gözyaşı, kavga, kin, nefret, acı,
sevinç, mutluluk, sürpriz, kısacası her şey var. Her an her şey olabilir. Tam
bir Yeşilçam filmi gibi... <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">Çok umutlu olduğumuz, çok iyi
başladığımız, galibiyete yakın olduğumuz bir maç ne yazık ki sahada değil
karakolda bitti. Sonuç olarak Polatlıspor 3-0 hükmen yenik sayıldı ve antrenör
Ali Kılavuz’a bir yıl süreyle görevden men, olaylara karışan 7 futbolcuya da 6
ile 21 maç arasında ceza verildi. Aslında Polatlıspor buna benzer bir olayı
daha önce de yaşamış; Ankara Amatör Süper Ligi’nde mücadele ederken, 2006
yılının Mart ayında yine Yeniyolspor ile oynadığı maçta çıkan olaylar nedeniyle
Amatör Futbol Federasyonu tarafından 1. Amatör Kümeye düşürülmüştü. Yani şimdi
bir anlamda tarih tekerrür etmişti. Bu olay bana, “Tarih tekerrürden ibarettir
derler. Hiç ders alınsa tekerrür eder mi?” sözünü anımsattı. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">Yeniyolspor maçında yaşanan
olaylar ve Polatlıspor'un antrenörü ile bazı futbolcularına verilen ağır
cezalar tabii ki çok üzücü ve utandırıcı... Spor dostluk, arkadaşlık ve
kardeşliktir. Şiddet hiçbir şekilde kabul edilemez ve mazur görülemez. Keşke
böyle bir olay hiç yaşanmasaydı ve Polatlıspor’un adı böyle üzücü bir olaya hiç
karışmasaydı.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">Ama ortaya çıkan bu kötü tabloda
Polatlılı futbolseverler olarak hepimizin payı var. Sorumluluk hepimizin! Bizim
yıllardan beri en büyük isteğimiz ve özlemimiz nedir? Polatlıspor'u, bize
acı-tatlı anılar yaşatan 50 yıllık kulübümüzü, paha biçilemez mücevherimizi iyi
yerlerde görmek... Peki, Polatlıspor hangi ligde oynarsa oynasın biz armanın
peşinde olduk mu? Taraftarlar olarak takımımıza gerekli desteği verdik mi?
Şöyle bir düşünelim: Polatlıspor, hangi ligde olursa olsun, taraftar desteği
her zaman arkasında olsa, takım tıklım tıklım dolu tribünler önünde oynasa,
Kaymakam ve Belediye Başkanı başta olmak üzere Polatlı'nın ileri gelenleri
yeterli desteği sağlasa ve her maçına gelmeye çalışsa, hepsi çok genç ve
deneyimsiz olan futbolcularımız sahada bu kadar sorumsuz davranabilirler mi?
Örneğin bir an için, anne ve babasından yeterli ölçüde ilgi, sevgi, maddi ve
manevi destek görmeyen, gözden ve gönülden uzak olan bir kız ya da erkek
çocuğunu gözümüzün önüne getirelim. Bu çocuktan ne bekleyebilirsiniz ki! Böyle
çocukların ancak birkaçı Allah vergisi zekâsı ve yeteneğiyle bir yerlere
gelebilir; geri kalanı o olumsuz ortam içinde kaybolur gider... İşte
Polatlıspor'un durumu da aynen böyle... İlgiden, sevgiden, maddi ve manevi
destekten yoksun, gözden ve gönülden uzak, kendi haline bırakılmış, 50 yıldır
maçlarını oynadığı öz stadı olan Polatlı Ömer Yücel Stadı'ndan kovulmuş, 50
yıllık tarihi boyunca Polatlılı futbolseverlere yaşattığı acı-tatlı anıların ve
yazmakta olduğu hikâyenin değerinin farkında olmayanlar tarafından paslı bir
teneke parçası gibi tozun toprağın içine atılmış bir elmas mücevher... Elmas
toza toprağa bulanırsa değerinden bir şey yitirir mi? Elbette ki hayır! Bir gün
nasıl olsa bu elmas mücevherin bir teneke parçası olmadığı anlaşılacak ve
gereken değer verilecek. Benim dileğim; çok geç olmadan, yani bu mücevher
kırılıp parçalanmadan değerinin anlaşılması ve hak ettiği ilgi, sevgi ve
desteğe kavuşması; tüm Polatlılı futbolseverler tarafından korunması
kollanması... Bu tabii ki çok kolay değil, ama imkânsız da değil. Yeter ki
inanılsın, yeter ki birlik olunsun.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">Bu ağır cezalar Polatlıspor için
bin milat olarak kabul edilmeli. Polatlılı futbolseverler olarak, Polatlı'ya
ait olmayan ve ne zaman bırakıp gideceği hiç bilinmeyen oluşumlarla oyalanıp
zaman yitirmeyi bırakıp bir an önce aslımıza, yani 50 yıllık güzel bir tarihi
bünyesinde barındıran Polatlıspor'a dönmeliyiz. Polatlıspor'a verilen bu ağır
cezaları bir fırsat kabul edip yeniden yapılanmak için hep birlikte kolları
sıvamalıyız. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">Bunun için:<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">-Sayın Kaymakam ve Belediye
Başkanı başta olmak üzere Polatlı'nın ileri gelenleri Polatlıspor için,
Polatlıspor'u yeniden ayağa kaldırıp eski güzel günlerine kavuşturmak için
ellerinden geleni yapmalı, maddi ve manevi her türlü desteği sağlamalıdır. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">-Ticaret Odası, Ticaret Borsası,
esnaf odaları, Organize Sanayi Bölgesi, sivil toplum kuruluşları, siyasi
partiler, büyük ve küçük iş adamları, büyük ve küçük esnaflar, önde gelen
bürokratlar, okullardaki futbolsever öğretmenler ve öğrenciler, kısacası tüm
Polatlılı futbolseverler Polatlıspor'u ayağa kaldırmak, yeniden yapılandırmak
ve eski güzel günlerine döndürmek için ellerini taşın altına koymalıdır. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">Çünkü her Polatlılı futbolsever
Polatlıspor için kendi çapında çok önemli maddi ve manevi yardımlarda
bulunabilir. Örneğin Sayın Kaymakam ve Belediye Başkanı saygın kimlikleriyle
her maça gelmek suretiyle Polatlıspor sevgisini toplumda yayma görevini
üstlenebilir ve bütçenin elverdiği ölçüde yasal yardımlarla da destek
sağlayabilirler. Ticaret Odası, Ticaret Borsası, Organize Sayani Bölgesi, esnaf
odaları, dernekler, kooperatifler ve sendikalar gibi sivil toplum
kuruluşlarının yöneticileri ve üyeleri Polatlıspor'un önemini ortaya koyacak
çalışmalar yapabilir, maçları izlemeye gelebilir ve bütçelerinin elverdiği
ölçüde maddi yardımda bulunabilirler. Polatlılı iş adamları, tüccarlar ve
esnaflar da bir yandan maçları kaçırmayıp, diğer yandan da güçlerine göre
çeşitli şekillerde maddi ve manevi gönüllü destekler verebilirler. Önde gelen
bürokratlar da maçlara gelmenin yanı sıra maaşlarından gönüllü olarak
yaptıracakları gönüllü kesintilerle Polatlıspor'a küçük de olsa maddi bir
kaynak yaratılmasına katkı sağlayabilirler. Belki futbolsever öğretmenler ve
öğrenciler para veremezler ama en azından okullarda örgütlenip Polatlıspor'u
tribünde destek vererek yalnız bırakmamaları bile bence çok önemli bir
hizmettir. Çünkü futbol maçları ve tribünler daha çok gençlerin bir amaç
uğrunda tek yürek halinde birleşebilecekleri en önemli sosyalleşme alanlarından
birisidir. Bu nedenle de özellikle Polatlılı öğrenci gençlerin tribünlere
çekilmesi bence çok önemlidir. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">Sonuç olarak, varsa aradaki tüm
kırgınlıklar, ayrılıklar bir an önce giderilip Polatlı'nın ileri gelen
futbolseverlerinin yer aldığı çok güçlü ve uyumlu bir yönetim oluşturulmalı;
futbol takımımız, Polatlıspor'u üç sezonda 3. lige çıkarabilecek potansiyele
sahip futbolcularla ve teknik direktörle takviye edilmelidir. Güçlü yönetim
oluşturulduktan sonra, mutlaka kalması gereken futbolcularımız dışında transfer
edilecek futbolcular ve teknik direktör konusunda, halen menajerlik yapmakta
olan Polatlıspor, Ankaragücü ve Trabzonspor'un eski futbolcularından Polatlılı
Mehmet Soykök'ten de kesinlikle yararlanılmalıdır. Bilindiği gibi Mehmet
Soykök, eski bir Polatlısporlu olup 25 Ocak 2013 günü çekilen hatıra
fotoğrafında da yer almıştır. Ben, kendisinin seve seve yardımcı olacağı
kanısındayım. Bu arada eğer ihtiyaç duyulursa ben de naçizane Ankara dışında
yaşayan bir Polatlılı olarak elimden gelebilecek her türlü desteği sağlamak
için çalışmaya hazırım.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">Necdet Özkazancı<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">Ankara, 18 Nisan 2013</span><o:p></o:p></div>
Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4543151873768793338.post-22712745379398351712012-08-24T23:11:00.000+03:002012-08-24T23:26:32.431+03:00Çizgideki Gladyatör (Ziya Adnan'ın Metin Kurt ile yaptığı söyleşi)<br />
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif; font-size: 12px; line-height: 18px;">Türk futbolunun anıt isimlerinden olan ve futbol oynadığı dönemde "Çizgi Metin" olarak anılan Metin Kurt'u genç sayılabilecek bir yaşta yitirmenin üzüntüsünü yaşıyoruz. Başımız sağolsun.</span><br />
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-size: 12px; line-height: 18px;"><br /></span></span>
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-size: 12px; line-height: 18px;">Kendisiyle 2010 yılı Ocak ayının başında bir söyleşi için geldiği Nazım Hikmet Kültür Merkezinde tanışmıştık. Hakkında Vecdi Çıracıoğlu'nun kaleme aldığı "Gladyatör" adlı kitabı kendisine imzalatmıştım. </span></span><br />
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-size: 12px; line-height: 18px;"><br /></span></span>
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-size: 12px; line-height: 18px;">Mayıs ayında Sevgili Ziya Adnan kendisiyle İstanbul'da güzel bir söyleşi gerçekleştirmişti. Söyleşinin bant çözümünü Nazım Hikmet Kültür Merkezinde Ziya ile birlikte yapmıştık. Lakabı "Çizgi Metin" olduğu için ve hakkında "Gladyatör" adlı bir kitap yazılmasından dolayı söyleşinin başlığını da "Çizgideki Gladyatör" olarak belirlemiştik. Bu söyleşi iki bölüm halinde 13 Mayıs 2012 ve 20 Mayıs 2012 tarihli Birgün gazetesinde yayınlanmıştı. </span></span><br />
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-size: 12px; line-height: 18px;"><br /></span></span>
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-size: 12px; line-height: 18px;">Metin Kurt'u bu söyleşi ile anmak iyi olur diye düşündüm. </span></span><br />
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-size: 12px; line-height: 18px;"><br /></span></span>
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-size: 12px; line-height: 18px;"><br /></span></span>
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjiNkT7jjcB-jibe7eHygZsZ9pYvH8nIRg48YSnXbbY5lAsp9UjSMmhc1nknWFcwqEJtedIY_JrHnV__uJtyH5WQKn4VsF8R7c5tA1gFyv43fiCSo9adeds4IkdSmuh4dzhzX9auHjldzk/s1600/metin_kurt.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjiNkT7jjcB-jibe7eHygZsZ9pYvH8nIRg48YSnXbbY5lAsp9UjSMmhc1nknWFcwqEJtedIY_JrHnV__uJtyH5WQKn4VsF8R7c5tA1gFyv43fiCSo9adeds4IkdSmuh4dzhzX9auHjldzk/s320/metin_kurt.jpg" width="191" /></a></div>
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"></span><br />
<div style="font-size: 12px; line-height: 18px;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><b><br /></b></span>
<br />
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><b>ÇİZGİDEKİ GLADYATÖR - 1</b></span></div>
<div style="font-size: 12px; line-height: 18px;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="font-size: 12px; line-height: 18px;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">(Ziya Adnan'ın 2012 yılı Mayıs ayında Metin Kurt ile yaptığı söyleşinin 1. bölümü)</span></div>
<div style="font-size: 12px; line-height: 18px;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="font-size: 12px; line-height: 18px;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><i>O bir futbol efsanesiydi; ülke futbolunun 70’li yıllarda yetiştirdiği en önemli isimlerinin başında gelirdi. Ona ilerleyen yıllarda “Çizgi Metin” lakabını kazandıracak en bilinen özelliği, sürati ve topu metrelerce çizgi üzerinde sürmesiydi. Ancak düşünceleri ve futbolcuların sendikal örgütlenmesinde başrol oynaması yüzünden sistem tarafından dışlandı, futboldan uzaklaştırıldı... Futbol oynadığı döneme ilişkin anıları, 2009 yılında Vecdi Çıracıoğlu tarafından kitaplaştırıldı ve “Gladyatör” adıyla yayınlandı. Yıllar sonra güzel bir bahar günü Kadıköy’de, Nazım Kültür Merkezi’nde hoş bir söyleşi gerçekleştirdik eski yıldızla. Biz sorduk, o her zamanki içten üslubu ile cevapladı. Karşısınızda Metin Kurt, nam-ı diğer “Çizgi Metin”…</i></span></div>
<div style="font-size: 12px; line-height: 18px;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="font-size: 12px; line-height: 18px;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="font-size: 12px; line-height: 18px;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><b>Siz Galatasaraylı Metin Kurt olarak biliniyorsunuz ama ben sizi hep PTT’li Metin olarak hatırlarım. Bize kısaca kendinizi tanıtabilir misiniz?</b></span></div>
<div style="font-size: 12px; line-height: 18px;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="font-size: 12px; line-height: 18px;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">15 Aralık 1947’de İstanbul Fatih Karagümrük’te doğdum. Gençlik yıllarımda abim İsmail Kurt profesyonel futbolcuydu. Önce Galatasaray’da forma giydi, sonra Fenerbahçe’ye transfer oldu. Ailemize o bakıyordu, çünkü babamızı çok genç yaşta kaybetmiştik. İlerleyen zamanlarda aileden bir futbolcu çıkması gerekiyordu; çünkü ailenin ihtiyaçları vardı.</span></div>
<div style="font-size: 12px; line-height: 18px;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="font-size: 12px; line-height: 18px;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><b>Futbolcular o yıllarda ailelerine bakacak kadar para kazanabiliyorlar mıydı?</b></span></div>
<div style="font-size: 12px; line-height: 18px;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="font-size: 12px; line-height: 18px;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">Şunu kesin olarak söyleyeyim: Yıldızlar, daha doğrusu “yıldız yapılanlar” hangi devirde olursa olsun her zaman avantajlıdır. Çünkü onlar rol model olacaktır ki onları izleyen binlercesi onlar gibi olmaya çalışsın. Basit bir örnektir: Karagümrük’te sıradan bir genç kızdı, Yeşilçam’la tanıştı, Türkan Şoray oldu. Onun gibi olmak isteyen binlerce genç kız artist olmak, meşhur olmak amacıyla evden kaçmıştır. Diğer bir örnek de İbrahim Tatlıses’in amelelikten ünlü bir türkücülüğe uzanan hayat hikâyesidir.</span></div>
<div style="font-size: 12px; line-height: 18px;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="font-size: 12px; line-height: 18px;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><b>Futbola nerede başladınız?</b></span></div>
<div style="font-size: 12px; line-height: 18px;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="font-size: 12px; line-height: 18px;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">Önce Atatürk Erkek Lisesi, sonra amatör olarak oynadığım ilk kulüp İstanbul Üniversitesi Spor Kulübü’dür. Ondan sonra Alibeyköy Adalet’e geçtim. Mahalli ligdeydi. Oradan Altay’a transfer oldum. 1965-66 sezonuydu. Bir sonraki sezonda Ankara’ya PTT takımına geldim. 1970’e kadar sarı-siyahlı takımda oynadım. O sene Galatasaray’a transfer oldum. 1970-76 yılları arasında sarı-kırmızılı takımın formasını giydim. İlk üç yılımda arka arkaya üç şampiyonluk yaşadık. Sonrasında 1976’dan 1978’e kadar Kayserispor’da forma giydim.</span></div>
<div style="font-size: 12px; line-height: 18px;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="font-size: 12px; line-height: 18px;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><b>PTT’ye dönersek, babamın elimden tutup maçlara götürdüğü çocukluk yıllarımda maç öncesi Ankara 19 Mayıs Stadı’nda takım kadroları sayılırken şöyle bir anons yankılanırdı: “1-Cavit, 2-Yetik, 3-Esenali…” diye devam ederdi. Bize o yılların PTTsini, daha doğrusu Ankara futbolunu anlatır mısınız?</b></span></div>
<div style="font-size: 12px; line-height: 18px;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="font-size: 12px; line-height: 18px;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">O yıllarda Ankara futbolu, gözü üç İstanbul takımında olan futbolcuların eğitim aldıkları bir yerdi. Ama inanın futbolcular arasında tam bir dayanışma, arkadaşlık, kardeşlik vardı. Biz PTT’de olağanüstü bir dayanışma içindeydik. Eski yoktu, yeni yoktu, abiler abilik yapardı; yeni gelenler adaptasyon zorluğu çekmezdi. Mesela ben 18 yaşında PTT’ye geldiğim halde kısa sürede takımın en önemli futbolcularından biri oldum. Ama o dönemdeki takım arkadaşlarımdan bazıları beni kıskansalardı, belki futbolcu olma şansım kalmayabilirdi.</span></div>
<div style="font-size: 12px; line-height: 18px;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="font-size: 12px; line-height: 18px;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><b>Size neden “Çizgi Metin” derlerdi? “Halka yakın olmak için çizgide oynadım dermişsiniz, doğru mudur? (Gülüşmeler)</b></span></div>
<div style="font-size: 12px; line-height: 18px;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="font-size: 12px; line-height: 18px;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">Galatasaray’da oynarken “Çizgi Metin” demeye başladılar. O da zamanın teknik direktörü Brian Birch’in sahayı genişletme amacıyla beni çizgide oynatmasıyla başladı. O yıllarda kanat atakları ve bindirmeler Türkiye’de pek bilinmiyordu. Benim görevim çizgide oynamaktı. Bizim taraftan atak yaparken çizgide oynar, diğer taraftan atak yaparken de ikinci direkte olurdum. O bir espriydi. Bunu bana sıkça soruyorlardı. En sonunda ben de bir gün dedim ki, “Bak arkadaş, ben halkçı bir adam değil miyim? Sahada halka en yakın yer neresi? Çizgi! Başka bir yerde mi oynayacaktım?” (gülüşmeler).</span></div>
<div style="font-size: 12px; line-height: 18px;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="font-size: 12px; line-height: 18px;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><b>Peki, PTT’nin teknik direktörü kimdi? O yıllarda Ankara takımlarında önemli futbolcular var mıydı?</b></span></div>
<div style="font-size: 12px; line-height: 18px;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="font-size: 12px; line-height: 18px;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">Teknik direktörümüz Bülent Giz idi. Köksal Mesci, Ertan Adatepe, kaybettiğimiz Zeki abi, Altan abi… Bunlar önemli futbolculardı.</span></div>
<div style="font-size: 12px; line-height: 18px;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="font-size: 12px; line-height: 18px;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><b>O yıllardaki taraftar profilini bize anlatır mısınız? Maçlarda stat dolar mıydı?</b></span></div>
<div style="font-size: 12px; line-height: 18px;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="font-size: 12px; line-height: 18px;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">Hayır. Stat ancak büyük maçlarda dolardı. Diğer maçları ise mahalle maçı gibi oynardık. Ama şurası bir gerçek ki stada gelenlerin büyük kısmı futbol oynamış ve futbolu bilen kişilerdi. O dönemde maçlara serbest giriş kartı da verildiği için amatör olarak futbol oynayan birçok izleyici maçlara gelirdi. Maçları futboldan anlayan kişiler izlerdi.</span></div>
<div style="font-size: 12px; line-height: 18px;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="font-size: 12px; line-height: 18px;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><b>PTT’den Galatasaray’a geçtiğinizde transfer bedeli ne kadardı?</b></span></div>
<div style="font-size: 12px; line-height: 18px;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="font-size: 12px; line-height: 18px;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">O zaman ben Galatasaray’dan 3 seneliğine 225 bin lira almıştım.</span></div>
<div style="font-size: 12px; line-height: 18px;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="font-size: 12px; line-height: 18px;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><b>Bu, o zamanın şartlarında bir futbolcu için iyi para mıydı?</b></span></div>
<div style="font-size: 12px; line-height: 18px;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="font-size: 12px; line-height: 18px;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">Tabii. O zaman başkaları bu kadar kolay para kazanmıyordu. Günümüzde sadece futbolcular değil, futbolun içindeki diğerleri de çok paralar kazanıyorlar. Hattta futbolculardan daha çok para kazananlar var. Mesela televizyonlarda program yapanlar.</span></div>
<div style="font-size: 12px; line-height: 18px;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="font-size: 12px; line-height: 18px;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><b>Galatasaray’a gittiğinizde bir bocalama devresi yaşadınız mı?</b></span></div>
<div style="font-size: 12px; line-height: 18px;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="font-size: 12px; line-height: 18px;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">Asla yaşamadım. Aksine kolay uyum sağladım. İşin ilginç yanı büyük risk almıştım. O sene benim de hayran olduğum, Türkiye’nin bir daha yetiştiremeyeceği Metin Oktay abimiz futbolu bırakmıştı ve ben aynı isimle Galatasaray’a transfer olmuştum.</span></div>
<div style="font-size: 12px; line-height: 18px;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="font-size: 12px; line-height: 18px;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><b>Yani sizden beklenen Metin Oktay’ın yerini doldurmanız mıydı?</b></span></div>
<div style="font-size: 12px; line-height: 18px;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="font-size: 12px; line-height: 18px;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">Tabii. Zaten üç yıl üst üste şampiyon olduğumuz dönemde en fazla golü ben atmıştım. Üstelik PTT’de yılda ancak iki, bilemediniz üç gol atardım.</span></div>
<div style="font-size: 12px; line-height: 18px;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="font-size: 12px; line-height: 18px;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><b>Galatasaray’da o yıllarda önemli futbolcular olarak kimler vardı?</b></span></div>
<div style="font-size: 12px; line-height: 18px;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="font-size: 12px; line-height: 18px;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">PTT’den üç futbolcu gelmiştik. Avni abi, Tuncay ve ben... Kalede Yasin ve Nihat vardı, ikisi de çok iyi kalecilerdi. Sağbek Ekrem vardı, onu da Ankara’dan tanırdım. Anlayacağınız takımda yabancılık çekmedim. Mesela Uğur abi, Ayhan abi, Muzaffer abi vardı. Büyük Mehmet, Gökmen, Çilli Mehmet… Kısacası kadromuz çok iyiydi…</span></div>
<div style="font-size: 12px; line-height: 18px;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="font-size: 12px; line-height: 18px;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><b>O yıllara baktığınızda… Şimdiki futbolla o zamanları mukayese eder misiniz?</b></span></div>
<div style="font-size: 12px; line-height: 18px;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="font-size: 12px; line-height: 18px;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">Çok açık ve net söyleyeyim: Sistem sporcunun ahlâkını nasıl bozduysa, medya da taraftarın oyun izleme zevkini elinden aldı. Mesela 12. adam hikâyesi! Bizim zamanımızda 12. adam diye bir şey yoktu. Seyirciyi farklılaştırdılar. Bence dinde yobazlık neyse futbolda da fanatizm odur.</span></div>
<div style="font-size: 12px; line-height: 18px;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="font-size: 12px; line-height: 18px;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><b>Sizin zamanınızda Fenerbahçe-Galatasaray maçlarında şimdiki gibi ürküten bir gerilim olur muydu?</b></span></div>
<div style="font-size: 12px; line-height: 18px;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="font-size: 12px; line-height: 18px;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">O zamanlar taraftarlar maçları birlikte, yan yana izlerdi. Kavga olmazdı. Biz futbolcular arasında da büyük kardeşlik vardı. Mesela benim yakın arkadaşım, aynı zamanda aile dostumuz karşımda oynayan Fenerbahçeli Serkan’dı. Eşi Ayşecik ile benim eşim yakın arkadaştı. Ama sahaya çıktığımız zaman karşılıklı mücadelimizi yapardık…</span></div>
<div style="font-size: 12px; line-height: 18px;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="font-size: 12px; line-height: 18px;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><b>Şimdi her şey çok farklı öyle değil mi?</b></span></div>
<div style="font-size: 12px; line-height: 18px;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="font-size: 12px; line-height: 18px;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">Elbette… Futbolcular yan yana görüldükleri zaman bile sıkıntı oluyor…</span></div>
<div style="font-size: 12px; line-height: 18px;">
<br /></div>
<div style="font-size: 12px; line-height: 18px;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><b>O zaman da şike var mıydı? Size şike teklif edildi mi?</b></span></div>
<div style="font-size: 12px; line-height: 18px;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="font-size: 12px; line-height: 18px;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">Bana teklif edemediler. Ama bazı şike olaylarına tanık oldum… Üç türlü şike vardır. Para şikesi, hatır şikesi, insanların zaaflarından yararlanılarak yapılan şike… Futbolda şike, doping, mafya, kumar, ırkçılık, küfür, şiddet yoktur diyen yalan söyler. Şike nedir? Rüşvetin spordaki adıdır. Bir ülkede rüşvet varsa sporda olmaması mümkün mü? Kara paranın döndüğü bir ortamda mafyanın olmaması mümkün mü?</span></div>
<div style="font-size: 12px; line-height: 18px;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="font-size: 12px; line-height: 18px;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><b>Peki, futbolda şike var mıdır?</b></span></div>
<div style="font-size: 12px; line-height: 18px;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="font-size: 12px; line-height: 18px;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">Kesin vardır… Sporda bir batakhane var günümüzde.</span></div>
<div style="font-size: 12px; line-height: 18px;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="font-size: 12px; line-height: 18px;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><b>Nasıl görüyorsunuz şu anda ülke futbolunu?</b></span></div>
<div style="font-size: 12px; line-height: 18px;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="font-size: 12px; line-height: 18px;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">Futbolcular bir batakhanede yüzüyorlar… Bu bataklığın şiddet yasası ile kurutulması mümkün değil... Ancak spor yasası ile çözümlenebilir. Şu anda spor bir meslek olarak bile tanımlanmıyor ülkede.</span></div>
<div style="font-size: 12px; line-height: 18px;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="font-size: 12px; line-height: 18px;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><b>Sendikaya gelirsek, futbolda sendikalaşma hareketini ilk başlatan sizsiniz. Öyle değil mi?</b></span></div>
<div style="font-size: 12px; line-height: 18px;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="font-size: 12px; line-height: 18px;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">Evet, 70’li yıllarda başlattık. Futbolcuların bugünlerini ve yarınlarını yöneticilerin iki dudağının arasından almak amacıyla başlattık. Amaç, sporcuların tribünlere saygılı, emeğine saygılı, onurlu birer emekçi olarak var olmalarını sağlamak; geleceklerini sosyal güvenlik sistemi içinde güvence altına almak. Mesela ben jübilee yapmadım...</span></div>
<div style="font-size: 12px; line-height: 18px;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="font-size: 12px; line-height: 18px;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><b>Bu sendikalaşma hareketine karşı çıkanlar oldu mu?</b></span></div>
<div style="font-size: 12px; line-height: 18px;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="font-size: 12px; line-height: 18px;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">Karşı çıkan olmadı ama beni Galatasaray’dan kovdular. Onlara göre sporcuları galeyane getiriyorduk!</span></div>
<div style="font-size: 12px; line-height: 18px;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="font-size: 12px; line-height: 18px;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><b>Peki, geriye dönüp baktığınız zaman, böyle bir hareketin Türk futboluna faydalı olduğunu düşünüyor musunuz?</b></span></div>
<div style="font-size: 12px; line-height: 18px;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="font-size: 12px; line-height: 18px;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">Kesinlikle! Günümüzde sporcular bu konuda biraz aydınlandıysa, bu biraz da bizim verdiğimiz mücadele sayesinde oldu.</span></div>
<div style="font-size: 12px; line-height: 18px;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="font-size: 12px; line-height: 18px;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><b>Burada şunu belirtmek isterim: Naçizane görüşüm, Türkiye’de futbol belli takımlar üzerinden oynanıyor. Süper Lig, aslında çokları için üç İstanbul takımından ibaret... Ama örneğin 102 yıllık Ankaragücü perişan durumda, futbolcularına öğle yemeği çıkaracak kadar bile parası yok. Ve işin ilginç yanı, böylesine köklü bir kulübün neden bu duruma geldiğini kimseler sorgulamıyor. Doğru mudur?</b></span></div>
<div style="font-size: 12px; line-height: 18px;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="font-size: 12px; line-height: 18px;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">Doğrudur. Günümüzde sermaye kesimi sporu rasyonalize etmek, kulüplerin yapısını değiştirmek istiyor. Yakın zamanda ülke kulüplerinin isimierinin önünde şirket isimleri görürseniz şaşırmayın. İşte bakın, o tarihi stadın ismi bir anda Fi-Yapı İnönü Stadı olmadı mı? Bugün üç İstanbul takımının borcu 1 milyar Euro’nun üzerinde... Oysa başlarında ülkenin önemli iş adamları var. Neden şirketlerini değil de kulüplerini borçlandırıyorlar?</span></div>
<div style="font-size: 12px; line-height: 18px;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="font-size: 12px; line-height: 18px;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><b>Peki, ama biz bu gösterilen borçların doğru olup olmadığını nasıl bileceğiz?</b></span></div>
<div style="font-size: 12px; line-height: 18px;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="font-size: 12px; line-height: 18px;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">İşte bu yüzden spor yasası çıkmalı ve yasa yönetmeliklerle düzenlenmeli; kulüpler de mutlaka bağımsız denetim kuruluşları tarafından denetlenmeli. Tribünlere oynayan, kulübünü borçlandıran, sözde “iş bitiren” yöneticilerin devri kapanmalı. Bugün kulüplerimizi yönetenlerin çoğu kendi reklamlarını yapmak, ön plana çıkmak amacıyla orada bulunuyorlar; asla spor olsun diye değil!</span></div>
<div style="font-size: 12px; line-height: 18px;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="font-size: 12px; line-height: 18px;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">(1. Bölümün Sonu)</span><br />
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span>
Link: <a href="http://www.birgun.net/writer_index.php?category_code=1187092158&news_code=1336908687&year=2012&month=05&day=13#.UDfObsHN850">http://www.birgun.net/writer_index.php?category_code=1187092158&news_code=1336908687&year=2012&month=05&day=13#.UDfObsHN850</a>
</div>
<div style="font-size: 12px; line-height: 18px;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="font-size: 12px; line-height: 18px;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span></div>
<div class="separator" style="clear: both; font-size: 12px; line-height: 18px; text-align: center;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh5m3lLDK0qKDXK0u_dSdDtmLNONvL2LptZg6Bm0MtjXVKUM2jNU0NXHpTTjheKzY6qyOubFkPfwpORrmKEq8ryibklu4kRZu8cVAhhTB0_g9NfFJccE1OIcosv0B9Yj4PjWmBt4sncYjA/s1600/Metin_Kurt_2.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh5m3lLDK0qKDXK0u_dSdDtmLNONvL2LptZg6Bm0MtjXVKUM2jNU0NXHpTTjheKzY6qyOubFkPfwpORrmKEq8ryibklu4kRZu8cVAhhTB0_g9NfFJccE1OIcosv0B9Yj4PjWmBt4sncYjA/s1600/Metin_Kurt_2.jpg" /></a></span></div>
<div style="font-size: 12px; line-height: 18px;">
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; font-size: 12px; line-height: 18px; text-align: center;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"></span></div>
<div class="separator" style="clear: both; font-size: 12px; line-height: 18px; text-align: center;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="font-size: 12px; line-height: 18px;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="font-size: 12px; line-height: 18px;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span></div>
<b style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif; font-size: 12px; line-height: 18px;">ÇİZGİDEKİ GLADYATÖR - 2</b><br />
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-size: 12px; line-height: 18px;"><br /></span></span>
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-size: 12px; line-height: 18px;">(Ziya Adnan'ın 2012 yılı Mayıs ayında Metin Kurt ile yaptığı söyleşinin 2. bölümü)</span></span><br />
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-size: 12px; line-height: 18px;"><br /></span></span>
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-size: 12px; line-height: 18px;"><i>Geçen hafta “Çizgideki Gladyatör” Metin Kurt’la eski zamanları, Galatasaray yıllarını konuşmuştuk. Bu hafta bıraktığımız yerden devamla...</i></span></span><br />
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-size: 12px; line-height: 18px;"><br /></span></span>
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-size: 12px; line-height: 18px;"><b>Peki, Galatasaray’dan sonra geldiğiniz Kayserispor’da vukuatınız oldu mu ?(Gülüşüyoruz)</b></span></span><br />
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-size: 12px; line-height: 18px;"><br /></span></span>
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-size: 12px; line-height: 18px;">Ben değişmeyeceğime, düzen değişmeyeceğine göre nasıl olmasın! Yerel gazeteye verdiğim bir demeç yüzünden beni kadro dışı bıraktılar ve 24 saat içinde şehri terk etmemi istediler. Ben de cevap olarak Kayserı’yi çok sevdiğimi, sözleşmem bitene kadar Kayseri’den ayrılmayacağımı söyledim. Sonra o başkan (Osman Erköse), “Kayserispor halkın takımıdır. Metin Kurt Kayserispor’un futbolcusudur. Halk onu istiyor. Lütfen takıma dönsün” diye açıklama yapmak zorunda kaldı. İki sezon Kayserispor’da oynadıktan sonra 30 yaşında futbolu bıraktım. Başkan kalmam için ısrar etti ama benim başka hedeflerim vardı. Siyasi alanda mücadelemi sürdürecektim. 1978 senesinde Politika gazetesinin spor müdürü olarak göreve başladım...</span></span><br />
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-size: 12px; line-height: 18px;"><br /></span></span>
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-size: 12px; line-height: 18px;"><b>12 Eylül darbesinden nasıl etkilendiniz?</b></span></span><br />
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-size: 12px; line-height: 18px;"><br /></span></span>
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-size: 12px; line-height: 18px;">Ankara’da kurduğumuz amatör sporcular derneği kapatılmış, sendikalaşmamızın önüne geçilmişti. O dönemde futbol da dahil her şey yeni baştan inşa edildi. “Politika tatile çıktı, yaşasın futbol!” dönemi başlamıştı. Belli yatırımlar yapıldı ama önemli yerlere kendi adamlarını getirmeye, kadrolaşmaya başladılar. Belediye takımlarının kökleri o döneme dayanır.</span></span><br />
<br />
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-size: 12px; line-height: 18px;"><b>Ne düşünüyorsunuz belediye takımları hakkında?</b></span></span><br />
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-size: 12px; line-height: 18px;"><br /></span></span>
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-size: 12px; line-height: 18px;">Belediye takımları ne işe yarar ki? Belediyenin işi halka hizmettir. Belediyenin takımı mı olur? Bakın işte, İstanbul’un bir sürü takımı var. Mesela yılların İstanbulspor’u var. “İstanbul Büyükşehir Belediye” olacağına, İstanbulspor olsa ya… Tarihi, taraftarları ve kökleri olmayan takımları doldurdular liglerimize. Oysa Şekerspor, Vefa, Beykoz, Altınordu gibi kulüpler yaşatılabilirdi. Ne yazık ki hepsi yok olup gitti...</span></span><br />
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-size: 12px; line-height: 18px;"><br /></span></span>
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-size: 12px; line-height: 18px;">Siz Ankaralısınız, şimdi size soruyorum: Belediye tarafından kurulmuş Ankaraspor diye bir takıma gerek var mıydı? O takıma harcanan para sizce ne kadardır? Ben size söyleyeyim, trilyonlar... Onca parayla keşke Ankaragücü’nü yaşatsaydınız! Alın işte, nereden geldiği belli olamayan, nereye gittiği belli olmayan tesisler. Onun yerine, bütün Ankara’ya, gençlere hizmet edecek açık spor alanları, oyun alanları yapsalardı ya o paralarla! Ama ülke futbolunda her şey tribünlere oynamak üzerine kurulu... Yaklaşık yarım asırdır bu işin içindeyim ve size şu kadarını söyleyeyim, kimse bu işin içinde spor olsun diye bulunmuyor! </span></span><br />
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-size: 12px; line-height: 18px;"><br /></span></span>
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-size: 12px; line-height: 18px;"><b>Peki, çözüm nerede?</b></span></span><br />
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-size: 12px; line-height: 18px;"><br /></span></span>
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-size: 12px; line-height: 18px;">Çözüm devrimci spor emekçilerinin ilkelerinde... Dört tane temel ilke var: (1) Çocuklar oynayacak, (2) Sporcular korunacak, sendikalaştırlacak, (3) Spor yasası çıkartılacak, (4) Düzenin sporu sorgulanacak. </span></span><br />
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-size: 12px; line-height: 18px;"><br /></span></span>
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-size: 12px; line-height: 18px;"><b>Sendikada kaç üyeniz var?</b></span></span><br />
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-size: 12px; line-height: 18px;"><br /></span></span>
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-size: 12px; line-height: 18px;">Yeterince üyemiz var, ama koruyamayacağımız sporcuları şimdilik üye yapmıyoruz. Şu anda tamamen spor yasasını hayata geçirmek, sempatizan kitlemizi genişletmek için uğraşıyoruz. İlk aşamada hukukçularla birlikte bir hukuk kurulu oluşturarak, 1 Mayıs’tan sonraki dönemde büyük ihtimalle spor hukuku kurultayı gerçekleştireceğiz. Bir yasa taslağı üzerine çalışıp, bize destek veren milletvekilleri ile kanun teklifi olarak meclisten geçirmeye çalışacağız...</span></span><br />
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-size: 12px; line-height: 18px;"><br /></span></span>
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-size: 12px; line-height: 18px;"><b>Günümüzde Türk futboluna baktığınız zaman ne görüyorsunuz?</b></span></span><br />
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-size: 12px; line-height: 18px;"><br /></span></span>
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-size: 12px; line-height: 18px;">Bir batakhane görüyorum; gençleri yutan bir batakhane! Şöyle düşünün: Avrupa’da yaşayan olsa olsa 5 milyon gurbetçi, emekçi var. Peki, 5 milyondan bu kadar futbolcu yetişiyor da 75 milyondan neden yetişmiyor? Cevabı söyleyeyim: Sistem! Çünkü çocuklar Avrupa’da bu işin temel eğitiimini alıyorlar, bizde ise herkes tribünlere oynuyor! Ve bu düzen devam ettiği sürece, spor yasası çıkmadığı sürece, sistemi değiştirmediğiniz sürece onlar tribünlere oynamaya devam edecekler.</span></span><br />
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-size: 12px; line-height: 18px;"><br /></span></span>
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-size: 12px; line-height: 18px;"><b>Galatasaray’ın geleceğini nasıl görüyorsunuz?</b></span></span><br />
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-size: 12px; line-height: 18px;"><br /></span></span>
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-size: 12px; line-height: 18px;">Valla bütün takımların geleceği bana göre aynı. Hani bizim zamanımızda bir reklam vardı, “yok birbirimizden farkımız” derlerdi ya, aynen öyle. Eskiden kulüplerde takımlarına hizmet etmiş, sembol olmuş sporcular vardı. Şimdi bunu görüyor musunuz? Şimdi neredeyse hepsi sanayici veya iş adamı… (Biraz duraklıyor ve devam ediyor). Ya da belediye başkanları! Ama artık şu gerçeği herkes yavaş yavaş görmeye başladı. Sporcuların sendikalaşması gerek. Artık bizi anlayan, üniversitelerde, medyada bize destek veren geniş bir kesim var.</span></span><br />
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-size: 12px; line-height: 18px;"><br /></span></span>
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-size: 12px; line-height: 18px;"><b>Şike sürecini takip ettiniz mi. Nasıl sonuçlanacagını düşünüyorsunuz?</b></span></span><br />
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-size: 12px; line-height: 18px;"><br /></span></span>
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-size: 12px; line-height: 18px;">İnanın beni hiç ilgilendirmiyor. Aslında süreci de takip etmeye gerek yok, zira üç aşağı beş yukarı sonuç belli. Kararı verecek olanlar zaten tribünlere oynayanlar. Aynı bozuk düzeninin devam etmesi adına ellerinden geleni yapacaklardır şüphesiz. Çıkardıkları “Sporda Şiddet Yasası” aslında kendilerini koruma adına çıkartılmıştır. Taraftarların örgütlenmesine karşı çıkardılar o yasayı. Amaç tribünlerdeki protestoları engellemekti. Ama gelin görün ki geri tepti ve kendi kalelerine gol attılar. Çıkardıkları yasa aslında biraz önce tanımladığımız batakhaneyi parfümleme yasasıdır, asla kurutma yasası değildir. Eğer sporda toplumsal bir kazanç, toplumsal bir uyanış bekliyorsak, sağlıklı bir toplum yapısında sporun önemli bir rol oynamasını bekliyorsak, öncelikle bu batakhanenin kurutulması gerekiyor. Ve bu batakhaneyi kurutmanın tek yolu vardır, o da spor yasası!</span></span><br />
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-size: 12px; line-height: 18px;"><br /></span></span>
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-size: 12px; line-height: 18px;"><b>Bu konuda taraftarları nasıl bilinçlendirmeyi düşünüyorsunuz?</b></span></span><br />
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-size: 12px; line-height: 18px;"><br /></span></span>
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-size: 12px; line-height: 18px;">Taraftarlarla sürekli iletişim halindeyiz ve onlara hep söylediğimiz şey şudur: “Taraftar olun, fanatik olmayın!” 12 adam saçmalığına son verilmeli. Bizim zamanımızda böyle bir kavram yoktu. Bu tamamen medyanın yarattığı bir kavramdır. Adam çoluk çocuğunun rızkından kesip takımıyla deplasmana gidiyor. Tamam, güzel de takımı son dakikalara önde girerse başlıyor hakem maçı bir an önce bitirsin diye başlıyor ıslıklamaya! Yahu, madem bu oyunu bu kadar çok seviyorsun on dakika daha fazla izlesene! Niye bir an önce bitsin istıyorsun? Çünkü herkes sonuca bakıyor, rekabete gidiyor. Bakın, medyada hiç, “Spor nedir, sporun sorunları, sporcunun sorunları nelerdir?” içerikli bir yazı, tartışma görüyor musunuz? Varsa yoksa o gol müydü, değil miydi, Ahmet niye oynadı, Mehmet niye oynamadı?</span></span><br />
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-size: 12px; line-height: 18px;"><br /></span></span>
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-size: 12px; line-height: 18px;"><b>Günümüzde yöneticilik paraya dayanan bir kavram, oysa iyi bir yönetici olmak için para yetmez, o kişisel bir beceridir. Sizin zamanınızda da mı böyleydi, parayı bulan yönetici mi oluyordu?</b></span></span><br />
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-size: 12px; line-height: 18px;"><br /></span></span>
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-size: 12px; line-height: 18px;">Bizim zamanımızda da parayı basan, yönetici oluyordu. Ancak şimdi yöneticiler cebinden para harcamıyor. Bizim zamanımda tabiri caizse “gönüllü, yöneticiler” vardı. Futbol ve kulüp sevdası yüzünden batan yöneticiler oldu. 80’li yıllarda “Sportmence” dergisi için söyleşi yaptığımız Ali Şen şöyle konuşmuştu: “Ben bir işadamıyım. Kârlı görmediğim hiçbir işe yatırım yapmam. Ben Fenerbahçe kulübüne hizmet edeceğim ama Fenerbahçe kulübü de bana hizmet edecek!”</span></span><br />
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-size: 12px; line-height: 18px;"><br /></span></span>
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-size: 12px; line-height: 18px;">“Nasıl hizmet edecek?” diye sorduğum zaman da şu yanıtı vermişti: “Örneğin Bodrum’da turistik bir otel yapmaya karar verdiniz. Normal bir işadamı olsanız bürokrasi ile en az bir sene uğraşmanız gerek. Oysa Fenerbahçe başkanı olduğunuz zaman Turizm Bakanı’na, hatta Başbakan’a bir telefon açıp halledersiniz...”</span></span><br />
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-size: 12px; line-height: 18px;"><br /></span></span>
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-size: 12px; line-height: 18px;"><b>Bunu yazabilir miyim?</b></span></span><br />
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-size: 12px; line-height: 18px;"><br /></span></span>
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-size: 12px; line-height: 18px;">Yazdık zaten, Sportmence dergisinde. “Kulübe hizmet et, reklamını yap, işini gör!” O zaman Ali Şen’in söylediği buydu. Ama şunun da altını çizdi: “Kulübe mutlaka hizmet edeceksin, kulübü kullanmayacaksın!” Söylediği, kulübü borçlandırıp batağa sürüklememek...</span></span><br />
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-size: 12px; line-height: 18px;"><br /></span></span>
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-size: 12px; line-height: 18px;"><b>O yıllarda birlikte çalıştığınız, en sevdiğinizi saygı duyduğunuz teknik direktör kimdi?</b></span></span><br />
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-size: 12px; line-height: 18px;"><br /></span></span>
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-size: 12px; line-height: 18px;">Kuşkusuz Brian Birch… Hatta onunla ilgili unutamadığım bir anım vardır. Birch Türkiye’ye ikinci kez geldiğinde, havaalanında eline bir gazete veriyorlar. Baş sayfadan bakmaya başlayınca, gazeteciler dayanamayıp, “Hoca, spor sayfası arkada unuttun mu?” diye soruyorlar. Birch, “Yo, ben Metin Kurt’u arıyorum!” diyor. Şaşırıyor gazeteciler ve soruyorlar: “Neden Metin Kurt’u arıyorsun?” Birch cevabı yapıştırıyor: “Eee, Başbakan olmadı mı o?” (Gülüşüyoruz)</span></span><br />
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-size: 12px; line-height: 18px;"><br /></span></span>
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-size: 12px; line-height: 18px;"><b>Sizce yabancı teknik direktörlerin ve yabancı futbolcuların Türkiye futboluna katkısı oldu mu?</b></span></span><br />
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-size: 12px; line-height: 18px;"><br /></span></span>
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-size: 12px; line-height: 18px;">Bana kalsa ben yabancı teknik direktör ve yabancı futbolcu kullanmam. Onun yerine bizim teknik direktörlerin daha iyi eğitilmesi için çaba harcarım. Gerekirse onların yurt dışında eğitim almalarını sağlar, ama tercihimi yerlilerden yana kullanırım...</span></span><br />
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-size: 12px; line-height: 18px;"><br /></span></span>
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-size: 12px; line-height: 18px;"><b>Yabancı futbolcu transferinin serbest kalması konusunda görüşünüz nedir?</b></span></span><br />
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-size: 12px; line-height: 18px;"><br /></span></span>
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-size: 12px; line-height: 18px;">Bana kalsa bir hayli kısıtlanması gerekiyor. Yabancı futbolcu ve teknik direktörler kulüplerimize ciddi mali yük bindirmekte, cari açık ve borçlanma büyümektedir. Bu sektörde biz ithalat mı yapıyoruz, yoksa ihracat mı? Bence buna karar verelim. Bunca genç nüfustan dışarıya yollayabildiğimiz futbolcu sayısına baktığımızda ortaya çıkan fotoğraf sistemin bozukluğunu anlatıyor aslında...</span></span><br />
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-size: 12px; line-height: 18px;"><br /></span></span>
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-size: 12px; line-height: 18px;"><b>Futbolu özlüyor musunuz?</b></span></span><br />
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-size: 12px; line-height: 18px;"><br /></span></span>
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-size: 12px; line-height: 18px;">Hiç özlemiyorum. Ben futbol oynarken de futbolu sevmiyordum ki! Sadece iş olarak görüyordum. Çocukluk yıllarımda çok severdim ama profesyonel olduktan sonra sadece iş, hatta sıkıcı iş olarak görürdüm...</span></span><br />
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-size: 12px; line-height: 18px;"><br /></span></span>
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-size: 12px; line-height: 18px;"><b>Ama çok yetenekliydiniz?</b></span></span><br />
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-size: 12px; line-height: 18px;"><br /></span></span>
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-size: 12px; line-height: 18px;">Ona da mecburdum. Çünkü başarılı olmadan para kazanılmıyor. Hepimizin aileleri ve bakmak zorunda olduğumuz sevdikleri var...</span></span><br />
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-size: 12px; line-height: 18px;"><br /></span></span>
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-size: 12px; line-height: 18px;"><b>Söyleşi için çok teşekkür ederim. Bu arada eklemek istediğiniz, benim atladığım bir konu varsa...</b></span></span><br />
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-size: 12px; line-height: 18px;"><br /></span></span>
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-size: 12px; line-height: 18px;">Evet var... Öncelikle bugün ülkemizde futbolun bir batakhane olduğunu, bu batakhanenin kurutulmasının yolunun spor yasasından geçtiğini, bu sektörde çalışan emekçilerin yaptıkları işin meslek olduğunu ve iş kolu haline gelmesi gerektiğini artık kabul edelim. Artık bu bozuk sistemin değişmesi gerek.</span></span><br />
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-size: 12px; line-height: 18px;"><br /></span></span>
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-size: 12px; line-height: 18px;"><i>Bu güzel söyleşi için teşekkür ettim, çocukluk yıllarımın efsane futbolcusuna. Ayrılırken aklımda “Hep PTT’li Metin olarak kalacağını” söyledim. Gülümsedi, Ankara’ya selam söyledi...</i></span></span><br />
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-size: 12px; line-height: 18px;"><br /></span></span>
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-size: 12px; line-height: 18px;">Ziya Adnan</span></span><br />
<br />
<div style="font-size: 12px; line-height: 18px;">
Link: <a href="http://www.birgun.net/writer_index.php?category_code=1187092158&news_code=1337512062&year=2012&month=05&day=20#.UDfN9sHN850">http://www.birgun.net/writer_index.php?category_code=1187092158&news_code=1337512062&year=2012&month=05&day=20#.UDfN9sHN850</a>
</div>
<br />
<br />Unknownnoreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-4543151873768793338.post-13149415351331434372009-12-28T00:52:00.013+02:002009-12-29T15:24:11.195+02:00ORTALA SADIK ORTALA! BOMBALA HURUBEŞ BOMBALA!<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhLz9ZwrxiJpoy0_KdUMXTC6Lqr3d_huvpXOydHKIui1Sp1-r0T0D34YGcyP3SNeLopcmQ3_7VDKsbk1gy_TtUcFwIkVUcPtKa1IGYrSYGN08mPmpKlfUJGeL6JGdiTGmwE9iuBv3yNBsg/s1600-h/Kaptan+Adil+1981+Turkiye+Kupasi.jpg"><img style="MARGIN: 0px 10px 10px 0px; WIDTH: 400px; FLOAT: left; HEIGHT: 215px; CURSOR: hand" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5420061564605772194" border="0" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhLz9ZwrxiJpoy0_KdUMXTC6Lqr3d_huvpXOydHKIui1Sp1-r0T0D34YGcyP3SNeLopcmQ3_7VDKsbk1gy_TtUcFwIkVUcPtKa1IGYrSYGN08mPmpKlfUJGeL6JGdiTGmwE9iuBv3yNBsg/s400/Kaptan+Adil+1981+Turkiye+Kupasi.jpg" /></a><br /><br />Mayıs 1981…<br /><br />Başkent Ankara’nın sarı-lacivertli takımı Ankaragücü 2. ligde mücadele ederken, daha önce dünya futbolunda hiçbir takımın başaramadığı bir mucizeye imza atıyor ve Türkiye Kupasını müzesine götürüyordu.<br /><br />Adil, Hikmet, Fuat, İhsan, Haluk, Taner, Cüneyt, Nazmi, İrfan, Mehmet, Sadık…<br /><br />Final maçının bitiş düdüğüyle birlikte Bolu Stadında tel örgülerin üzerinden taraftarlarının üzerine atlayıp onlarla kucaklaşan futbolcular… Kaptan Adil’in, tribündeki taraftarların üzerine uçtuğu o anı ölümsüzleştiren ve Avrupa’da yılın fotoğrafı seçilen unutulmaz kare…<br /><br />Dönüş yolunda Bolu’dan Ankara’ya uzanan kilometrelerce uzunluktaki konvoy…<br /><br />Ve bir zamanlar Ankaragücü maçlarında, 19 Mayıs Stadı’nın tribünlerinden dalga dalga yayılan tezahürat:<br /><br />“Gururluyuz Güçlüyüz, biz Ankaragüçlüyüz…”<br />“Ortala Sadık ortala! Bombala Hurubeş bombala!”<br /><br />O tarihten günümüze kadar bir daha hiçbir 2. Lig takımı Türkiye Kupasını kazanamadı. Ama kaderin cilvesine bakın ki, yıllardır “Kupa Beyi” olarak anılan Ankaragücü de kupa alamadı.<br /><br />*****<br /><br />O günden 28 yıl sonra…<br /><br />Aralık 2009…<br /><br />Sevimsiz geçen bir yılın son günlerinde, o efsane kadrodan ‘Maradona Sadık’, ‘Hurubeş (Hrubesch) Mehmet’ ve ‘Deli İhsan’ ile bir araya geldik, şimdi çok geride kalmış olan o eski güzel günleri yâd ettik. Biz sorduk, onlar yanıtladı.<br /><br /><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhLGAj96z_nRRuvgKRqZgg5FM4GR6k6O4w5OcRwWArdWzCB58r6tBobbUsoZxRZeutIBeT8Z1v3UrSmMgGJmm_LFZIW4-QMBi1_2bfk9hFCRyCRpOlpdLqIfSG2ZgulXgfnhArRmxENBkA/s1600-h/Ihsan_Mehmet_Sadik_2009_1.jpg"><img style="TEXT-ALIGN: center; MARGIN: 0px auto 10px; WIDTH: 300px; DISPLAY: block; HEIGHT: 220px; CURSOR: hand" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5420059293373648194" border="0" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhLGAj96z_nRRuvgKRqZgg5FM4GR6k6O4w5OcRwWArdWzCB58r6tBobbUsoZxRZeutIBeT8Z1v3UrSmMgGJmm_LFZIW4-QMBi1_2bfk9hFCRyCRpOlpdLqIfSG2ZgulXgfnhArRmxENBkA/s400/Ihsan_Mehmet_Sadik_2009_1.jpg" /></a><br /><br /><strong><em>Ziya Adnan: Yeni taraftar nesli sizleri hiç tanımıyor. Bize kısaca kendinizi tanıtır mısınız?<br /></em></strong><br />Maradona Sadık (Sadık Aksöz): Futbola Ankara Demirspor’da başladım. İki yıl Ankara Demirspor genç takımında, bir yıl da ‘A’ takımında oynadım. 1976 yılında Gaziantepspor’a transfer oldum. İki yıl da Gaziantepspor’da oynadıktan sonra 1978 yılında Ankaragücü’ne geldim ve 1986 yılına kadar Ankaragücü formasını giydim. Daha sonra bir yıl kiralık olarak Gençlerbirliği’nde ve sonra da Hacettepe’de oynadıktan sora 1988 yılında futbolu bıraktım.<br /><br />Hurubeş Mehmet (Mehmet Şahin): Ankara 1957doğumluyum. Amatör olarak Ziraat ve daha sonra da Günespor’da oynadıktan sonra 1980 yılında Ankaragücü’ne geldim. 1986 yılına kadar Ankaragücü’nde forma giydikten sonra Adana Demirspor’a transfer oldum. Sonra da 1987 yılında kiralık olarak Kahraman Maraşspor’da oynadım.<br /><br />Deli İhsan (İhsan Kavak): Batman 1955 doğumluyum. 1970 yılında Gençlerbirliği genç takımında futbola başladım. 1972’de (A) takımında oynadım. Sonrasında Fenerbahçe ve Bursaspor’da forma giydim. 1980 yılına kadar Bursaspor’da oynadım. 1980-81 sezonunda Ankaragücü’ne transfer oldum. 1985 yılına kadar Ankaragücü’nde kaldım. 1986 yılında Gençlerbirliği’nde futbolu bıraktım.<br /><br /><strong><em>Ziya: Her zaman merak ettiğim konulardan biri, sizin aynı takımda bir araya gelmeniz bilinçli bir teknik direktör seçimi miydi, yoksa tamamen bir rastlantı mıydı?<br /></em></strong><br />Sadık: Tamamen bir rastlantıydı.<br /><br /><strong><em>Necdet Özkazancı: Yani, ‘Sadık ortayı yapsın’, ‘Mehmet kafayı vursun’ gibi bir düşünce yoktu. Öyle mi?<br /></em></strong><br />Mehmet: Evet. Gerçi Ankaragücü yönetimi o sezon güçlü bir takım kurmak için kolları sıvamıştı. Ama bizim bir araya gelmemiz tesadüf oldu.<br /><br />İhsan: Örneğin ben Bursaspor’dan Sakaryaspor’a gidiyordum. Son anda Baskın Soysal hocamız beni Ankaragücü’ne getirdi. (Bu arada Ankaragücü’nün efsane kalecilerinden Baskın Soysalı rahmetle anıyoruz.)<br /><br />Sadık: Ben 1978 yılında Ankaragücü’ne geldiğimde takım küme düşmüştü. Ancak 1. Ligdeki kadrosunu aynen korumuştu. O sezon 2.ligde mücadele ettik ve grup ikincisi olduk.<br /><br /><strong><em>Ziya: Yani, Kadri Aytaç ile 1.lige çıkamayan takıma gelmiştiniz.<br /></em></strong><br />Sadık: Evet. O sezon Kayserispor ile İzmir’de 1.lige yükselme maçında yenildiğimiz için 1. lige çıkamadık. Bunun üzerine kadro dağıtıldı ve genç futbolcularla yola devam kararı alındı. Yönetim, takımın ligde tutunmasını hedefliyordu. Ama biz umulanın üzerinde bir performans göstererek, Mersin İdmanyurdu’nun şampiyon olduğu grupta 3. olarak 1. Lige yükselme maçı oynama hakkını kıl payı kaçırdık. 1980-81 sezonunun başında ise yönetim şampiyonluğu hedefleyerek takıma ciddi takviyeler yaptı. İşte İhsan, Cüneyt, Mehmet gibi isimler o zaman takıma katıldı.<br /><br /><strong><em>Necdet: Şimdiki taraftarlarda pek göremiyoruz ama sizin oynadığınız o yıllarda, taraftarlar futbolcuların birçoğuna lakap takmıştı: Maradona Sadık, Hurubeş Mehmet, Deli İhsan, Bonhof Nazmi, Kaptan Adil gibi… Bunlar taraftarların, tuttukları takımın futbolcusuna olan sevgilerini göstermelerinin bir yolu gibi geliyor bana. Siz nasıl görüyordunuz, taraftarın sizi lakabınızla anmasını?<br /></em></strong><br />Sadık: Sanıyorum taraftarlar özelliklerimize bakıp, bizi yabancı ünlü futbolcularla özdeşleştiriyorlardı. Örneğin benim oyun stilimi ve sol ayaklı olmamı Maradona’ya, Mehmet’in uzun boyuyla hava toplarına olan hâkimiyetini ve kafa gollerini Hurubeş’e, Nazmi’nin uzaktan sert ve isabetli şutlarını Bonhof’a benzettikleri için olsa gerek böyle lakaplar takmışlardı. Bizim için de hoş bir duyguydu tabii.<br /><br /><strong><em>Necdet: Bir insana “Deli” derseniz belki de çok kızar ve kavga bile çıkarır ama taraftar İhsan’a “Deli” dediği zaman bu bir anda sevgi sözcüğü haline geliyor sanki.<br /></em></strong><br />İhsan: Evet. Ben bazı maçlarda sakat sakat, hatta bazen kırık kaburgayla bile oynadım. Gerektiğinde savunmada sert mücadeleden kaçınmadım. Bu, belki de bir delilik… Ama başka seçenek de yoktu. Kadro çok kısıtlıydı. 14 futbolcuyla maça çıktığımız zamanlar oldu. Sakat sakat da olsa oynamak zorundaydık.<br /><br /><strong><em>Ziya: O zaman da günümüzdeki gibi yüksek transfer ücretleri var mıydı? Günümüzle kıyasladığımızda ortaya çıkan rakamlar nasıldı?<br /></em></strong><br />İhsan: O dönemde bu kadar yüksek transfer ücretleri yoktu. Bir kıyaslama yapacak olursak bugün bir futbolcunun aldığı bir maçlık galibiyet primi o zamanın neredeyse bir yıllık transfer ücretine eşitti. Çünkü o zamanlar kulüpler ciddi sıkıntılar içinde yaşamaya çalışıyorlardı. Malzeme sıkıntısı vardı. Örneğin maç topumuz bir taneydi. Eski Ankaragücü Stadı’nda antrenman yapardık. Toprak zeminli saha zımpara gibiydi. Yağmurlu günlerde balçık olurdu ve biz bu şartlarda maçlara hazırlanırdık.<br /><br /><strong><em>Ziya: O zamanlar Ankaragücü Stadı daha yıkılmamıştı değil mi?<br /></em></strong><br />İhsan: Evet. O statta yatakhane vardı ve 14 kişi bir odada yattığımız olurdu.<br /><br />Sadık: Hatta çok iyi anımsıyorum. Yemeklerimiz MKE’den gelirdi.<br /><br /><strong><em>Ziya: Peki o dönemin havasını bize anlatır mısınız? Takım olarak, yönetim olarak, taraftar olarak, tribün olarak özetler misiniz? Şöyle bir geçmişe dönseniz orada nasıl bir Ankaragücü vardı?<br /></em></strong><br /><br />Mehmet: Her şeyden önce takım içinde büyük bir dostluk, samimiyet ve kardeşlik vardı. Kocaman bir aile gibiydik. Şunu belirtmeden geçemeyeceğim. O dönemde Ankaragücü her futbolcunun forma giymek isteyeceği bir kulüptü. Ankaragücü bir idoldü. Ankaragücü’nde oynamak bile başlı başına bir şerefti.<br /><br />İhsan: (Gülerek) Daha sonra yıllarca Galatasaray’ın kalesini koruyacak olan Eser ile birlikte Ankaragücü’nün seçmelerine gitmiştik. Bize sıra gelmediği için Fehmi hoca bizi Gençlerbirliği’ne götürdü. Ama Ankaragüçlüydük. Zaten o zamanlar Ankaralı her futbolsever çocuğun formasını giymek istediği takım Ankaragücü’ydü. Herkesin gözü küçüklüğünden itibaren Ankaragücü’ndeydi.<br /><br />Mehmet: Benim Ankaragücü’ne gelmemde hepimizde büyük emeği olan rahmetli Veli Necdet Arığ’ın katkısı olmuştur. Kendisini rahmetle anıyorum.<br /><br /><strong><em>Necdet: Mehmet, sen Ankaragücü’ne amatör kümeden geldin. O dönemde Ankaragücü yöneticilerinin amatör kümeleri izleyip keşfettikleri futbolcuları kulübe kazandırdıklarını anımsıyoruz. Günümüzde de amatör kümelerin izlenip izlenmediği konusunda bilginiz var mı?</em></strong><br /><br />Mehmet: İzlediklerini pek sanmıyorum. Zaten takıma bakıldığında da izlenmediği belli oluyor.<br /><br />Sadık: O dönemde altyapıdan da çok futbolcu geliyordu. Fuat, Hasan, İrfan gibi önemli oyuncular çıkmıştı. Ankaragücü’nün altyapıya önem verdiği bilindiği için genç futbolcular Ankaragücü’ne kapağı atmaya çalışırlardı.<br /><br /><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg3bqFzJDTYlHdR01I2Cx-Cqx-W-CyCMypSGXpV1iG5U_ND08mHT83z5qZYbJVduVkWjqUZZpOyQgc4kbDgaEAGen2oQW95CqUpB8UcGKkq5qVh8huUviX-In5RUZobp3Lzr-sZZ5uvNYQ/s1600-h/Ihsan_Mehmet_Sadik_2009_2.jpg"><img style="MARGIN: 0px 10px 10px 0px; WIDTH: 300px; FLOAT: left; HEIGHT: 169px; CURSOR: hand" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5420061671264071586" border="0" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg3bqFzJDTYlHdR01I2Cx-Cqx-W-CyCMypSGXpV1iG5U_ND08mHT83z5qZYbJVduVkWjqUZZpOyQgc4kbDgaEAGen2oQW95CqUpB8UcGKkq5qVh8huUviX-In5RUZobp3Lzr-sZZ5uvNYQ/s400/Ihsan_Mehmet_Sadik_2009_2.jpg" /></a><br /><br /><strong><em>Necdet: Peki, o zamanlar tribün manzaraları nasıldı? Sahaya çıkarken tribünleri gördüğünüzde ne hissederdiniz?<br /></em></strong><br />İhsan: Ben Ankaragücü’ne 1.ligdeki Bursaspor’dan gelmiştim. İlk maçımda sahaya çıkarken tribünleri gördüğümde çok şaşırdım; gözlerime inanamadım. Takım 2. ligdeydi ama stat tıklım tıklımdı. Ayrıca günümüzdeki gibi tribün grupları yoktu. Bütün tribünler tek sesti.<br /><br />Sadık: Çok ilginç bir durumdur. Biz, birçok maç öncesinde Ankaragücü Stadından 19 Mayıs Stadına, taraftarlarla kol kola yürüyerek gitmişizdir. Böyle içten ve samimi bir hava vardı. Şimdiki gibi tribün kutuplaşmaları yoktu. Herkes yalnızca Ankaragüçlüydü. Çok güzel ve zevkli günlerdi.<br /><br /><strong><em>Ziya: Necdet Abi ile geçen hafta Sivasspor maçını Gecekondu tribününde izledik. Her tribünden ayrı bir tezahürat yapılıyordu ve kimin ne söylediği anlaşılmıyordu.<br /></em></strong><br />İhsan: Takım başarılı olsa, ben tribünlerin birleşeceğine inanıyorum.<br /><br /><strong><em>Ziya: Ben şahsen, takım sahaya çıkarken tribünlerde “Gururluyuz Güçlüyüz Ankaragüçlüyüz!” tezahüratının söylenmemesinden üzüntü duyuyorum.<br /></em></strong><br />Sadık: Burada bir ekleme yapmak istiyorum. İstanbul takımları ile oynadığımız maçlarda, örneğin bir Fenerbahçe maçında Ankara 19 Mayıs Stadının tribünleri tamamına yakını Ankaragüçlü taraftarlardan oluşurdu; 1500 civarında da Fenerbahçe taraftarı olurdu.<br /><br /><strong><em>Ziya: Taraftarlarla ilgili ilginç bir anınız var mı?<br /></em></strong><br />Mehmet: Ben bir anımı kısaca anlatayım: Ankara’da Fenerbahçe ile oynadığımız maçtan önce stat dışında taraftarlarla sohbete dalmıştım. Sonra ısınmak için stada girmek istediğimde polis beni içeri almadı. “Yahu bırak gireyim, ben olmadan bu maç oynanamaz” diyorum. Polis de “Stat dolu, yer yok, giremezsin” diye cevap veriyor. Biz böyle tartışırken olayı gören Ziya Şengül, “Yahu bu adam olmadan maç oynanmaz, bırak girsin” dedi. Sonra biraz düşündü ve gülerek, “Aslında içeri almazsan fena olmaz ama gene de alman lazım” diye şaka yaptı.<br /><br /><strong><em>Ziya: Kulüp başkanları ve yöneticilerinin kulübe ve futbola bakışı nasıldı?<br /></em></strong><br />Sadık: Yöneticilerde tamamen amatörce bir bakış açısı vardı. Kulüp için kendi ceplerinden para harcarlardı.<br /><br />İhsan: Sabri Mermutlu çok büyük bir başkandı. Başkanlığı bırakırken, bizim bütün alacaklarımızı cebinden ödedi ve kulübü borçsuz olarak yeni yönetime teslim etti. Ayrıca yöneticileri de toplayarak, alacağı olan varsa bana gelsin ödeyeyim demişti. Bunu hiç unutmam. 12 yıllık başkanlığı sonrasında kulübü borç batağında bırakan Cemal Aydın ve yönetimini gördüğümüzde Sabri Mermutlu’nun yaptıklarının değerini daha iyi anlıyoruz.<br /><br />Mehmet: Transfer görüşmelerinde yöneticilerden oluşan bir heyetin önünde, onlara olan güvenimiz ve saygımız sebebiyle boş mukaveleye imza atıp çıktığımız çok olmuştur.<br /><br />Sadık: Onların amatörce bakış açısı ve takım sevgisi bize de yansır ve mesleğimize amatörce bakmamızı sağlardı. Verdikleri sözleri de yerine getirirlerdi.<br /><br /><strong><em>Necdet: İltifat ediyor gibi olmasın ama şu andaki Ankaragücü futbolcularına baktığımızda bir Maradona Sadık, bir Hurubeş Mehmet, bir Deli İhsan kalitesinde ve yüreğiyle oynayan futbolcuları pek göremiyoruz. Keşke o zaman değil de şimdi futbolcu olsaydım dediğiniz zamanlar oluyor mu?<br /></em></strong><br />Sadık: (Gülerek) Olaya maddi açıdan bakarsak oluyor tabii.<br /><br /><strong><em>Necdet: Transfer teklifleri alıyor muydunuz?</em></strong><br /><br />Sadık: Tabii alıyorduk. Ama o günün şartlarında bir takımdan diğerine transfer olmak kolay değildi.<br /><br />Mehmet: Örneğin beni Beşiktaş istemişti ama yönetim vermemişti.<br /><br />İhsan: Mukavelenin süresi dolduğunda kulübün temdit etme (süresini uzatma) hakkı vardı. Kulübün satışa çıkardığı bir futbolcu için belirlenen transfer ücretini ödeyecek kulüp çıkmazsa, futbolcunun kendi kulübü satış bedelinin beşte birini ödeyerek sözleşmeyi uzatabilirdi.<br /><br /><strong><em>Ziya: Yani kulüp istemedikten sonra futbolcunun kulüpten ayrılması imkânsız gibi bir şeydi. Öyle mi?<br /></em></strong><br />Sadık: Evet. Çoğumuzun sözleşmesi böyle uzatılarak kulüpte kalmışızdır.<br /><br /><strong><em>Ziya: O zamanlar kulüpte görev yapan yöneticiler Ankaragüçlü müydü?<br /></em></strong><br />İhsan: Hiç kuşkusuz öyle... Başkan ve yöneticiler kulüp için ceplerinden çok para harcarlardı. Hatta eski başkanlardan Güngör Türköz’ün Ankaragücü için harcadığı paralar yüzünden işlerinin bozulma noktasına geldiği söylenir. Ondan sonraki başkanlardan Nurettin Çarmıklı da kulüp için cebinden çok harcama yapmıştı. Ama ne yazık ki özellikle Cemal Aydın döneminde bu işler tersine döndü. Bir dergide yazdığım son yazıda da bu konuyu işledim. Ankaragüçlülük ruhunu, her şeyin amatörce olduğunu, yöneticilerin hep ceplerinden harcadığını, ama şimdiki yöneticilerin Ankaragücü’nü, kalburüstü insanlarla kişisel ilişkilerini geliştirmek amacıyla kullanmaya çalıştıklarını anlattım. Hele başkanlar! Başkanlar günümüzde Cumhurbaşkanı, Başbakan, Bakanlar ile yan yana oturup maç izliyorlar. Cemal Aydın Ankaragücü’ne başkan olmadan önce kendisini kim tanırdı? Üstelik kendisi Ankaragüçlü de değil… Gençlerbirliği yöneticisiyken hasbelkader Ankaragücü’ne yönetici oldu, sonra da kulüp kaos içine girince Melih Gökçek’in başkan olmasını engellemek için, Karadenizli olan Mesut Yılmaz’ın desteğiyle kulübe başkan yapıldı. Başkan olmadan önce eski bir arabası vardı. Başkanlıktan ayrılmış olduğuna göre, başkan olduktan sonraki mal varlığını açıklamasını istemek en doğal hakkımızdır. Ben bu konu hakkında çok yazdım ama şimdiye kadar bir yanıt alamadım.<br /><br /><strong><em>Ziya: Maçlara gidiyor musunuz?<br /></em></strong><br />Sadık: Ben altı yıldır maçlara gitmiyorum.<br /><br /><strong><em>Ziya: “Neden?” diye sorsam…<br /></em></strong><br />Sadık: Ben futbolu bıraktıktan sonra da Ankaragücü’ne antrenör olarak hizmet ettim. Ama şimdi kırgınım. Kulübün, eski futbolcularından yeterince yararlanmadığını düşünüyorum. Futbolu bıraktıktan sonra teknik direktörlük yapan eski Ankaragüçlü futbolcuların sayısının azlığı zaten durumu özetliyor.<br />Mehmet: Biz de İhsan ile arada bir maçlara gidiyoruz.<br /><br /><strong><em>Ziya: Sizin gibi Ankaragücü’ne mal olmuş isimlerin antrenörlük olmasa bile kulüp bünyesinde bir şekilde hizmet verebilmesini beklerdim. Bu kadar dışarıda kalmışlık neden?<br /></em></strong><br />Sadık: Kulüp yönetimine karşı biraz kırgınlık var. İşin doğrusu bizi tanımıyorlar.<br /><br />İhsan: Cemal Aydın’ın etrafındaki yöneticiler bile, Ankaragücü ile ilgisi olmayan insanlar. Ayrıca futbolcu menajerleriyle olan ilişkiler de ayrı bir soru işaretidir. Son yıllarda kulüpten onlarca yabancı futbolcu geldi geçti, bunlardan kaçının isimlerini anımsıyorsunuz? Bu dönemde Ankaragücü’ne 143 yabancı futbolcu gelip gitmiş. Kaç liraya gelmişler, kaç liraya gitmişler? Bu konuda sorduğum soruların hepsi yanıtsız kaldı.<br /><br />Sadık: Günümüzde maalesef Ankaragücü camiasına mal olmuş futbolcu yok. Örneğin ben, 1978’de geldim 1986’ya kadar oynadım. Mehmet 1980’de gelmiş 1985’e kadar oynamış. İhsan sekiz yıl, Adil Kaptan 8 yıl, Haluk 12 yıl hizmet etmiş. O kadro tesadüfen bir araya gelmişti ama uzun yıllar birlikteliğini korudu ve birçok futbolcu camiaya mal oldu.<br /><br /><strong><em>Necdet: Eski günleri bilenler, 1986 yılına kadar olan Ankaragücü kadrosunu ezbere sayabiliyorlar. Ama günümüzde maalesef bu mümkün değil.<br /></em></strong><br />Sadık: Çünkü o zamanlar uzun yıllar boyunca birlikte oynadık. Biz gerçekten iyi bir takımdık. İkinci ligden çıktığımızda, takımı hiç bozmadan Halil İbrahim, Alper gibi birkaç takviye ile uzun yıllar hizmet verdik.<br /><br /><strong><em>Ziya: Birleşme konusunda ne düşünüyorsunuz?<br /></em></strong><br />Sadık: Aslında küme düşen Ankaraspor değil, Ankaragücü’dür. Ankaragücü’nün kadrosundaki futbolcuların çoğu, Beştepe’deki personel dışarıda kaldı. İşin aslına bakarsanız esasında olan Ankaragücü’ne oldu.<br /><br /><strong><em>Ziya: Ligin ilk yarısının son maçında sahaya çıkan 11’in 9’u Ankaraspor’dan gelen futbolculardan oluşuyordu. Bu durumda istikrarlı bir kadrodan söz edilebilir mi?<br /></em></strong><br />Sadık: Tabii ki söz edilemez.<br /><br /><strong><em>Ziya: İyi bir takım olabilmek, bir takım ruhu yaratabilmek için altyapıdan yetişmiş en az 3-4 futbolcunun olması gerekir. Bunun en güzel örneği, UEFA Kupasını kazanmış olan Galatasaray kadrosudur.<br /></em></strong><br />Mehmet: Maalesef günümüzde o ruhu görebilmek imkânsız.<br /><br /><strong><em>Ziya: Şu andaki durumu nasıl görüyorsunuz?<br /></em></strong><br />İhsan: (Gülerek) Şu anda bir şey göremiyoruz. Şu anda kimse kulüp hakkında bir fikir sahibi değil. Ocak ayındaki kongreden sonra neler olacağını ne Melih Gökçek, ne Cemal Aydın ne de başka bir kişi biliyor. Cemal Aydın kanadının, 400 delege kaydının iptali ve mahkeme kanalıyla genel kurulun toplanmasını engellemek için girişimleri olduğunu duyuyoruz. Eğer 400 delegenin kaydının iptali gerçekleşir ve Cemal Aydın tekrar yönetime gelirse zaten takım düşer. Çünkü 40 milyon lira borç var ve hiçbir futbolcuya para veremezler.<br /><br /><strong><em>Ziya: Peki sizin oynadığınız dönemlerde Ankaragücü kongre üyeliği, seçimler ve başkanlık nasıl gerçekleşirdi?<br /></em></strong><br />İhsan: Başkanlık seçimi 4 yılda bir yapılırdı. Ortada bir rant olmadığı için cebinden para verebilecek adamlar yönetime girerdi ve rant olmadığı için taraftar da bu işlere karışmazdı.<br /><br /><strong><em>Ziya: O dönemlerde cebinde parası olup da yönetici olmak isteyen kişilerde Ankaragüçlü olma zorunluluğu aranır mıydı?<br /></em></strong><br />İhsan: İçinde Ankaragücü sevgisi olmayan zaten yönetime talip olmazdı. Çünkü rant yoktu. Örneğin İlhan Cavcav da aslında hasta Ankaragüçlüdür. Zamanında Ankaragücü’ne yönetici de olmak istemiştir. Ancak Sabri Mermutlu da un sanayicisi olduğu için onu Ankaragücü’ne yönetici yapmamış ve İlhan Cavcav da Gençlerbirliği’ne başkan olmuştur.<br /><br /><strong><em>Necdet: Merak ettiğimiz bir konu da Ankaragücü’nün kongre üyesi olup olmadığınız?<br /></em></strong><br />Sadık – Mehmet – İhsan: Hayır. Kulübün kongre üyesi değiliz.<br /><br /><strong><em>Ziya: Tekrar geçmişe dönersek, Bolu’da oynanan kupa finalinden sonra tel örgülerin üzerinden taraftarların üzerine uçarak atlayan Kaptan Adil’in fotoğrafı Avrupa’da yılın spor fotoğrafı seçilmişti. O anda neler hissetmiştiniz?<br /></em></strong><br />Mehmet: Aslında planlanmış bir şey değildi. Maç bitip de kupayı kazandığımızda sevinçten ne yapacağımızı şaşırmıştık. Tel örgülerin üzerinde taraftarların üzerine ilk atlayan futbolcu İhsan oldu.<br /><br /><strong><em>Necdet: (Gülerek) Hiç yere düşeriz, beton tribüne çakılırız diye bir korku aklınıza gelmedi mi?<br /></em></strong><br />Mehmet: (Gülerek) Taraftarların ellerinin üzerindesin zaten, bir şey olmaz ki!<br /><br />İhsan: Ben, maç sonrasında sevincimizi paylaşmak için taraftarların bulunduğu tribünün önüne gitmiştim. O andaki duygularla tel örgülere nasıl tırmandığımı, taraftarların üzerine nasıl atladığımı anımsamıyorum. Birden kendimi taraftarların ellerinin üzerinde buldum. Beni<br /><br />Mehmet, Adil, Fuat ve diğer futbolcular takip etti. Bolu’dan Ankara’ya muazzam bir konvoyla döndüğümüzü anımsıyorum.<br /><br />Sadık: Ankara’ya geldiğimiz zaman 12 Eylül döneminin sokağa çıkma yasağı olmasına rağmen binlerce kişi Cumhurbaşkanlığı Köşkü önünde muhteşem bir kutlama yapmıştı.<br /><br /><strong>Ziya – Necdet: Bu güzel söyleşi için teşekkür ederiz.<br /></strong><br />Sadık – Mehmet – İhsan: Biz de teşekkür ederiz.<br /><br />ZİYA ADNAN – NECDET ÖZKAZANCI<br />25 ARALIK 2009<br /><br /><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgcn0IEi2U9GqgFJBQHQIZbmK70YNCiUjBwSzfWjtKBZuOJgAx2iHX1yYACD12bhV1HWd7H5PUposXD7Wu8oT_ziq-uv6JCdWhSNmKoGfSvcUOR1n8vozHs9fGmMOYJLfHBNvhrRKyUZQM/s1600-h/Ihsan_Mehmet_Sadik__Ziya_2009.jpg"><img style="MARGIN: 0px 10px 10px 0px; WIDTH: 300px; FLOAT: left; HEIGHT: 189px; CURSOR: hand" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5420060232895658786" border="0" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgcn0IEi2U9GqgFJBQHQIZbmK70YNCiUjBwSzfWjtKBZuOJgAx2iHX1yYACD12bhV1HWd7H5PUposXD7Wu8oT_ziq-uv6JCdWhSNmKoGfSvcUOR1n8vozHs9fGmMOYJLfHBNvhrRKyUZQM/s400/Ihsan_Mehmet_Sadik__Ziya_2009.jpg" /></a><br /><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg_dLxtJsF2QpdGUUhTAFoffzrE3Ez41GGclJc-hM3iawgwmZFqmJt87o9v-fNm3PupSTMB0H2pC581jGufT-zfB9zCLNvTb9zPum6c0hKpKp6fkuKRzQgokOuQEeh-DkM_fbbnNtIuX-I/s1600-h/Ihsan_Mehmet_Sadik_Necdet_2009.jpg"><img style="MARGIN: 0px 0px 10px 10px; WIDTH: 300px; FLOAT: right; HEIGHT: 166px; CURSOR: hand" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5420060402341547394" border="0" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg_dLxtJsF2QpdGUUhTAFoffzrE3Ez41GGclJc-hM3iawgwmZFqmJt87o9v-fNm3PupSTMB0H2pC581jGufT-zfB9zCLNvTb9zPum6c0hKpKp6fkuKRzQgokOuQEeh-DkM_fbbnNtIuX-I/s400/Ihsan_Mehmet_Sadik_Necdet_2009.jpg" /></a><br /><br /><br /><br /><br /><br /><br /><br /><br /><br /><br /><br /><br />Gerek Ankaragücü'nün ve gerekse Gençlerbirliği'nin yöneticileri, üyeleri ve taraftarlarının, bir zamanlar takımlarının formasını giymiş ve emek vermiş futbolcularını unutmamaları, onlara gereken sevgi, saygı ve ilgiyi göstermeleri; onları güzel ve keyifli anılarla her zaman hatırlamaları bir camia olabilmenin, "Biz bir camiayız!" diyebilmenin en önemli koşullarından biridir bence...<br /><br />Ankaragücü'ne, 1981 yılında 2. ligdeyken Türkiye Kupasını kazandıran efsane kadronun efsane futbolcuları Maradona Sadık'a, Hurubeş Mehmet'e ve Deli İhsan'a bu güzel ve keyifli sohbet için bir kez daha teşekkür ederim.Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4543151873768793338.post-20314065483926105472009-11-14T18:59:00.012+02:002009-11-15T16:23:06.800+02:00VELİ NECDET ARIĞ'DAN ANILAR<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEifxkCV22S0t8GqzJk1lEj4EAvXRNt-kDBtqSID5PraebTsiTUbAPVnqCqFfYeJ1aJz5smqBsu2zoz3BGdyOpWZS0B9rHZeHmrd0G7RlE9vLDKuW0t5XTn7EmEKfjJDqO1uIZbGH-IQbm0/s1600-h/veli_necdet_arig_3.jpg"><img style="TEXT-ALIGN: center; MARGIN: 0px auto 10px; WIDTH: 400px; DISPLAY: block; HEIGHT: 248px; CURSOR: hand" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5404031377597084450" border="0" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEifxkCV22S0t8GqzJk1lEj4EAvXRNt-kDBtqSID5PraebTsiTUbAPVnqCqFfYeJ1aJz5smqBsu2zoz3BGdyOpWZS0B9rHZeHmrd0G7RlE9vLDKuW0t5XTn7EmEKfjJDqO1uIZbGH-IQbm0/s400/veli_necdet_arig_3.jpg" /></a><br /><div>Kısa süre önce yitirdiğimiz Zündap Hüseyin’in ardından, Ankara futbolunun çok büyük değerlerinden birini daha, Ankaragücü camiasının Veli Amcasını, Veli Dedesini 86 yaşında yitirdik. Üzüntümüz sözcüklerle anlatılamaz. Ankaragücü camiasının, Ankara futbolunun, acılı ailesinin ve hepimizin başı sağ olsun. Nur içinde yat Veli Amca…<br /><br />Merhum Veli Necdet Arığ’ın 1996 yılında, Ankaragücü’nün 86. yılı anısına yazdığı “MKE ANKARAGÜCÜ BELGESELİ” (228 büyük sayfa) adlı bir kitabı var. Şimdi piyasada bulunmayan, ancak fotokopiyle çoğaltılarak elden ele gezebilen bu müthiş kitapta Ankaragücü’nün bütün tarihi, bilgiler ve anılar çok güzel bir şekilde harmanlanarak anlatılmış. İşte ben de o kitapta yer alan bazı hoş anıları sizlerle paylaşarak Veli Amca’yı ebedi yolculuğuna uğurlamak istedim.<br /><br /><strong>100 LİRALIK DEPLASMAN (1949-50 Sezonu)</strong><br /><br />Sezon başında bazı kulüplere maç teklifi mektupları yazmıştık. Zonguldak ve Konya’dan olumlu cevaplar aldık. Kadro bol olduğu için tertibi ikiye ayırarak Zonguldak ve Konya turnelerine çıktık.<br /><br />Konya kafilesinden Genel Sekreter Veli Necdet, Zonguldak kafilesinden ise Genel Kaptanımız Natık As sorumlu idi. Konya kafilemizde futbolu bırakmış olan kalecimiz Muharrem Gören ile sol açığımız Kenan Çolak’a da yer vermiştik.<br /><br />Konya İdmanyurdu ile iki maç karşılığı 100 Türk Lirasına anlaşmıştık. Evet, yanlış okumadınız: Yüz Türk Lirası… Zonguldak anlaşması ise 500 Türk Lirası idi.<br /><br />Zonguldak’ta Kömürspor ile ilk maçta 1-1 berabere kalmış, ikinci maçımızı 2-0 kazanmıştık. Konya’da, Konya İdmanyurdu ile oynadığımız ilk maç 1-1 berabere sonuçlandı. İkinci karşılaşmada Konya Gençlerbirliği’ne 1-0 yenildik.<br /><br />Konya’da doğru dürüst bir stat yoktu. Her iki karşılaşmayı da mahalle arasındaki okulun bahçesinde oynadık. Stat o kadar küçüktü ki, bir korner atışında Recep Adanır’ın vurduğu top bahçe duvarlarını aşarak caddeye çıktı ve taksinin tekerlekleri arasında kalarak patladı. Baba Recep bu maçta takımımızın formasını ilk defa giymişti. Biliyorsunuz sonra Beşiktaş’a transfer oldu. Yine o devirlerde malzeme bu denli bol değildi. Topun patlayışı üzerine ikinci top temini için 45 dakika beklememiz gerekti.<br /><br />Anlaşma gereğince ödenmesi gereken 100 Türk Lirasının 15 lirasını (B) takımı ile geldiğimiz için ödemediler. 85 liranın 5 lirası ile de Cumartesi ve Pazar maçlarında rakip takımlara verilmek üzere Belediye Bahçesinden aldığımız çiçekler için ödemiştim. Geri kalan 80 lira ise kulübe irad kaydedildi.<br /><br /><em>MKE Ankaragücü Belgeseli (Sayfa: 110)</em><br /><br /><br /><strong>ANKARAGÜCÜ: 7 – GENÇLERBİRLİĞİ: 3 (22.02.1953)</strong><br /><br />Ligin son maçını 22.02.1953 günü Gençlerbirliği ile yapan takımımız sahadan 7-3 gibi açık farklı bir galibiyet ile ayrıldı. Bu sonuç antrenör Natık As’ı şaşırtmıştı. Çünkü daha önceki maçlarda gösterdiği form durumuna göre, değil sahadan galibiyet ile ayrılmak, açık farklı yenilgi korkusu sarmıştı kendisini.<br /><br />Natık As, maç sonrası anı defterine şunları düşmüştü:<br /><br />“Demek ki bir başka oluyormuş Gençlerbirliği maçları. Herhalde ezeli ve ebedi rekabetin verdiği hırsla çocuklar dopinklenmiş olmalılar ki, sahadan 7-3 ayrılmakla kalmadılar, mevsimin en güzel futbolunu da ortaya koyarak maçı izleyen 6 bin seyirciden dakikalarca alkış aldılar. Tüm maçları bu hırsla oynamış olsaydık, Avrupa’da dahi birçok takımlardan galibiyet alabilirdik.”<br /><br /><em>MKE Ankaragücü Belgeseli (Sayfa: 115)</em><br /><br /><br /><strong>BÜYÜK AVRUPA TURNESİ DÖNÜŞÜ BİR ANI (1953)</strong><br /><br />Kulübümüz 2.8.1953 günü Yugoslavya ve Avusturya’yı kapsayan büyük bir turneye çıktı.<br /><br />(…)<br /><br />Kafilemiz yurda dönerken Yugoslavya’ya vizesiz giriş yapmıştı. İnterne edilerek bir otele kapatıldılar. Tercüman Cezmi Başar’ın girişimleri ile, Maribor kulübü ile yapacağımız bir maç karşılığı kafilemize vize sağlandı. Maribor kulübü yöneticileri, maç için helikopterlerle el ilanları attılar. Maçı Cezmi Başar yönetti.<br /><br /><em>MKE Ankaragücü Belgeseli (Sayfa: 115)</em><br /><br /><br /><strong>ANKARAGÜCÜ-HACETTEPE MAÇINDAN BİR ANI (1956-57 SEZONU)</strong><br /><br />Ankara Spor Yazarları Derneği ve Çocuk Esirgeme Kurumu’nun tertip ettiği iki turnuvada da takımımız şampiyon oldu.<br /><br />Ankaragücü ile Hacettepe arasında oynanan Çocuk Esirgeme Kupası finalini bu satırların yazarı Veli Necdet Arığ yönetmişti.<br /><br />Bu karşılaşmanın direk görevlisi değildim. Final maçının hakemi idim. Bir kanattan Ankaragücü, öteki kanattan Hacettepe finale kalınca, devrin Bölge Hakem Komitesi Başkanı Burhan Atakan’a durumumu arz ettim. “Sen saha dışında Ankaragüçlüsün, saha içinde ise hakemsin” diyerek görevden affımı kabul etmedi. Takımımız maçı 3-0 önde götürüyordu. Taç atışı (Ankaragücü lehine) oldu. Atışı Hasan Yedek yapacaktı. Daha önceleri takımımızda da yer almış olan Muzaffer Gür (Miki Muzaffer), “Olur amma, bu kadar taraf tutmak olur” diye karara itirazda bulundu. Hasan Yedek bu itiraza, “Bir taç atışı için bizi tutacaksa, al atışı sen yap!” diye topu kendisine verdi. O sırada Hacettepe’nin sağ beki Karagöz Kemal yanımıza gelerek olaya müdahale etti ve “Top benim ayağımdan taca çıktı. Taç hakkı Ankaragücü’nündür” diyerek topu Hasan Yedek’e verdi. Taç atışını ise Hasan Yedek bilinçli biçimde, itiraz eden Muzaffer Gür’ün ayağına attı.<br /><br />Maçın sonlarına gelinmişti. Hasan Yedek kendi ceza sahası içinde zor görülür bir durumda topu kasten tokatlayınca bastım penaltıyı. Atışı Alaattin Yolaç yaptı. Penaltı gol olmuş ve sahadan 3-1 galip ayrılmıştık. Maç sonrası Hasan Yedek, “O penaltıyı beni kınamak için kasten yaptığını” söylemişti.<br /><br /><em>MKE Ankaragücü Belgeseli (Sayfa: 119, 120)</em><br /><br /><strong>ZATAPEK ALİ-ZAPATEK SALİH (1959-60 SEZONU)</strong><br /><br />Takımımız kümede kalış savaşında Beykoz ile Bursa’da önemli bir karşılaşma oynayacaktı. İstanbul’da sıkıyönetim bulunduğu için maç Bursa’ya alınmıştı. Takımımız kampta idi. Sabri Kiraz, odaları dolaşırken, Kör Salih (Zapatek) ile Ali Yetüt’ün (Zatapek) odalarından sesler geldiğini duydu. Kulak verince şu konuşmaya şahit oldu:<br /><br />Zatapek Ali, Zapatek Salih’e, “Yarınki maçta Allahıma oynayacağım. Yenilgi düşünemiyorum. Mutlaka yeneceğiz” diyordu.<br /><br />Sabri Kiraz, konuşma sonrası olayı şöyle değerlendirmişti.<br /><br />“Ali’yi o maçta oynatmayı düşünmüyordum. Bu konuşma üzerine takıma koydum. Diyebilirim ki o maçı Ali ve Salih aldılar.”<br /><br />Ali ve Salih çok iyi arkadaştılar. Özel yaşantılarında da birbirlerinden ayrıldıkları pek görülmemişti. Bu yüzden Sabri Hoca deplasmanlarda ikisini aynı odaya verirdi. Sabri Hoca, Ali Yetüt’e maçlarda çok koştuğu için Çeklerin ünlü maratoncusu “Zapatek”in adını, birbirlerinden ayrılmadıkları için Salih’e “Zatapek” adını takmıştı.<br /><br />Ali, futbolu bıraktıktan sonra yerleştiği Edirne’de bir trafik kazası sonucu genç yaşta hayatını kaybetti.<br /><br /><em>MKE Ankaragücü Belgeseli (Sayfa: 123, 124)</em><br /><br /><em>Not: Zatapek ile Zapatek o kadar çok kullanılmış ki, Veli Amca bile sonunda birbirine karıştırmış. :)<br /></em><br /><br /><strong>KISSADAN HİSSE BİR ANI (1973)</strong><br /><br />Leed United’in Ankara’daki maçını izlemek üzere, kafile ile birlikte bazı İngiliz basın mensupları da Ankara’ya gelmişlerdi.<br /><br />Leeds United’in İdari Menecerinin ricası üzerine, Genel Kaptanımız Dr.Mehmet Bozdoğan İngiliz basın mensuplarının stada girişlerini sağlamıştı.<br /><br />İkinci karşılaşma da oynanmış, takımımız Avrupa Kupasından elenmişti. Aradan 6 ayı aşkın bir zaman geçmişti.<br /><br />Bir gün kulübümüze, Leeds United kulübünden 25 dolarlık bir havale geldiği görüldü. Dr.Mehmet Bozdoğan havaleyi bankadan çekmiş, kulübe irad kaydetmişti amma, bu paranın gelişine bir anlam verememişti.<br /><br />Sonrası Leeds United kulübünden, kulübümüze resmi antetli bir yazı gelmiş ve mesele o zaman aydınlanmıştı.<br /><br />Dr.Mehmet Bozdoğan, İngiliz basın mensuplarını stada almıştı ya… Gönderilen 25 dolar onların stada giriş ücreti imiş!<br /><br />Ve yazının altındaki not cümlede ise “Gecikmeden dolayı özür dileniyordu…”<br /><br />Demek ki İngiltere’de kraliçenin dahi maçlara ücret ödeyerek girdiği espri değil bir gerçekmiş.<br /><br /><em>MKE Ankaragücü Belgeseli (Sayfa: 140, 141)</em></div>Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4543151873768793338.post-26436408029158149672009-11-14T18:51:00.005+02:002013-05-09T22:45:01.849+03:00ZÜNDAP HÜSEYİN (Veli Necdet Arığ'ın kaleminden)<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhmP64kz8ZQWxLXiCMX3EC1gT_tFRgHWZ-WogekNXU_iqPajEAOdgR6FMsCNs36VssrMGyiYvU5qVT2hgNqVKst-0u3q7FrIPaCJb78hT97A8T2prhuw7272g1o0FazuIPC5xrJSv5we1Y/s1600-h/zundap.jpg"><img alt="" border="0" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5404031860861075506" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhmP64kz8ZQWxLXiCMX3EC1gT_tFRgHWZ-WogekNXU_iqPajEAOdgR6FMsCNs36VssrMGyiYvU5qVT2hgNqVKst-0u3q7FrIPaCJb78hT97A8T2prhuw7272g1o0FazuIPC5xrJSv5we1Y/s400/zundap.jpg" style="cursor: hand; display: block; height: 177px; margin: 0px auto 10px; text-align: center; width: 223px;" /></a><br />
<div>
1930 lu yılların başından itibaren uzun yıllar Gençlerbirliği formasını giyen, Gençlerbirliği tarihinde çok önemli bir yeri olan ve ‘ZÜNDAP HÜSEYİN’ lakabıyla tanınan Hacı Hüseyin Maloğlu 31 Temmuz 2009 günü aramızdan ayrıldı.<br />
<br />
Eski hakemlerden, Zündap Hüseyin’in yakın arkadaşı Veli Necdet Arığ,<span style="font-family: Times, Times New Roman, serif;"> <span style="font-size: 11pt; line-height: 115%;">kısa
bir süre yayında kalan haftalık </span></span>KIRMIZI-BEYAZ Gazetesi’nin 14-20 Haziran 2004 günlü sayısında yayımlanan köşe yazısında Zündap Hüseyin’i anlatmıştı. Güzel anılardan oluşan ve elektronik ortamda kopyası bulunmayan o yazıyı gazeteye bakarak yeniden yazdım ve Zündap Hüseyin’i bir de böyle anmak hoş olur diye düşündüm. Beş yıl önce bu güzel anıları yazıp futbolseverlerle paylaştığı için Veli Necdet Arığ’a da teşekkür ediyor, sağlıklı ve uzun bir ömür diliyorum.<br />
<br />
<strong>ZÜNDAP HÜSEYİN</strong><br />
<br />
Zündap Hüseyin… Hacı Hüseyin Maloğlu…<br />
<br />
Gençlerbirliği’nin 1938-1948 yılları Majino Hattı’nın geçilmez sol beki…<br />
<br />
Hasan Polat, Halim Çorbalı, Hadi Pozan, İbrahim İskeçe gibi Türk futbolunun ünlü isimleri ile forma giydi.<br />
<br />
Gençlerbirliği Dergisi kendisine sayfa ayırarak bazı anılarını okuyucuları ile paylaştı. Paylaşım, sanırım sayfa darlığı nedeniyle noksan kalmıştı.<br />
<br />
Bunları tamamlama sadedinde Hüseyin Maloğlu’nu “Bir de benden dinleyin” diye huzurunuza geldim.<br />
<br />
* * * * * * * *<br />
Zündap Hüseyin’in Gençlerbirliği’nde forma giydiği yıllarda onun yedeği idim. Sonra kendisi ile futbol hakemliğinde meslektaş olduk. Ailelerimiz arasında sıkı bir aile birliği oluştu. Futbol hakemliği seminerlerinde Maloğlu ile aynı odalarda kalır, haftada üç-dört gün de aile beraberliklerimiz olurdu.<br />
<br />
Gençlerbirliği 1940’lı yıllarda özel bir karşılaşma için Kayseri’den davet almıştı. Maç sonrası Gençlerbirliği’nin yollukları ödenmedi. Gerekçe ise hasılat alamamışlar.<br />
<br />
Kayseri’nin Zülküf adında ağır çekim bir boks şampiyonu varmış.<br />
<br />
Sol bek Hüseyin Bey’den gösteri maçı yapması için ricada bulunmuşlar.<br />
<br />
Çaresiz iki boksör ringe çıkmış. Zülküf’ün yumrukları havayı dövüyor. Maloğlu’nda yumruk ne gezer!<br />
<br />
Amma boşluğunu yakalayınca öylesine bir yumruk salladı ki Maloğlu, Zülküf nakavt… Ancak hastanede kendine gelebildi. Boks maçı sonrası Gençlerbirliği’ne ekstra yolluk ödendi.<br />
<br />
Nedenmiş o?<br />
<br />
Kayseri halkı Zülküf’ten yaka silkiyormuş da!<br />
<br />
* * * * * * * *<br />
Hüseyin Maloğlu, 19 Mayıs Stadı’nda maç yönetiyor. Gol sonrası “Ofsayt!” diye tepki aldı.<br />
<br />
Tepkiler üzerine, elini “Güneşten göremedim” anlamında gözlerine siper edince, tribünler kahkahadan inledi. Güneş, Maloğlu’nun gözlerine siper ettiği yönden değil, arkadan geliyordu!<br />
<br />
* * * * * * * *<br />
İzmir’de mayıs ayı seminerinde idik. Seminer açık havada yapılıyordu. Seminer hocası rahmetli Muvahhit Afir, “Top köşe gönderine çarptı, onu devirerek taç hattından oyun dışı oldu. Ne karar verirdiniz?” diye soruyu Hüseyin Maloğlu’na yöneltti. Maloğlu uyukluyordu. Soruyu duymamıştı bile. Dirsek teması komşusu, hınzır oğlu hınzır Nejat Şener ortaya bir “Penaltı” sözcüğü fırlattı. Maloğlu soruyu “Penaltı” diye cevaplayınca, Nejat Şener kaçar, Maloğlu kovalar. Diğerleri de onların peşine düştü. Seminer toz duman olmuştu.<br />
<br />
* * * * * * * *<br />
Maloğlu o akşam hanımı ile birlikte yemeğe gelecekti. Maloğlu Yenimahalle’de, ben Emek’te oturuyordum. Kendilerini karşılamak üzere çıktım kapının önüne. Zündap Hüseyin geldi. Hem de Zündap motoru ile… “E Hüseyin, hanımı getirmedin mi?” diye sormamla birlikte Maloğlu, Zündap’ı öyle bir gazladı ki…<br />
<br />
Sonra döndüler eşi ile birlikte… Meğer ki, Akköprü yakınlarındaki dekovil hattından geçerken motor zıplama yapınca hanım motordan uçmuş! Uçmuş da Maloğlu’nun gıkı bile duymamış. Hanımı, yakındaki karakola almışlar, sarmışlar sarmalamışlar.<br />
<br />
O yemek öylesine zevkli ve neşeli geçmişti ki…<br />
<br />
<em>Veli Necdet Arığ (KIRMIZI-BEYAZ, 14-20 Haziran 2004)</em></div>
Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4543151873768793338.post-4213371100344847572007-12-01T19:04:00.000+02:002007-12-05T01:49:45.863+02:00CAMİNİN ÖNÜNDE BEŞ LİRA BULDUM (28 KASIM 2007)<div align="justify"><strong>Caminin önünde beş lira buldum.<br />Hoppala Hacelim ben buldum.<br />Kımıldama Hacelim ben buldum.<br /><br />Araya araya dengimi buldum.<br />Hele hele Hacelim ben buldum.<br />Goçum da Hacelim ben buldum.<br /><br />Çiki çiki çiki çiki. Şıkıdım şıkıdım.<br />Çiki çiki çiki çiki. Şıkıdım şıkıdım.<br /><br />Karşı karşı yaptıralım damları.<br />Hoppala Hacelim damları.<br />Sürmeli Hacelim damları.<br /><br />Atalım da gasaveti gamları.<br />Hoppala Hacelim gamları.<br />Hele hele Hacelim gamları.<br /><br />Goççuuuum!<br />Çiki çiki çiki çiki. Şıkıdım şıkıdım.<br />Çiki çiki çiki çiki. Şıkıdım şıkıdım.</strong><br /><br />Uzun yıllar önce Polatlı’da, bizim mahalledeki bir ev düğününde oynamıştık bu oyun havasına… Sözleri üç aşağı beş yukarı böyleydi…<br /><br />Niye anımsadım bu oyun havasını?<br /><br />İşte, oyun havasını çalıp söyleyen çalgıcı arkadaşın, caminin önünde beş lira bulduğu gibi, ben de Pazar günü Ankaragücü-Vestel Manisaspor maçından çıkarkene, tribünde yanımda oturan taraftarın koltuğunda bir CD buldum; sanırım orada unutmuştu.<br /><br />Hemen arkasından seslenerek CD’yi gösterdim ve dedim ki: “Hey arkadaş! Bak bu CD’yi unutmuşsun koltukta.”<br /><br />“Yok abi” dedi. “Unutmadım, özellikle bıraktım. İşine yararsa, al senin olsun. Harbiden çok şekilli bir CD, ama benim ihtiyacım kalmadı.”<br /><br />Ben CD’nin içinde ne olduğunu merak ettiğim için sordum: “Nedir bu, müzik CD’si mi?”<br /><br />Başını iki yana sallayarak, “Hayır!” diye yanıt verirkene hınzırca gülümsüyordu.<br /><br />Ben daha da meraklanmıştım. “Video mu yoksa?” dedim.<br /><br />Yine aynı hınzırlıkla gülümseyerek, başını yukarı kaldırdı: “Iıh, video da değil.”<br /><br />Allah allah, müzik CD’si değil, video CD’si değil… Bu, bu, nedir bu?<br /><br />“Yapma bunu, yapma bunu. Ya kardeşim, merakta bırakmasana beni. Söyle ne var bunun içinde?”<br /><br />“Evde bilgisayarın var mı abi?”<br /><br />”Var, ne olacak?”<br /><br />“CD okuyabiliyor mu?”<br /><br />“Okur, okur. O kadar okuryazarlığı var.”<br /><br />“Bilgisayarda CD konulan yer var ya…”<br /><br />“Heee!”<br /><br />“İşte oraya bu CD’yi takıyorsun.”<br /><br />“Taktık.”<br /><br />“İzleyince içinde ne olduğunu görüyorsun. Anladın sen onu.”<br /><br />“Hee, anladım. Öyle olsun bakalım. Sen burada söylemiyorsun yani. Ne yapıyoruz, ne yapıyoruz, evdeki bilgisayarda izliyoruz ve görüyoruz. Virüs neyim değildir inşallah.”<br /><br />“Yok abi yaa, ne virüsü! İzleyince göreceksin bak; şekli şemali yeter valla. İşine çok yarayacak meraklanma. Biz birkaç sene kullandık ve çok istifade ettik. Ama bu sene ihtiyacımız kalmadı gibi...”<br /><br />“Neyse, inşallah işe yarayacak bir şeydir. Yine de teşekkürler.”<br /><br />“Hayırlı uğurlu olsun abi. Allah utandırmasın. Yararını görürsünüz inşallah. İyi günlerde kullanın.”<br /><br />“Sağol goçum.”<br /><br />“Sen de sağol abi. Önümüzdeki maçta CD hakkındaki düşünceni de esirgemezsin artık bizden, öyle değil mi?”<br /><br />“Tabii canım, tabii canım. Ne demek!”<br /><br />Tokalaştık ve ayrıldık. Eve gelince hemen bilgisayarı açtım ve heyecanla CD’yi taktım. Merakla beklediğim an nihayet gelmişti işte. Birden gol sevinci olduğu anlaşılan büyük bir uğultuyla birlikte ekranda bir video görüntüsü belirdi. Ve ardından binlerce kişinin katıldığı müthiş bir tezahürat duyuldu. İki sezon önce, Ankara 19 Mayıs Stadı’ndaki bir maçta Ankaragücü’nün Diyarbakırspor’a attığı bir gol sonrasında tribünlerin coşkuyla söylediği ve zor zamanlarda söylemeye devam ettiği tezahüratın görüntüsüydü bu:<br /><br /><strong>“HÜKÜMET DÜŞER,<br />ENFLASYON DÜŞER,<br />ANKARAGÜCÜ BABAYI DÜŞEER.<br />HAYDA HAYDA NİHAYDA!<br />HAYDA HAYDA NİHAYDA!” </strong><br /><br />Evet, Ankaragüçlü arkadaş en azından şimdilik ihtiyaç duymadığı bu tezahüratı içeren CD’yi, ziyan olmaması ve ihtiyacı olan takım taraftarlarının kullanması için, yanımda oturduğu koltuğa bırakmış; onu bulmak da bir rastlantı sonucu bana düşmüştü.<br /><br />Şimdi, Gençlerbirliği camiası olarak birlik ve beraberliğe her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyduğumuz şu dönemde, bu özlü ve anlamlı tezahüratı tribünde kendimize uyarlayarak kullanma ve videoya kaydetme sırası bizde. Attığımız gollerden sonra bu tezahüratı tribünde söyleyelim ve videoya da kaydedelim ki, bizden sonra ihtiyacı olan takımların taraftarlarına aktarabilelim.<br /><br />O zaman, haydi bakalım!<br /><br /><strong>Atalım da gasaveti gamları.<br />Hoppala Hacelim gamları.<br />Hele hele Hacelim gamları.<br /><br />Goççuuuum!<br />Çiki çiki çiki çiki. Şıkıdım şıkıdım.<br />Çiki çiki çiki çiki. Şıkıdım şıkıdım.</strong><br /><br /><strong>HEP BERABER, ŞAK ŞAK ŞAK ŞAK! HEP BERABER, ŞAK ŞAK ŞAK ŞAK! AYAĞA AYAĞA, MARATONUM AYAĞA! AYAĞA AYAĞA, MARATONUM AYAĞA! LÜTFEN AYAĞA KALKAR MISINIZ! LÜTFEN AYAĞA KALKAR MISINIZ!</strong><br /><br />Amanın Çakır kaptı topu! Hadi aslanım benim. Şimdi çakacak bak. Vur goçum vur! Vuur, vuur! Vur da gol olsun be, vuur! Vursana laan, vuur! Vur işte be, vuur! GOOOOOOLLLLLL! GOOOOOOLLLLLL! İşte bu! İşte buu! Hey yavrum bee! Goçum benim, aslanım beniim! Çak babadostu, çak!<br /><br /><strong>“HÜKÜMET DÜŞER,<br />ENFLASYON DÜŞER,<br />GENÇLERBİRLİĞİ BABAYI DÜŞEER.<br />HAYDA HAYDA NİHAYDA!<br />HAYDA HAYDA NİHAYDA!”</strong><br /><br />Ankara, 28 Kasım 2007</div>Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4543151873768793338.post-69097741114228620812007-12-01T19:03:00.000+02:002007-12-03T02:16:19.472+02:00ROBERTO CARLOS TAMAM... ADRİANO SIRADA... TOMBALAK RONALDO! (23 HAZİRAN 2007)<div align="justify">Bugün bizim Emre’nin Babası’nı dükkanında ziyaret ettim. Amacım bir yandan hasret giderirkene öte yandan da artık Fenerli olduğumu kendisine söylemekti. Böylesine önemli bir haberi başkasından değil de benden duysun istemiştim. Nitekim çayımızı kahvemizi içtikten sonra muhabbet ederkene birdenbire baklayı ağzımdan çıkarıp, “Gerçi özellikle sen ve Akşit Bey ağabeyimiz başta olmak üzere herkes çok kızacak ama şunu açık seçik ifade etmek zorundayım ki, Fenerbahçe Roberto Carlos’u transfer etti ya, işte ben o günden beri Fener’i tutuyorum teyzemin oğlu!” deyiverdim.<br /><br />Bizimki bir şaşırdı, bir şaşırdı; şaşkınlıktan neredeyse küçük dilini yutacaktı. “Olamaz! Bu da nereden çıktı? Şaka yapıyorsun herhalde. Tamam, şaka yapıyorsun anladık da bu nasıl bir şakadır; bu nasıl bir şaka yapma anlayışıdır babadostu?” diyerek, şaşkınlıkla karışık sitemkar bir söylemde bulundu.<br /><br />Ben de kendisine şaka yapmadığımı, çok ciddi olduğumu belirterek, olan biteni hiçbir şey saklamadan açık seçik anlattım. Son derece ikna edici olan sözlerim Emre’nin Babası’nı çok etkilemiş olacak ki, benim Fener’e geçmemi anlayışla karşılamakla kalmadı; bir de: “Çok iyi etmişsin be teyzemin oğlu! Senin yerinde ben de olsaydım aynı şeyi yapardım. Bu nedenle seni bu isabetli kararından dolayı tebrik ediyor, bundan sonraki taraftarlık yaşamında başarılar diliyorum. Fenerli olmanın şerefine şu elimde gördüğün Yeni Aktüel dergisinin 31 Mayıs 2007 tarihli sayısını da sana armağan ediyorum ki, senin gibi çiçeği burnunda yeni bir Fenerliye verilebilecek daha güzel bir hediye olamazdı. Bak, yaklaşık 90 sayfası Fener’in 100. yılına ayrılmış. İçinde Fener’in İstanbul’un işgali sırasında işgal kuvvetlerinin takımlarını bileğinin hakkıyla defalarca yenerek İstanbul halkının moralini nasıl düzelttiği, 1923 yılındaki General Harrington Kupası’nı nasıl kazandığı gibi ilginç bilgiler de var. Okur ve bilgilenirsin. Ne güzel!” diyerek dergiyi elime tutuşturdu.<br /><br />Bu sefer şaşırma sırası bana gelmişti. “Yani, sen şimdi bana kızmadın mı emmimin oğlu?” diye sordum.<br /><br />Şefkatle gülümseyerek, “Sana niye kızayım ki gardaşım?” dedi. “Sana niye kızayım ki? Bir gün herkes Fenerli olacak nasıl olsa! Bundan kaçış yok yani. Ama şu da var ki, çok önemli bir karar verdiğin için bunu sitede yazarak açıklaman ve site ahalisini de bilgilendirmen doğru olur halamın oğlu. Zaten aylardan beri yoksun ortalıkta. Bu açıklamayı bizzat senden duymak isteriz hepimiz.”<br /><br />Tabii bu durumda, ben de mecburen bu konuda gerekli açıklamayı yaparak tüm arkadaşlarımı bilgilendirmenin şart olduğu sonucuna vardım. Evet arkadaşlar, bilindiği gibi birkaç aydan beri siteden, Gençlerbirliği ve Ankaragücü maçlarından uzak kaldım. Bu arada televizyon ve gazetelerde her zaman çok büyük bir yeri ve haber değeri bulunan ve 100. yılında lig şampiyonu olan Fenerbahçe'nin bu büyük başarısına ilişkin yoğun haber ve yorumların da etkisiyle birazcık Fenerbahçe'ye meylettim. Hele transfer döneminde Türkiye'de hiçbir kulübün transfer edemeyeceği Roberto Carlos gibi bir yıldızı transfer edip, hem de stadyumda imzayı attırınca, arkasından bir de “Roberto Carlos Show” yaptırınca, “İşte, ben böyle bir kulübün taraftarı olmalıyım. Benim özlemlerimi, Türkiye’de ancak Fenerbahçe gibi bir kulüp giderebilir!” diyerekten Fenerbahçe taraftarlığına transfer oldum ben de. Şimdi büyük başkanımızdan beklentim Adriano'nun da bir an önce Fenerbahçemiz'e kazandırılması ve takımın yurt dışında yapacağı kamp çalışmalarına katılarak Osnabruck İdmanyurdu, Bochum (af edersiniz) Yıldızspor, Kölün Türkgücü gibi güçlü takımlarla yapacağı hazırlık maçlarında oynaması; gol üstüne gol atması... Bu maçları da D-Smart’tan canlı olarak izleme olanağı bulacağız ki bu da önemli bir kazanım bizim için. Eee, Fenerium'da peynir ekmek gibi satılacak olan Roberto Carlos formalarından biri de yakışır bize yani. Ama Adriano'yu transfer edersek, belki de Adriano'nun formasını alırım, belli olmaz. Büyük başkanımız Ronaldo’yu da almak istemiş ama Ronaldo gelmemiş. Gelmezsen gelme lan! Pek lazımdın sanki! Yiyip yiyip şişmişsin, tombalak sen de! Ne yapacağız senin gibi tombalağı! Zaten gelsen de oynayamazdın kine!<br /><br />Bu arada büyük başkanımız Gençlerbirliği'nden Mehmet Çakır'ı da istemiş. Başkanımızın Alex'e benzettiği Mehmet Çakır için İlhan Cavcav 5.000.000 euro fiyat biçmiş. Cavcav’a bak la! Bu kadar da olmaz yani. Fenerbahçemiz, büyük başkanımız parayı sokaktan mı topluyor kardeşim? Ne bu böyle? Neyse, Roberto Carlos’u getiren uçaktan çıkan Gençlerbirliği başkan vekili Tarık Bey, Cavcav’ı yumuşatıp sonradan biraz indirim yaptırır nasıl olsa. Dolayısıyla Mehmet Çakır da büyük bir ihtimalle seneye bizde oynayacak. Vederson'u da almışız ki, Çakır da gelirse takım bayağı iyi olacak.<br /><br />Ankara'daki Fenerli arkadaşlarla da konuştuk. Bu sezon maçları atkı ve formalarımızla Dikmen'deki Platin'de, 150 ekran dev televizyonda izleyeceğiz. Mehmet Çakır’ı da alırsak maçları Platin’de izlerkene, Ankaralı Fenerli arkadaşları “ÇAK ÇAK ÇAK ÇAKIR!” diye bağırtırım; bu konuda deneyimliyim ne de olsa. Gerçi Çakır Fener’e gelirse Gençlerli arkadaşlar kızarlar ama ne yapalım, futbol bu!<br /><br />Bu arada, sakın yanlış anlaşılmasın; Gençlerbirliği ve Ankaragücü’ne olan sempatim devam ediyor. Ankaragücü ve Gençlerbirliği taraftarı arkadaşlar, Anadolu takımlarıyla yapacakları maçlara davet ederlerse, onlardaki fazla kombinelerin –tabii yönetim kombine çıkartırsa- boşa gitmemesi için arada sırada izlemek için gelebilirim yani. Gençlerli ve Ankaragüçlü arkadaşların çektiği eziyetlere bir Ankaralı Fenerli olarak üzülüyorum ama elimden bir şey gelmiyor ne yazık ki. Biraz daha aktif olur, biraz daha uğraşırlarsa sorunların bir kısmını çözebilirler belki.<br /><br />Neyse, bırakalım şimdi bu sıkıcı konuyu da gelelim kadromuza… Alex, Dievid, Edu, Roberto Carlos, Adriano, Vederson, Mehmet Aurelio, Appiah, Mehmet Çakır ve daha kimler kimler… Vay anam vay! Kadrodaki futbolculara dikiz yahu! Var mı böyle bir kadro be! Hele bir de yabancı kısıtlaması kalkarsa, var ya, gel keyfim gel! Bu sezon Şampiyonlar Ligi kesin bizim! Bu kadar kesin konuşuyorum ve aha şuraya yazıyorum işte! Var mı daha ötesi?<br /><br />Yalnız şu Cimbomlulara çok kafam bozuldu.<br /><br />Neden?<br /><br />Çünkü Ali Sami Yen’deki son maçta Fener’i alkışlamadıkları gibi ortalığı da tarumar ettiler. Oysa Fenerli taraftarların maçlarda hep söyledikleri bir tezahürat vardı: “EN BÜYÜK FENER… ŞAMPİYON FENER… ALKIŞLAYIN ULAN İNEKLER!” Buna karşılık siz ne diyordunuz? “EN BÜYÜK FENER… ŞAMPİYON FENER… GÜLDÜRMEYİN ULAN İNEKLER!” Peki, sonunda ne oldu? Fener şampiyon oldu. Demek ki neymiş? Ama görür onlar. Dikmen'deki Platin’de, dev ekranda izleyeceğimiz ilk Cimbom derbisinde “EN BÜYÜK FENER… ŞAMPİYON FENER… ALKIŞLAYIN ULAN İNEKLER!” diye bağıracağız. Geçen gün bizim Roberto Carlos da imzayı atarkene “EN BÜYÜK FENER… ŞAMPİYON FENER…” dedi, gerisini getiremedi. Ama yeteri kadar Türkçe öğrenince gerisini de getirecek; hiç merak etmeyin arkadaşlar.<br /><br />Bir de var ya, bu Cimbomlular Alpet reklamına da çok bozulmuşlar tamam mı? Hani efsane başkanımız Ali Şen, benzini bittiği için yolda kalan Cimbomlu gençlere yardım edip, arabalarına Alpet’ten benzin koyduruyor da Cimbomlu gençler de “KİM KOYARSA KOYSUN… ALLAH RAZI OLSUN… TOROJET KOYANA… CANIM FEDA OLSUN… CANIM FEDA OLSUN… OOOOO!” diye tezahürat yapıyorlar ya. O reklam işte. Neymiş efendim, Cimbom’u aşağılıyormuş. Ne var bunda la? Efsane başkanımızın yüreği dayanmamış, Cimbomlu gençlere yardım etmiş. Özhan Canaydın olsa yapar mıydı bu yardımı? Ha, yapar mıydı? Tabii canım, tabii canım! Lafla dedem de yapardı. Adamın kendi kulübüne hayrı yok la! Nerede kaldı ki Cimbomlu gençlerin arabasına Torojet koyduracak! Ama bizim efsane başkan öyle mi? Hiç ikiletmeden Torojet’i koyduruverdi valla!<br /><br />Neyse, çok kızdığım ve üzüldüğüm bir konu daha var. Onu da söyleyeyim de içimde kalmasın. Yahu bu Rüştü, Mehmet Yozgatlı, Ümit, Serkan, Tuncay nasıl adamlar la? Bunlar nasıl Fenerli la? Parayı görünce bırakıverdiler koca Fener’i. Hele o Rüştü! La oğlum, sen bu takımın kaptanlığını yapmış bir adamsın la! Bu kadar kolay mı çekip gitmek? Yok Zico Rüştü’yü üçüncü kaleci yapacakmış da, yok bilmem neymiş de. Çalış, formayı kap, oyna goçum. Koskoca Fener bu. Formasını giymek kolay değil tabii. Aklınca Fener’in kalecisiz kalacağını hesaplıyorsun değil mi? MUAHHAHAHAHAHAHA! Biz en iyi kaleciyi alırız aslanım. Sen keyfine bak. İstesek Zubizaretta’yı bile getiririz. Ya Tuncay? O da sapıtmış, İngiltere’de oynayacağım diye gezip duruyor ortada. Hepsi hain bunların la, hepsi hain valla! Ama farkında olmadıkları bir nokta var. Bunların gidişinden Fener’in kazancı tam 5,8 milyon euro! Bugünkü gazetede okuduğuma göre bu kadar parayı vermekten kurtuluyoruz. Büyük başkan, o paraya yıldız bir santrfor daha getirecekmiş. Helal olsun sana büyük başkan, helal olsun!<br /><br />Bu arada Beşiktaş da bizim safraları toplaya toplaya bitiremedi yahu! Hani var ya, birkaç futbolcumuzu daha alsalar, Mustafa Denizli’nin şampiyon yaptığı Fener’in kadrosu komple Beşiktaş’a geçmiş olacak. O takımın başına bir de Mustafa Denizli’yi getirdin mi tam nostalji takımı olur valla. MUAHHAHAHAHAHAHA!<br /><br />Tabii, artık Fenerli olmuş bir Ankaralı olarak yalnızca Cimbomlulara ve Beşiktaşlılara kızmıyorum. Fenerbahçe’nin Kadıköy’de Denizlispor’la berabere kaldığı maç sonrasında “YÖNETİM, BU TAKIM SENİN ESERİN!” diye tezahürat yapan bazı nankör Fenerlilere de kızgınım. Bu takım tabii ki yönetimin eseri, başka kimin eseri olacak? Maçları kazanırken iyiydi, öyle değil mi? Nankörler!<br /><br />İşte böyle. Fenerli olmak da kolay değilmiş be kardeşim! Medyada doğru yanlış, yerli yersiz bir sürü haber çıkıyor. Meşgul oluyor insanın kafası yani. Şimdi daha iyi anladım Fenerli arkadaşların ikide bir niye “Herkes Fenerbahçeli olamaz. Fenerli olmak bir ayrıcalıktır!” dediğini. Evet, arkadaşlar gerçekten de öyle. Herkes Fenerli olamaz! Neden? Çünkü Fenerli olmak kolay değil de ondan. Ama beri yandan da 73 milyonluk ülkede 35 milyon taraftarı bulunan bir takımın taraftarı olma ayrıcalığını elde eden şanslı insanlardan biri de sen oluyorsun. Bu da az şey değil yani. Bir de şu önemli söz var ki onu da belirtmeden geçmeyelim burada: “Bir gün herkes Fenerbahçeli olacak!” Evet, Fenerli olduktan sonra ben de yürekten inandım bu söze.<br /><br />Neyse Fenerli olduk ya artık. Aynı zamanda Gençlerbirliği üyesi de olan iyi bir Ankaralı Fenerli olarak en önemli hedeflerimden biri, yönetimdeki büyüklerimizin yolundan gidip, ileride Gençlerbirliği yönetimine girmek olacak. Bir aksilik olur da Gençlerbirliği yönetimine giremezsem, ben de Ankaragücü’ne üye olup, onun yönetimine girerim. Kendisi de iyi bir Fenerbahçe üyesi olan Ankaragücü başkanı Cemal Aydın sanırım bir kolaylık gösterir bu konuda. Ben de altında kalmam canım, bir Ankaragücü yönetim kurulu üyesi olarak Fener’e elimden geldiğince hizmet etmeye çalışırım yani. İnşallah bir gün ben de İspanya’dan, Brezilya’dan Fener’e transfer ettiğimiz futbolcularla birlikte uçaktan ineceğim. İmza törenlerine katılacağım. Allah o günleri bana da gösterecek. Kim bilir, belki de İlhan Cavcav ile büyük başkanımızı barıştırmak ya da Cemal Aydın’ı Fener’in disiplin kurulundan kurtarmak ve Fener’in Ankaragücü ile içeride-dışarıda oynadığı bütün maçlarda çubuklu formayı giymesini sağlamak da bana nasip olur. Olur mu olur! İlk adımı attım çünkü. Gerisi nasıl olsa gelir.<br /><br />Ne yalan söyleyeyim, çok mutluyum, çok! Bunu niye şimdiye kadar düşünememişim de her sezon eziyet üstüne eziyet çekmişim hayret ediyorum doğrusu!<br /><br />23 Haziran 2007</div>Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4543151873768793338.post-47471157392093398272007-12-01T19:01:00.000+02:002007-12-04T16:41:52.624+02:00BEŞTEPE'DE... DİNEKTEPE'DE... (26 ARALIK 2006)<div align="justify"><strong>BEŞTEPE’DE...</strong><br /><br />Tribün hikayelerinden oluşan “YENİLSEN DE YENSEN DE” adlı kitabımı Nisan 2004’de yayımladıktan sonra Gençlerbirliği, 5 Mayıs 2004 günü İstanbul’da Olimpiyat Stadındaki Türkiye Kupası final maçında Trabzonspor’a 4-0 yenilerek kupayı kaybetti.<br /><br />Her iki takım da bileklerinin hakkıyla bir çok takımı eleyerek buraya kadar gelmiş ve iki kez üst üste final maçı oynama onurunu kazanmışlardı. Doğal olarak bu takımlardan biri kupayı kazanacak, diğeri ise kaybedecekti. Dolayısıyla da bu final maçının hem seyirciler hem de sahadaki futbolcular bakımından adına yakışır bir şekilde, bir şölen, bir karnaval havasında oynanması gerekiyordu. Ama olmadı. Bizim gibi futbola gönül vermiş, takımını çok seven, onu bu final maçında gururla izlemek için işini gücünü bırakıp neşe içinde İstanbul yolculuğuna çıkan centilmen Gençlerbirliği taraftarlarını çok üzen ve derinden yaralayan utanç verici olaylar kupayı yitirme üzüntüsünün çok önüne geçti.<br /><br />Bu maça ilişkin düşüncelerimi http://www.alkaralar.com/ yazdığım “YENMEK VE YENİLMEK” başlıklı yazımda belirttim.<br /><br />Ardından 2003-2004 futbol sezonu bitti. Kulüp yönetimi, Milli Takım Teknik Direktörlüğü görevine getirilen Ersun Yanal’ın yerine Erdoğan Arıca ile anlaştı.<br /><br />Oysa neredeyse tüm taraftarlar Gençlerbirliği teknik direktörlüğüne Aykut Kocaman’ı yakıştırıyorlar ve onun göreve getirilmesini istiyorlardı. Bunun için sezonun son maçında “KOCAMAN TAKIMA KOCAMAN HOCA” sloganını pankart haline getirip tribüne astılar. Ama kulüp yönetimi Erdoğan Arıca’da ısrarlıydı.<br /><br />2004-2005 sezonuna deneyimli ama yorgun futbolculardan kurulu bir kadroyla giren ve takımı yeterince gençleştiremeyen Erdoğan Arıca başarılı olamayınca istifa etmek zorunda kaldı.<br /><br />Bu istifa, kulüp yönetiminin yaptığı yanlıştan dönmesi için bir fırsattı. Ama kulüp yönetimi bu fırsatı kullanamadı ve bir yanlış daha yaparak, deneyimsiz bir teknik adam olan Oğuz Çetin’i göreve getirdi. O da başarılı olamadı. Takım kupadan elendi ve ligde de küme düşme korkusu yaşamaya başladı. Bunun üzerine Oğuz Çetin de görevden ayrılmak zorunda kaldı.<br /><br />Daha 2004-2005 sezonunun ilk yarısı bitmeden iki teknik direktörle yollarını ayıran Gençlerbirliği’nin üçüncü teknik direktörü Ziya Doğan oldu. Ziya Doğan göreve gelince bir yandan dağılmış ve özgüveni kalmamış takımı toparlamaya diğer yandan da Hakan Aslantaş, Uğur Boral, Erhan gibi genellikle (A) takımda yedek kalan ya da altyapıda bulunan yetenekli genç futbolcuları da birer birer takıma kazandırmaya çalıştı. Bunun sonucunda başarılı sonuçlar da ard arda gelmeye başladı. Ziya Hoca ile çok güzel ve keyifli günler geçirdik. Öyle ki son maçlarda taraftarlar olarak büyük bir keyifle “BEŞİNCİ OLMAMIZ ENGELLENEMEZ!” diye tezahürat yapmaya başlamıştık. Nitekim takım, ligi beşinci olarak bitirdi.<br /><br />Bu arada, Karşıyaka’yla anlaşan genel menajer Cem Onuk görevinden ayrılmış; bu davranışa çok kızan başkan İlhan Cavcav’ın “Ölürsem kabrime gelmesin istemem!” mealinde sözler söylediği bile basında dile getirilmişti. Cem Onuk’un görevini de genç menajer Hasan Çetinkaya üstlenmişti.<br /><br />2005-2006 sezonuna da teknik direktör olarak başlayan Ziya Doğan, bu kez ASAŞ’tan Mehmet Çakır, Gökhan Gönül gibi genç yetenekleri de (A) takım kadrosuna aldı. Nijerya Genç Milli Takımının kaptanı İsaac Promise de transfer edilerek oldukça genç bir takımla sezona başlandı ama ne yazık ki beklenen başarı gelmedi. Bunun üzerine Ziya Doğan görevinden istifa etmek zorunda kaldı.<br /><br />Kulüp yönetiminin teknik direktör olarak göreve getirdiği yeni isim ise daha önce de Gençlerbirliği’nde ve (A) Milli Takımda Ersun Yanal’ın yardımcısı olarak görev yapan Mesut Bakkal oldu. Mesut Bakkal, elindeki kadroyu ve kendisine verilen şansı çok iyi kullandı. Takım ard arda aldığı başarılı sonuçlarla UEFA Kupasına katılma şansını yükseltti.<br /><br />Ve ne olduysa işte o günlerde oldu. Takım, ligin ikinci yarısında tam gaz UEFA şansını zorlarken, Cem Onuk’un Karşıyaka’dan ayrılıp yeniden Gençlerbirliği’ne döndüğü haberleri kulüp çevrelerinde yayılmaya başladı. Ama sonradan öğrenildi ki yalnızca Cem Onuk değil, Merkez Hakem Kurulu Başkanlığı görevi sona eren Ufuk Özertem de kulübe geri dönmüştü.<br /><br />Bu dönüş sonrasında yapılan zamansız operasyon kulübü karıştırdı. Başkan Vekili Atilla Aytek ve arkadaşları buna karşı olduklarını belirttiler. Başkan İlhan Cavcav, tüm uyarılara kulaklarını tıkadı ve kendi bildiğini yaptı. Bunun üzerine Atilla Aytek, Mayıs ayında yapılacak olağan genel kurulda başkanlığa aday olduğunu açıkladı.<br /><br />Ve İlhan Cavcav ile ekibi -belki de birilerinin önerisiyle- bugüne kadar hiç yapmadığı ve Gençlerbirliği’ne hiç yakışmayan bir şeyi yaptı. Büyük bir telaşla, alelacele yeni üye kaydına başlandı. Bir açıklamaya göre, çok kısa bir süre içinde kulübe 1000’in üzerinde yeni üye kaydedildi. İşlem o kadar pervasız yapıldı ki, muhalif üyelerin bu konudaki itirazlarına karşı onları yalanlayan ya da kendi yaptıklarını savunan ve kamuoyunu tatmin edecek şekilde aydınlatan bir yanıt bile verilmedi. Atilla Aytek ve arkadaşlarının yeni kaydedilen üyelerin genel kurula katılamaması için ihtiyati tedbir konulması istemiyle mahkemeye yaptıkları başvuru da kabul edilmedi.<br /><br />İlhan Cavcav, sağduyusunu o kadar yitirmişti ki, kulübe canla başla hizmet eden ve uzun yıllar boyunca da hizmet etmek isteyen, üstelik bu sezon çok başarılı da olan genç menajer Hasan Çetinkaya’yı “24 yaşındaki çocuk ne anlar futbolcudan” gibi sözlerle aşağılayarak Cem Onuk’u yeniden göreve getirmesini savunmaya çalıştı.<br /><br />Genel kurul günü gelip çattığında, daha önce tutulan 400 kişilik salon ve çevresi, çok kısa bir sürede kaydedilen yeni üyelerin de katılmasıyla tam bir keşmekeş ve kargaşa alanına döndü. Yüzlerce üye salon dışında kaldı.<br /><br />Başkan İlhan Cavcav, yeni kaydedilen üyelerin çoğunlukta olduğu salonda dişe dokunur hiçbir şey söylemeden, bu üyelerin alkışları ve daha önce maçlarda zaman zaman kendisini istifaya davet eden bazı taraftarların “Taraftarız biz, çekeriz cefa; İlhan Cavcav bizi bırakma!” tezahüratları arasında kürsüden indi.<br /><br />Seçime geçildiğinde, aidatları başkaları tarafından ödenen ve Gençlerbirliği ile uzaktan yakından ilgisi olmayan yüzlerce insan, birilerinin “Turuncu listeyi zarfa koyup atacaksın, unutma!” yönlendirmesiyle kulübü yönetecek kişileri seçmek için oy kullandı.<br /><br />Ve sonuç: İlhan Cavcav’ın turuncu listesi, Atilla Aytek’in kırmızı listesi karşısında ezici çoğunlukla büyük bir “Pirus Zaferi” kazandı.<br /><br />Bunun üzerine Atilla Aytek ve arkadaşları genel kurulun iptali için mahkemede dava açtılar.<br />Bu gelişmelerden olumsuz yönde etkilenmesi kaçınılmaz olan takım üçüncülüğü kıl payı kaçırdı ve UEFA Kupasına katılma şansını yitirdi.<br /><br />İlhan Cavcav ile Atilla Aytek ve arkadaşlarının arası öyle açılmıştı ki, kulübün basın sözcüsü Muammer Akyüz’ün oğlunun sünnet düğününe davet ettiği Atilla Aytek ve arkadaşlarını gören İlhan Cavcav’ın, arkadaşlarını da alarak düğünü terk etmesi gazetelere haber oldu.<br /><br />Bu arada başka bir ilginç gelişme de Gençlerbirliği Taraftarları Derneği’nde yaşandı. Dernek Başkanı Cumali Çalışkan görevi bıraktı. Yapılan genel kurulda başkanlığa iki aday vardı: Zeki Celasun ve Murat Kahramaner. Seçimi Murat Kahramaner ve listesi kazandı. 19 Mayıs Stadı’nın karşısındaki binasından Maltepe’deki eski kulüp binasına taşınmış olan Gençlerbirliği Taraftarları Derneği’nin başkanı Cumali Çalışkan’ın kulüp yönetimine yeterli destek vermediği gerekçesiyle görevinden ayrılmaya ve seçimde de Murat Kahramaner’e destek vermeye zorlandığı söylentileri uzun süre gündemde kaldı.<br /><br />Ve 2006-2007 sezonu bu koşullarda başladı.<br /><br />Takım pek tat vermiyor; iyi sonuçlar alamıyordu.<br /><br />Ve Gençlerbirliği’nin Ankara’da Vestel Manisaspor karşısında aldığı 5-0’lık yenilgi bardağı taşıran son damla oldu. Maraton tribünündeki taraftarlar maçın sonlarına doğru kulüp yönetimini istifaya davet etmeye başladılar. Bunun üzerine her nasılsa kapısı açılmış olan Gecekondu tribününden çıkan bir grup, “ÇIK MARATON, ÇIK MARATON, DIŞARIYA ÇIK MARATON. EMANETİ GÖR, SALLAMAYI GÖR, DELİKANLI KİM MARATON?!” diye tezahürat yaparak yine her nasılsa kapısı açılmış olan Maraton tribününe girip taraftarlara saldırdı. Taraftarları centilmenlikleriyle tanınmış olan ve 2005-2006 sezonunda Futbol Federasyonu tarafından mavi bayrak ile ödüllendirilen Gençlerbirliği için çok üzücü ve utanç verici olan bu olay, 19 Mayıs Stadı’ndaki güvenlik zafiyetini de açık bir biçimde ortaya koymuştu. Ancak ne yazık ki birçok spor yazarı tarafından da yazılıp çizilen bu konuda Ankara Emniyet Müdürlüğü’ne yapılan başvurulardan herhangi bir sonuç çıkmadı.<br /><br />Bu arada kulüpte sular bir türlü durulmuyordu. İlhan Cavcav başkanlığındaki kulüp yönetimi, Alternatif Yönetimde yer alan Atilla Aytek, Zeki Ünaldı, Yaşar Durak, Muzaffer Özbayrak, Ali Rıza Onat, Bülent Atlas ve Fatih Dağcı’nın yönetim aleyhinde faaliyet gösterdiklerini, başkana hakaret ettiklerini ileri sürerek üyelikten ihraç istemiyle disiplin kuruluna sevk etti. İşin ilginç yanı, bu kişilerin, genel kurulun iptali amacıyla mahkemede dava açan kişiler olmasıydı.<br /><br />Mayıs ayında yapılan genel kurulda İlhan Cavcav’ın listesinden seçilmiş olan Disiplin Kurulu da Atilla Aytek, Zeki Ünaldı, Yaşar Durak, Muzaffer Özbayrak ve Bülent Atlas’ın kesin ihracına, Ali Rıza Onat’ın bir yıl ve Fatih Dağcı’nın ise altı ay süreyle kulüp üyeliklerinin askıya alınmasına karar verdi.<br /><br />Bir zamanlar omuz omuza çalıştığın ve çok yakın olduğun arkadaşlarını keyfi gerekçeler yaratarak üyelikten çıkarmak bu kadar basitti işte, bu kadar basit!<br /><br />Genel kurulun iptali davasının görüldüğü mahkeme ise bilirkişiden gelen rapor doğrultusunda iptal isteminin reddine karar verdi. Atilla Aytek ve arkadaşları, bilirkişi raporuna itiraz ettiler ve bilirkişinin tehdit edildiğini ileri sürdüler. Ancak bu itiraz mahkemece dikkate alınmadı.<br /><br />İşte böyle…<br /><br />Ama şu da var ki, gerek disiplin kurulunun üyelikten çıkarma kararının ve gerekse genel kurulun iptali konusunda henüz her şey bitmiş değil. Her iki konuda da yargı süreci devam edecek ve kimin haklı olduğuna yüce yargı karar verecek.<br /><br /><br /><strong>DİNEKTEPE’DE...</strong><br /><br />Geçenlerde bizim Emre’nin Babası’nı dükkanında ziyaret ettim. Siyaset, sanat, edebiyat, spor alanında gayet önemli konulara parmak basarak sohbet ettik; fikir teatisinde bulunduk. Sonra da söz, uzun zamandan beri görmediğimiz Hamdullah Abi’ye gelip dayanınca bizim babadostu soruyu patlattı: “Yahu teyzemin oğlu, bu Hamdullah Abi’yi hiç göremiyoruz son zamanlarda. Maçlara da gelmiyor. Hem merak ettim hem de özledim valla. Nerededir, ne yapar, ne eder?”<br /><br />“Valla babadostu” dedim. “Bildiğim kadarıyla tribünde taraftarlar kendisine tezahürat yapmadığı için gelmiyor maçlara. Eylülde bir çayını içmek için Dinektepe’deki kahvesine gittiğimde böyle söylemişti. Çok üzülüyormuş kendisine tezahürat yapılmamasına.”<br /><br />Emre’nin Babası kısa bir süre düşündükten sonra: “Sen Dinektepe’ye gittiğinde ben yoktum halamın oğlu. Biliyorsun, Ayvalık’ta olduğum için gelememiştim. O zaman bu Cumartesi günü gidip bir ziyaret edelim abimizi be usta! Ne dersin, belki bizi görünce yumuşar da maçlara yeniden gelmeye başlar.”<br /><br />Böyle kral bir öneriyi reddedemezdim. Hemen üstüne atladım. “Ne demek gardaşım!” dedim. “Ne demek! Hamdullah Abi’yi bir ziyaret edip çayını içmek bize de iyi gelir. Ben de özlemiştim zaten kendisini.”<br /><br />Böylece geçen Cumartesi günü öğleden sonra bizim Emre’nin Babası’nın full otomatik arabasına atladığımız gibi soluğu Hamdullah Abi’nin Dinektepe’deki “Alkara Kıraathanesi”nde aldık.<br /><br />Kahvenin kapısında bizi görünce “Vay, kimler gelmiş böyle? Hele gardaşlarıma! Siz buraların yolunu bilir miydiniz yahu? Hangi rüzgar attı sizi Dinektepe’ye?” diyerek ayağa kalkan Hamdullah Abi’yle öpüşüp kucaklaştıktan sonra masasına çöktük.<br /><br />Bu arada başka bir masada okey oynayanları yancı olarak izlemekte olan Dinektepespor Asbaşkanı Altındiş Hulusi de oyunu bırakıp yanımıza geldi: “Ooo, aman da aman, aman. Kimler gelmiş, kimler gelmiş?”<br /><br />“Vay! Hulusi de buradaymış” diyerek ayağa kalktık ve daha önce de birkaç kez geldiğimiz Dinektepe’de Hamdullah Abi aracılığıyla tanışıp arkadaş olduğumuz Hulusi’yle de kucaklaştık. Bir sandalye çekerek masamıza oturan Hulusi, altın dişini göstererek güldü: “Ben de biraz önce Hamdullah Abi’ye sizi sorduydumdu; nerede bunlar, hiç görüşemiyoruz diye. Öyle değil mi Hamdullah Abi?”<br /><br />Hamdullah Abi Hulusi’yi onaylayarak gülümsedi. Ardından da sordu: “Çay taze gardaşlarım, içelim mi birer tane? İçimiz ısınır.” Emre’nin Babası, “İyi olur Hamdullah Abi be!” deyince, masanın hemen arkasındaki ocakçıya seslendi: “Zekai, bize dört tane demli çay ver ordan yeğenim.”<br /><br />Çaylarımızı içerken, bizim Emre’nin Babası konuya girdi hemen: “Hamdullah Abi, neredesin yahu? Maçlara gelmez oldun. İlk yarı bitti. Hiç tribünde göremedik seni.”<br /><br />Hamdullah Abi, utangaç bir gülümsemeyle yanıt verdi: “Valla işten güçten maçlara şey edemiyoruz gardaşım be! Biliyorsun kahvenin işleri…”<br /><br />“Bırak şimdi kahvenin işlerini Hamdullah Abi. Mazeret değil bu. Kahveyi birkaç saatliğine bırakamıyor musun sanki? Eskiden Hulusi ve yeğenin Hüdai’yle birlikte Dinektepe tayfasını da getirirdin maçlara. Şimdi onlar da yok ortada.”<br /><br />Emre’nin Babası’nın bu sözleri üzerine Hulusi topa girdi: “Şimdi, tabii sen haklısın da gardaşım; Hamdullah Abi de haklı. Türbünde Hamdullah Abi için hiç tezahürat yapmıyorlar. Koskoca türbün lideri gelmiş maça, türbünü coşturmaya; taraftarlar ‘Ver coşkuyu Hamdullah Abi!’ diyeceklerine hiç bakmıyorlar bile o tarafa.”<br /><br />Ben Hulusi’nin sözünü keserek itiraz ettim: “Ama Hulusi, biz Emre’nin Babası’yla birlikte Hamdullah Abi için kaç defa tezahürat yaptık. Elimizden geldiğince gayret ediyoruz. Bunu sen de biliyorsun.”<br /><br />Hamdullah Abi, sessizce çayından bir yudum aldı. Düşünceli gözlerle masaya bakıyor, söyleyeceklerini kafasında toparlamaya çalışıyordu.<br /><br />Hulusi direndi: “Tamam gardaşım, bu söylediğini elbette ki yadsımıyorum. Birkaç defa Emre’nin Babası’yla ikiniz türbünde tezahürat şey ettiniz ama bir iki kişi dışında pek katılan da olmadı yani. Böyle de olmaz kine!”<br /><br />Vay be, Hulusi’ye bak! “Yadsımıyorum” diyor. Biz görmeyeli sözcük dağarcığını bayağı geliştirmiş.<br /><br />Emre’nin Babası, Hulusi’ye hak vererek araya girdi: “Haklısın Hulusi. Tribünde daha bir organize olmamız ve her maçta Hamdullah Abi’ye olan vefa borcumuzu yapacağımız tezahüratlarla ödememiz lazım. Buna yürekten katılıyorum.”<br /><br />Hulusi yumuşamıştı: “Valla türbünde Hamdullah Abi’ye tezahürat şey edilirse, biz de Dinektepe tayfası olarak ikinci yarı gelmeye başlarız maçlara. Öyle değil mi Hamdullah Abi?”<br /><br />Hamdullah Abi kırgınlığını belli etmemeye çalışarak, ama ikinci yarıda bir şeylerin değişeceğini de umarak yanıt verdi: “Valla, şimdi tabii türbünde tezahürat şey edilmese de olur da tezahürat şey edilince de güzel oluyor yani. İnsanın hoşuna gidiyor tabii. Gururlanıyorsun bir yerde canım. Kısmetse ikinci yarıda şey ederiz maçlara. Hayrullah Abim’den izin alıp Hüdai’yi de getiririm.”<br /><br />Onun bu kararı bizi çok sevindirmişti. Emre’nin Babası’yla iyi ki gelmişiz diyen gözlerle birbirimize baktık. “İşte budur!” dedi Emre’nin Babası heyecanla, “Sana yakışan budur. Hamdullah Abi’siz tribün olur mu hiç? Mutlaka gelmelisin abi. Bak, gör tribünü o zaman.”<br /><br />Gururla gülümseyerek arkasına yaslanan Hamdullah Abi, Zekai’ye seslenip dört çay daha getirmesini istedi.<br /><br />Çaylarımızı karıştırırken Hulusi’ye sordum: “Sen nasılsın Hulusi? Dinektepespor nasıl gidiyor?”<br />Hulusi çayını karıştırıp bir yudum aldıktan sonra gülümseyerek yanıt verdi: “Bilmiyorum hocam be. Son günlerde pek uğrayamıyorum kulübe.”<br /><br />Hamdullah Abi bıyık altından gülerek söze karıştı: “Biliyor, biliyor. Bilmez olur mu bu kurnaz? Her gün takipte. Biliyor da olan bitene canı sıkıldığı için pek konuşmak istemiyor.”<br /><br />Emre’nin Babası merakla sordu: “Hayrola Hamdullah Abi? Dinektepespor’da olan biten nedir? Meraklandım şimdi valla.”<br /><br />Hamdullah Abi, arkasına yaslanarak gevrek gevrek güldü: “He he he. Bu bizim Dinektepespor’un başkanı Behçet var ya! Sarı Behçet…”<br /><br />“Hee! Ne olmuş Behçet’e?”<br /><br />“Bu Behçet yaman adam valla. Bunlara öyle bir alicengiz oyunu oynadı ki sorma gitsin.”<br /><br />“Sanki sana oynamadı mı Hamdullah Abi?” diye sitem etti Hulusi. “Sen de bu kulübün fahri başkanısın. Seni bile çiğnemedi mi bu Behçet denen ekmeksiz?”<br /><br />Hamdullah Abi birden celallendi: “Beni ne çiğneyecek la, beni ne çiğneyecek? Beni çiğneyecek adam daha anasından doğmadı tamam mı goçum? O kadar kolay değil bu işler.”<br /><br />“Ama abi çiğnedi işte. Sen kahveye çağırdın, kenara çekip konuştun. Senin dediğini yaptı mı? Yapmadı.”<br /><br />“Yapmasın anasını satayım. Yapmazsa yapmasın. O öyle sansın. Benim şimdi seslenmediğime bakma sen. Şimdilik dur bakalım daha neler olacak diye şey ediyorum yani.”<br /><br />Çok meraklanmıştık. Acaba Dinektepespor’da neler oluyordu? Ben dayanamayıp sordum: “Ne oldu Hamdullah Abi? Anlatsana ya. Meraklandık valla.”<br /><br />Emre’nin Babası da “Valla öyle abi. İlginç bir şeyler olduğu kesin de…” diyerek topa girince, Hamdullah Abi yüzünde beliren kurnaz ve alaycı bir gülümsemeyle sandalyesine şöyle bir yaslandı; çayından bir yudum aldıktan sonra anlatmaya başladı: “Bu Behçet var ya bu Behçet, aha bunların sayesinde kulüp başkanı oldu biliyor musunuz? Aman bunda bir tafra, bir tafra. Sanırsın Dinektepespor’un başkanı değil de cumhurbaşkanı. Küçük dağları ben yarattım diye şişindiği yetmiyormuş gibi, yerli yersiz, ulu orta, abuk sabuk konuşup duruyor densiz. Aklına gelen ağzında. Hiç düşünme falan yok. La bir dur, düşün de sonra konuş. Yok, çene ishali olmuş gibi konuşuyor da konuşuyor. Ondan sonracığıma komşu mahallelerdeki takımların yöneticilerini neyim de illet ediyor. Bazen bana diyorlar kine: Hamdullah Abi sen olmasan var ya biz bunu bir gün iyi bir pataklayacağız ama sen varsın arada. Bir gün bunu çektim bir köşeye konuştum. Dedim kine: La oğlum sen Dinektepespor’un başkanısın. Koskoca bir kulübü temsil ediyorsun la. Yapma böyle. Aval gaval durumlar olmasın sonra. Tamam abi dedi ama tam gaz devam. Değişen bir şey yok. Bunlar da güya yöneticiyiz diye geçinirler de esasına bakarsan mal gibiler la; ona tabi olmuşlar, içlerinden kızıyorlar ama yaptıklarına da hiç ses çıkarmıyorlar. Kardeşlerime söyleyeyim, bu Behçet denen adam bunları parmağında oynatıyor anlayacağınız. Bütün iyi şeyleri Behçet beyefendi tek başına şey etmiş de geri kalan yöneticilerin bu işlerde hiç emeği yok sanki. Bu Hulusi’ye kaç defa söyledim: La gardaşım bu Behçet’e bu kadar yüz vermeyin, yanlış yapınca uyarın da iyice şirazeden çıkmasın dedim. Doğru muyum Hulusi?”<br /><br />Hulusi, başını hafifçe öne eğip masaya bakarak Hamdullah Abi’yi onayladı: “Doğrusun abi. Doğru söze ne denir?”<br /><br />Hamdullah Abi, sandalyesinde doğrulup çayından bir yudum daha aldı. Sonra da kaldığı yerden devam etti: “Geçen haftaya kadar da bu böyle gidiyordu sizin anlayacağınız. Bu Behçet en son ne yapmış biliyor musunuz?”<br /><br />“Ne yapmış abi?”<br /><br />“Sen kalk, kulübün lokalinde çalışan Hüsnü’yle Rüstem’in üstüne Sabotiç Recep’le Uzun Şuayip’i getir.”<br /><br />“Anlayamadım abi. Nasıl yani?”<br /><br />“Şimdi Hüsnü’yle Rüstem lokalde çalışıyorlar ya. Gayet de iyi çalışıyorlar tamam mı? İkisi de genç, temiz, saygılı, okumuş, dölek çocuklar. Çayları da içilir yani. Bu Recep’le Şuayip de daha önce lokalde çalışıyorlardı. Ama bir şekilde ayrılıp gittiler. Hatta bu Recep, Gülü Dalında Sevenler Derneği midir nedir, işte onun lokalinde çalışmak için aniden ayrılınca Behçet çok kızıp epey bir söylendiydi arkasından. Bir daha karşıma çıkmasın, gözüme görünmesin, ölürsem kabrime gelmesin istemem gibi laflar ettiydi. Öyle değil mi la Hulusi? Recep’ti değil mi o, şu Behçet’in kızdığı hani?”<br /><br />“He abi, Recep’ti.”<br /><br />“Neyse. İşte bu Recep çalıştığı yerden ayrılmış mı kovulmuş mu orası meçhul, süklüm püklüm geri gelmiş. Şuayip de gittiği yerde işi bitincesine geri gelmez mi?”<br /><br />“Vay anasını… Bak şu işe!”<br /><br />“Yaa! Bu bizim Behçet de Hüsnü’yle Rüstem’e demiş kine: çocuklar siz çalışmaya devam edin ama Recep ve Şuayip abileriniz de sizinle birlikte lokalde çalışacak bundan sonra; emirleri de onlardan alırsınız tamam mı?”<br /><br />“Yapma ya!”<br /><br />“Valla bak! Asbaşkana, öteki yöneticilere falan sormak yok. Kafadan yapmış yapacağını.”<br /><br />“Kimseye danışmamış yani?”<br /><br />“He he he. Danışmıştır canım, danışmıştır. Yanında yöresinde gezen tipler var ya, onlara danışmıştır. Ama bu Dinektepespor da yılların kulübü gardaşım. Bizim Hulusi de yıllarını verdi bu kulübe mesela. Üstelik şimdi de asbaşkan. İnsan bir de Hulusi’ye sorar öyle değil mi?”<br /><br />“Öyle abi. Yönetimde birlikte çalıştıklarına göre…”<br /><br />“Tabii bizim Hulusi de kızmış bu işe. Lokalde işler gayet iyi giderkene bu işler nasıl işler, bu da neyin nesi böyle deyip söylenmiş Behçet’e. Behçet durur mu? O da buna kızmış; eğer Dinektepespor’un başkanı bensem ben de bildiğimi yaparım arkadaş demiş. Neyse. Gerisini Hulusi daha iyi biliyor, o anlatsın.”<br /><br />“Aynen öyle oldu Hamdullah Abi” dedi Hulusi. “Ben başkanım, bildiğimi yaparım diyor la bana. Ben de dedim kine: Bak Behçet, bu işler böyle olmaz gardaşım. Bu işler yanlış işler. Bu yollar yanlış yollar. Hüsnü’yle Rüstem gayet güzel götürüyorlar işte lokali. Şimdi sırası mı Recep’le Şuayip’i yeniden işe almanın? Hem bilhassa Recep’e kızan, arkasından söylemediğini bırakmayan sen değil misin? Ölürsem kabrime gelmesin istemem demedin mi? Şuayip’in de ne yaptığı belli değil zaten. Şimdi ne oldu da geri alıyorsun bunları işe? Bana ne dedi biliyor musun? Seni ilgilendirmez canım, istediğimi yaparım dedi. Ba ba ba ba ba. Seni ilgilendirmez canım diyor bana. Çok ağrıma gitti bu söylediği. Niye ilgilendirmiyormuş beni şekerim diye sordum. Biz burada eşşek başı mıyız lan ibibik dedim. Biz burada yönetici değil miyiz aslanım dedim. Ben de Dinektepespor’un asbaşkanıysam, kulüple ilgili her şey ilgilendirir beni dedim. Verdim coşkuyu anasını satayım. Verdim coşkuyu.”<br /><br />Emre’nin Babası merakla sordu: “Behçet ne yaptı sen böyle söyleyince?”<br /><br />Hulusi altın dişini göstererek güldü: “Önce şaşırdı. Benden böyle bir çıkış beklemiyordu tamam mı? Sonra bir köpürdü ki sorma gitsin. Ne çemkiriyon la dedi bana, ne çemkiriyon! Gerisi bildik laflar işte. Yok avalmış da, yok gavalmış da, yok öyleymiş de, yok böyleymiş de… Yok, sen bana bunları nasıl söylersin? Yok, ayıp değil mi? Falan, fıstık…”<br /><br />Bir anda Emre’nin Babası’yla göz göze geldik. Son zamanlarda yaşadığımız, gördüğümüz bazı olayları anımsayarak, birbirimize bakıp gülümsedik. Ben merakla sordum: “Sonra ne oldu Hulusi?”<br /><br />“Sonra ne olacak Polatlılı gardaşım? Bak Behçet dedim. Seninle çok uzun zamandan beri arkadaşlığımız, hukukumuz var. Bu yaptığın Dinektepespor’un hayrına bir iş değil. Gel, vazgeç bu işten. Amatör kümeye girmek için birlik ve beraberliğe her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyduğumuz şu zorlu günlerde kulübün huzurunu kaçırma. Futbolcular, üyeler neyim, hepsi her gün bu lokale geliyor. Takımı da sıkıntıya sokma.”<br /><br />“Aynen böyle mi söyledin? Valla iyi demişsin be Hulusi!”<br /><br />“Aynen böyle söyledim gardaşım. Baktım hiç tınmıyor. Böyle devam edersen karşında beni bulursun; sonu pek iyi olmaz Behçet diye gözdağı verdim. Ne yaparsın la, ne yaparsın diye diklendi. Ateş olsan cürmün kadar yer yakarsın oğlum dedi bana. Ben de öyle mi beyefendi dedim. Halep ordaysa, arşın da burda. Hadi bakalım! Pilavdan dönenin kaşığı kırılsın. Bundan sonra karşındayım Behçet dedim. Bir ay sonraki kongurede ben de başkanlığa adayım dedim. El mi yaman bey mi yaman, onu kongurede görürüz dedim.”<br /><br />Emre’nin Babası iyice meraklanmıştı. Heyecanla sordu: “O ne dedi Hulusi?”<br /><br />Hulusi çayından son yudumu da alıp, boşalan bardağı masaya bıraktı. Sonra da sandalyesine şöyle bir yaslandı: “Ne diyecek? Önce şaşırdı. Sonra da kızdı. Aday olsan ne olur la dedi, aday olsan ne olur? Öğretmenlerin seni bir güzel öğretmişler, bildiğinden şaşma goçum dedi bana.”<br /><br />“Vay be! Şu işe bak. Sonra ne oldu?”<br /><br />“Sonra ne olacak? Ben akıllı uslu arkadaşları, eski üyeleri kahvede toplayıp durumu anlattım. Bizim Pala Canip, Cesur Ramazan, Capon Remzi, Berber Cafer falan… Sağ olsunlar, bana bayağı bir destek verdiler yani. Bunun üzerine ben de başkanlığa adaylığımı koydum anasını satayım.”<br /><br />“Şimdi adaysın yani. Peki kazanabilecek misin bakalım?”<br /><br />“İşte hoşafın yağı orada kesiliyor gardaşım. Osmanlı’da oyun çoktur derler ya. İş ciddiye binince, bizim Behçet’e kim akıl verdiyse -ben, günahı boynuna Şuayip’ten şüpheleniyorum- kulübe benden habersiz yüz elli üye birden kaydetmişler geçen gün. Hepsi naylon la. Dinektepespor’la neyim hiç ilgileri yok kine. Dinektepe’nin nerede olduğunu bile bilmezler kine. Biri arabasıyla neyim getirmese yolunu bile bulamazlar la. Ulan kulübün zaten topu topu yüz elli üyesi var yok. Onların da ellisi ancak gelir kongureye. Bir de bu yüz elli naylon üyeyi eklersen oluyor üç yüz. Bunlar bir de kongurede oy kullanacaklar. Kime verecekler oylarını? Elbette Behçet’e. Hesap bu. Bizim Behçet, malefetin gücünü görünce sapıttı iyice. Pabucun pahalı olduğunu anladı tabii.”<br /><br />Emre’nin Babası’yla aynı anda göz göze gelip bakıştık. Dinektepespor’da olanları bir yerlerden anımsıyorduk. Bizim babadostu hayretler içindeydi: “Demek tam yüz elli naylon üye kaydettiler ha! Yav bu nasıl iş böyle Hulusi?” diye sormaktan kendini alamadı.<br /><br />Hulusi de söyleyecek bir şey bulamamıştı. “Valla bilmiyorum, öyle bir iş işte gardaşım” diyerek gülümsedi.<br /><br />Bu arada Hamdullah Abi söze girdi: “Valla benim fikrimce de bu Behçet birilerinden akıllar alıyor. Hem de iyi akıllar… Lokalde yeniden işe başlattığı Uzun Şuayip olabilir. Şuayip’in kafası böyle alengirli işlere iyi çalışır. Öyle değil mi Hulusi? Zekai, bize dört çay getir yeğenim. Dölek olsun.”<br /><br />“Hem de nasıl abi, hem de nasıl! Kongureyi lokalde yapacaklar. Bizim lokal elli-altmış kişiyi ancak alır. Geri kalan üyeler dışarıda kalacak. Bir de naylon üye kaydettikleri yetmiyormuş gibi aidatlarını yatırmayan üyelerin de peşine düşmüşler. Kendilerine oy verecek olanların aidatlarını yatıracaklarmış. Ba ba ba ba ba. Akıla bak akıla. Ama biz de boş durmayacağız elbette. Bizim de elimiz armut toplamıyor yani. Biz de gerekeni yapacağız tabii, anasını satayım.”<br /><br />Hulusi böyle deyince ben de dayanamayıp sordum: “Böyle olursa kazanman biraz zor Hulusi. Kazanamazsan ne olacak?”<br /><br />“Bizim grupta, mahallenin bebelerinden okuyup avkat çıkmış arkadaşlar var. Bu naylon üyelerin kongureye katılmalarını önlemek için mahkemeye müracaat ettik. Tedbir koyduracağız.”<br /><br />“Mahkeme ihtiyati tedbir kararı vermeyebilir ama. Tedbir koymazsa ne yapacaksınız?”<br /><br />“Mahkeme tedbir koymazsa mı? O zaman da avkat arkadaşlar, mahkemeye veririz, dava açıp iptal ettiririz diyorlar. Bu işin peşini bırakmayız Polatlılı. Gittiği yere kadar gideceğiz anasını satayım.”<br /><br />Sözün burasında bizim Emre’nin Babası gülümseyerek tahminlerini sıralamaya başladı: “Evet, muhtemelen öyle olur Hulusi. Siz, naylon üyelerin kongreye katılamaması için tedbir konulmasını istediniz ama mahkeme tedbir koymaz. Böylece yeni üyeler kongreye katılıp oy kullanırlar. Oylarını da Behçet’e verirler. Behçet de seçimi kazanır bir güzel. Siz de kazanamayınca, kongreyi iptal ettirmek için mahkemeye gidersiniz. Mahkeme bilirkişi tayin eder, duruşmayı da erteler. Bilirkişi raporu onların lehine çıkar. Siz de itiraz edersiniz; bilirkişinin tehdit edildiğini ileri sürersiniz. Bunun üzerine duruşma başka bir tarihe ertelenir. Sonra da mahkeme davanın reddine karar verir. Siz de mahkemeyi kaybedince Yargıtay’a gidersiniz. Bu arada Behçet sağda solda arkandan konuşup seni yıpratmaya çalışır. Bir arkadaşın düğününde bile karşılaşsanız, seni davet ettiği için düğün sahibine kızıp orayı terk eder. Sonra…”<br /><br />“Sonra…”<br /><br />Evet. Bizim babadostu sözün devamını getiremedi. Çünkü Hulusi heyecanla sözünü kesmişti: “Kahin misin gardaşım be? Nereden bildin yav? Valla aynen öyle bir olay oldu yani. Evvelki gün bizim Dinektepespor’un yöneticilerinden Kara Zihni’nin oğlunun düğünü vardı Şenlik Düğün Salonunda, biliyor musun? Hamdullah Abi Ankara dışında olduğu için gelememişti. Behçet, Şuayip, Cango Reşit, Bakkal Üzeyir bir masaya oturmuşlar; önlerinde birer şişe votkalı yedigün, hafiften demleniyorlar. Biz de Pala Canip’le birlikte girdik düğün salonuna tamam mı? Amanın Behçet bizi görünce Zihni’ye bir kızdı, bir kızdı: Bunları da mı çağırdın la düğüne dedi. Zihni de dedi kine: Onlar benim arkadaşlarım Behçet, tabii ki düğünümüze çağıracağım dedi. Helal olsun Zihni’ye, harbi adammış. Behçet de ne dedi biliyor musun? O zaman bize eyvallah Zihni dedi. Kalkın la, durulmaz burda; gidiyoruz deyip arkadaşlarını da kaldırdı. Basıp gittiler. Yaa! Böyle oldu işte. Aynen senin dediğin gibi…”<br /><br />Emre’nin Babası, gülümseyerek yan gözle bana bakıp devam etti: “Vay anasını… Ulan tıpkı… Neyse, sonracığıma Behçet sizin dava açmanızı hazmedemediğinden, ayrıca da sizden kurtulmak için başkana hakaret ettiniz diye sizi kendi seçtirdiği disiplin kuruluna verip bir güzel üyelikten attırmaya çalışır. Tabii disiplin kurulu da onun dediğinden çıkacak değil ya, aynen üyelikten şutlarlar sizi.”<br /><br />Hamdullah Abi şaşırdı ama pek ihtimal vermedi: “Yapma ya! Yok canım. Bu kadarını da yapmaz insan eski arkadaşına.”<br /><br />Hulusi de şaşırmıştı. Hamdullah Abi’yi destekledi: “Tabii canım. Behçet eski arkadaşına bunu yapmaz.”<br /><br />Bu arada ben söze girdim ve Hulusi’ye, “Dinektepespor’un taraftar derneği var mı?” diye sordum. Ardından da yanıt vermesine zaman bırakmadan devam ettim: “Herhalde yoktur.”<br /><br />“Yok gardaşım, ne taraftar derneği?” dedi Hulusi, “Ne de olsa amatör bir kulübüz. Hatta federe de olamadık daha canına yandığım. Amatör kümeye girmek için uğraşıp duruyoruz. Gerçi Dinektepe Mahallesi olaraktan çok şükür maçlarda destekçimiz çoktur ama taraftar derneğimiz yok maalesef. Niye sordun ki?”<br /><br />“Hiç!” dedim, “Taraftar derneğiniz olsaydı, bir tahminimiz daha vardı. Ama madem taraftar derneğiniz yok, söylemeyelim o zaman. Onu da kendimize saklayalım. Öyle değil mi teyzemin oğlu?”<br /><br />Emre’nin Babası bir şey söylemedi ve iki parmağıyla masayı tıkırdatıp gülümsemekle yetindi.</div><div align="justify"><br />Artık hava kararmaya, kahve de kalabalıklaşmaya başlamış; bizim de gitme zamanımız gelmişti. Veda etmek için hareketlendiğimizde Hamdullah Abi “Bir el okey oynamadan hayatta bırakmam. Şöyle dölek bir Dinektepespor-Gençlerbirliği okey maçı yapalım” demesin mi?<br /><br />Hamdullah Abi’yi mi kıracağız? Onu kıracağımıza otuz iki dişimizi kırarız daha iyi. Aldık ıstakaları önümüze, oturduk okeyin başına. Al taşı, ver taşı, çek taşı, at taşı… Sonuçta maçı kim kazandı? Tabii ki okeyi sürekli oynayan Hamdullah Abi’yle Altındiş Hulusi’nin oluşturduğu iki kişilik Dinektepespor okey takımı… Ama nihayetinde onlar da Gençlerli oldukları için Gençlerbirliği de yenilmiş sayılmazdı aslında.<br /><br />Akşam olmuş, hava iyice kararmıştı. Hamdullah Abi’yle Hulusi’ye çay ve sohbet için teşekkür ettik; kucaklaşıp vedalaştık.<br /><br />Tam Emre’nin Babası’nın full otomatik arabasına biniyorduk ki Hulusi’yle birlikte bizi uğurlamak için kahvenin kapısına kadar çıkmış olan Hamdullah Abi merakla sordu: “İkinci yarıda bağıracaklar mı gardaşım?”<br /><br />Anladık ki aklı hala oradaydı. Bizim babadostuyla öylece birbirimize baktık.<br /><br />Kısa bir suskunluktan sonra, “Bağıracaklar abi, hiç merak etme sen” dedi Emre’nin Babası. “Sen yeter ki gel maçlara. Nasıl bağırdıklarını kendi gözlerinle gör. Dinektepe tayfasıyla Hüdai’yi de getirmeyi unutma sakın. Onları da özledik.”<br /><br />Dinektepespor’daki son olaylar ve gelişmeler işte böyle…<br /><br /></div><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjJTj1hHQIdDNESOxLDXE_Tr53a-qzQI1XZQz_CMUPiCys7SMStGmfZ4PomAriTLfBp9mrxRMxVQT3HlbAkdAzGzkCpYt0LkySNKEMVFWDUbAm3cJudlAgZM80aeFFVQFibxi3Md1EAJ7s/s1600-r/hamdullah_abi.png"><img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5139387468356188482" style="DISPLAY: block; MARGIN: 0px auto 10px; CURSOR: hand; TEXT-ALIGN: center" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgFE950HkcVbv6w5nZRkKstSZiF18xGd55O7wabvA4NM-DLPS3kX6IC1rcE7MJp08_N7JY4kodxzxKPgxUYepSJIrOyF1xxZykS0CR_-u_ZmPFMX6KMryBcytCFNw9MxLayYA4fQ5IhTOs/s400/hamdullah_abi.png" border="0" /> <p align="justify"></a>Neyse, tadında bırakıp burada bitirelim artık. Çok uzağımızdaki Dinektepe Mahallesi’nin futbol kulübünde olup bitenlerden bize ne canım! O, onların sorunu…<br /><br />“Köyden Esen Fırtına Şıhahmetlispor” taraftarlarının yaklaşık otuz yıl önce Polatlı Şehir Stadı’nın tel örgülerine astıkları pankartta yazan slogan da Gençlerbirliği, Türk futbolu ve yaşama dair son sözlerimiz olsun:<br /><br />SAKİN OL, ŞUURLU OYNA.<br />KARŞINDA YENİLMEYECEK TAKIM YOKTUR.<br /><br />Sürç-ü lisan ettikse affola!<br /><br />Kalın sağlıcakla.<br /><br />26 Aralık 2006</p><p align="justify"><span style="color:#cc0000;"><em>Alıntı: SAKİN OL ŞUURLU OYNA-Necdet Özkazancı (Sayfa: 5-10, 197-208)</em></span></p>Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4543151873768793338.post-75570865983542148302007-12-01T18:55:00.000+02:002007-12-04T16:46:18.350+02:00KAYIP DAVULUN TOKMANKÇISI (13 EYLÜL 2006)<div align="justify"><strong>“KOLPA” VE “KOLPACI” SÖZCÜKLERİ HAKKINDA BİLİMSEL BİR ARAŞTIRMA:</strong><br /><br /><strong>TÜRK DİL KURUMU SÖZLÜĞÜ:</strong><br />Kolpa: Yok.<br />Kolpacı: Yok.<br />Kolpo (isim. İtalyanca “colpo”): Bilardo oyununda vuruş. Dalavere (argo)<br />Kolpocu (isim): Dalavereci.<br />Kolpoya düşmek (veya gelmek): Oyuna gelmek.<br /><br /><br /><strong>EKŞİ SÖZLÜK:</strong><br />Kolpa Dalaverenin advanced versiyonudur. Bürokrasinin işlediği her yerde görülür. Öyle ki miniminnacık bir Selami Şahintepesi fii tarihinde ehliyetini almaya hede hödö trafik şube müdürlüğüne gider,bir jaguarın ilk taksidine yetecek miktarda para öder ve ödediği paranın üstünü bekler,ancak yetkili şahısın replikasyonu şöyledir bu durum karısında; "paranın üstü mü olur, o da damgacı arkadaşa gitti".."tokmakçı olsaymışsın be abi" ifadesini veren bir yüzle çok yetkili kolpacı şahısa bakılır..Sizin arkanızda sıra bekleyen Fenerbahçe basketbol takımının 4 numaralı oyuncusunun akıbeti ise cebindeki tüm transfer taksidini bu yetkili şahısa kaptıracak olmasıdır, çünkü kolpa beyi elemanın basketbolcu olduğunu kavramıştır.. Her gelenden 5 milyon para üstü koparsa ve günde en az 10 kişi gelse bu Kolpacıoğulları Limited'in yıllık cirosunu Fildişi Sahilleri’ndeki elmas madenlerine hissedar olmasına yetecek kadar katlar ikiye beshe..<br />Billur tuz..akar..akar..akar.. (rotting horse on the deadly ground, 05.02.2001 16:21 ~ 16:23)<br />Kolpa: (İtalyanca: colpo); bilardoda vuruş, çalımdan<br />.- fırsat, uygun durum, punt.<br />.- bir amaca ulaşmak için olağandışı davranma, rol yapma<br />.- açmaz, içinden çıkılması güç durum<br />.- hile, tuzak, ketenpere (pencere amelesi peterpan, 09.04.2002 11:34)<br />Kolpa: Beyaz boyalı esir evine dönen exbronxdan çıkıp çalacak yer aramaya başlayan iyi cover grubu. Toplam beş-altı defa görmüşümdür en fazla, yine de katakomb gibi bir yerden ziyade tavanı kafalara çarpmayan, hava alan ve daha yüksek kapasiteli bir mekanı hak ettikleri aşikardır. Bu yer neresi olabilir? Ben bilmem ama yine de line derim, serendip derim. (nemo ramjet, 13.03.2004 16:24)<br /><br /><strong>İTÜ SÖZLÜK:</strong><br />Kolpa: Yalan, yazış, sıkış, kolpacının söylediği şey. Bir çeşit taraftar. Cadde çocuklarının piyasaya ayak uydurabilmek için aldıkları sahte markalı giysilerin girebileceği grup.<br /><br />Evet, yukarıdaki sözlükler üzerinde yaptığım incelemelerden anlaşıldığına göre Türk Dil Kurumu’nun sözlüğünde ve yazım kılavuzunda “kolpa” ve “kolpacı” sözcükleri bulunmamakta olup, bunların yerine İtalyanca kökenli “kolpo” ve “kolpocu” sözcükleri yer almaktadır. Ekşi Sözlük ve İTÜ Sözlükte ise bu sözcüklere “kolpa” ve “kolpacı” olarak yer verilmektedir. İnternette yaptığım uzun ve yoğun bilimsel araştırmalarda “kolpo” ve “kolpocu” sözcüklerinin fazla dolaşımda bulunmadığını; bunların yerine daha çok “kolpa” ile “kolpacı” sözcüklerinin kullanılmakta olduğunu; dolayısıyla da argoda bu sözcüklerin yerleştiğini tespit etmem sonucunda ben de bundan sonra “kolpa” ve “kolpacı” sözcüklerini kullanmaya iftiharla karar vermiş bulunmaktayım.<br /><br />Bu sıkıcı bilimsel açıklamalardan sonra, artık öykümüze geçebiliriz:<br /><br /><strong>I. BÖLÜM</strong><br /><br />Anıl Akalp, Seyhun Akar, Umut C. Akbay, İbrahim Akbulut, Nevzat Akçaoğlu, Ozan Akçay, Levent Akçınar, Alper Akdemir, Metin Akgün, Hakan Ateş, İlker Atıcı, Bülent Atlas, Haldun Atlas, Olcay Ay, Umut Ayanoğlu, Onur Aydoğan, Özgür Balcı, Cem Bayrak, Ender Bediz, Yavuz Bilgutay, Erdem Ceydilek, Okan Çakar, İsmail Demirkan Çalışkan, Mehmet Ali Çetinkaya, Erdem Denk, Tunca Doğu, Erdem Ercan, Aslı Erdoğan, Çağlayan Erel, Ertuğrul Eryiğit, Bülent Esen, Mehmet Galip, Emin Gayretli, Haydar Gerlevik, Asuman Göksel, Ozan Güler, Mehmet Güner, Serkan Güngördü, Erdem Gürel, Ergun İnal, Evren Işık, Barış Karacasu, Erhan Kırımlı, Şahin Kızıltuğ, Kürşat Korkmaz, Umut Kuruç, Arda Küçükahmetler, Ural Nadir, Çağrı Nerkiz, Deniz Orhan, Koral Orhan, Ozan Orhan, Tunç Öcal, Deniz Özbilgin, Gökhan Özdemir, Dirim Özkan, Necdet Özkazancı, Akşit Özkural, Serdar Öztürk, Harun Palabıyık, Özümcan Deniz Pektaş, Can Soyer, Mehmet Soylu, Saygın Süt, Hacı Şenol, Metin Uçak, Zeki Uğurlu, Zafer Uslu, Ömür Yazıcı ve Orcan Yiğit…<br /><br />Soyadlarına göre alfabetik sırayla yazılmış olan bu kişilerin en az iki ortak yanı var:<br />Birinci ortak yanları, hepsinin Gençlerbirliği’nin bağımsız taraftar sitesi http://www.alkaralar.com/ üyesi olmaları…<br /><br />İkinci ortak yanları ise e-posta adreslerini ele geçiren Yaşar Batur adlı bir kolpacının “yağdı yağmur, çaktı şimşek” kıvamında, şiirsel bir dille yazıp gönderdiği mesajlara maruz kalmaları…<br /><br />Evet, her şey 10 Eylül 2006 günü Yaşar Batur adlı kişinin “liderin_askeri@hotmail.com” adresinden bu kişilere aşağıdaki şiirsel e-posta mesajını göndermesiyle başladı.<br /><br />Yaşar Batur, her yerde lidersiz bir tribün olduklarını söyleyen ve bununla gurur duyan Alkaralar’a sesleniyor ve onları bir liderin etrafında toplanmaya çağırıyordu:<br /><br /><strong>“ne şişiniyonuz la türbün lidermiz yok diye ne şişniyonuz<br />şişinmeyin lidernizi bilinn<br />bilmiyossanız örenin<br />örenemssenizde öretelim tamammı<br />liredi olmayan türbün varmı baksan etrafna<br /><br />davul kimmin<br />tomkak kimin<br />türbünün lideri kim<br />lidarimiz odur bizim<br />onu sevmiyen össün<br />ölsün<br />onu sevmiyen öslsün<br /><br />harbi genclerliyiz<br />türbün delikanlıyısız<br />mnisa maçinda martondayız<br />sanalda deyil reeldeyiz<br />kıleviyede deyil türbündeyiz<br />herzamen heryardiyiz<br />biz liderin askeriyeyiz”</strong><br /><br />Bu mesaj, gönderildiği kişilerden bazılarına ulaşamayıp geri geldi. Ama mesajı alanlardan Umut Ayanoğlu, http://www.alkaralar.com/ forumunda hemen “Abuk subuk bir mail” başlıklı bir konu açtı ve mesajı aynen yayınlayarak en hızlı davranan Alkaralar üyesi oldu. Arkasından da diğer üyelerden yorumlar gelmeye başladı:<br /><br />UMUT AYANOĞLU: Bugün, ismi Yaşar Batur olarak gözüken, tanımadığım bir şahıs tarafından bana gönderilmiş olan bir elektronik postayı virgülüne dokunmadan (zaten virgülü de yok ) sizinle paylaşmak istiyorum ve yorumu sizlere bırakıyorum. Bu mail içimizde başka kimseye gönderildi mi onu da merak ediyorum. Bu başlığın yalnızca üyelere açık olmasının uygun olacağını düşünüyorum. İşte o tuhaf mail...<br /><br />DENİZ ORHAN: Bu mailden bana da geldi. Ben de “Sen koyun olup güdülmek istiyorsan ben ne yapayım?” dedim. Çok da ağır bir cevap verdim. Bu insanlar geri zekalı! Ne lideri yahu! Adam bana lider olacakmış. Len ben kimseye boyun eğmemişin tribünde, lidere mi tabi olacakmışım... Kolay gelsin bu öküzlere, her kimse...<br /><br />GÖKHAN ÖZDEMİR: (Tahmin yürütüyor) Aynı mesaj bana da geldi. Zannedersem e-mail adresi yazılı olan herkese de gitti.<br /><br />DENİZ ÖZBİLGİN: Bana neden gelmedi yahu. Türübünn nideri mmmenim ulan...<br /><br />ANIL AKALP: (Yorumsuz bir durum tespiti yapıyor) Bana da geldi.<br /><br />MEHMET GALİP: Bana gelmedi ama gelse de ciddiye alınacak bir mesaj olmadığı adamın Türkçesinden belli... Gülerdim herhalde.<br /><br />DENİZ ÖZBİLGİN: From : Yaşar Batur Sent : Sunday, September 10, 2006 23:25 PM To : rebellianrage@hotmail.com Subject : harbi gençlrliyz. liredin askariyiz.<br />Sağ olasın Yaşar kardeş, ellerin dert görmesin...<br /><br />UMUT KURUÇ: Bana da geldi. Ama benim mail adresim burada kayıtlı değil. Birilerinin gazına/dolduruşuna gelip göndermiş anlaşılan...<br /><br />KORAL ORHAN: Ben bu arkadaşa okuma yazma öğreten (öğretemeyen) öğretmene kızdım. İşini iyi yapmamış.<br /><br />ABREG CELEM: Liderin askerliği... Boş bir beklenti! Kişiliğimizi, tercihlerimizi, irademizi bir “lider”e teslim edip, boyun büküp, ardına dizilip onun “asker”i olmayı kabullenecek insanlar olsaydık zaten Gençlerbirlikli olmazdık; dahası, bu sitede hiç olmazdık. Bütün yazılıp çizilenlere rağmen bu gerçeği hâlâ kafası almayanlar var ne yazık ki. Ha, bir de “paralı askerlik” kurumu var, o ayrı.<br /><br />SAYGIN SÜT: Bana da geldi bu mail. Yalnız ben biraz daha farklı düşünüyorum. Bence gayet hoş bir mesaj olmuş. Bu arkadaşlar eğlenceli gibi geldi bana. Oturup bir-iki sohbet etsek bayağı güleriz herhalde. Ayrıca farklı bir misyon da üstlenmişler anlaşılan. Örneğin teknoloji çağına kafa tutmak, savaş açmak gibi. Baksanıza, “internet sanal, biz reel” geçiniyorlar ama bize ulaşmak için de e-posta olayına giriyorlar . Dediğim gibi ilginç ve eğlenceli kişilikler. Hem ayrıca Gençlerli olsun, çamurdan olsun.<br /><br />ŞENOL AKDEMİR: Çokça meraklandım. Otomobillerde ileri vites sayısı çok da geri vites sayısı neden bir tane oluyor diye isyan edip, şahsi zekasının geriliği için vites sayısını artırmaya çalışan bir arkadaş garibim.<br /><br />BÜLENT ESEN: Mail bana da geldi.Kullanılan üslup, bana Davulcu Muzzy’yi çağrıştırdı. Bu tip maillerle, bir yere varacağını sanmak ne kadar akıllıca, artık siz düşünün. Hem bizim kapı gibi liderimiz var: HAMDULLAH ABİ… Onun üzerine lider tanımam ben.<br /><br />http://www.alkaralar.com/ forumunda tartışmalar böyle sürerken, mesajı alan bazı üyeler de Yaşar Batur’a e-posta ile doğrudan yanıt gönderdiler.<br /><br />Deniz Orhan kızgındı:<br /><br />“Ya bi yürü git... Kendini kuyuya at felan. Senle mi uğraşacağız? Kimse bana lider ayağı yapamaz. Kendimin lideri benim.. GÜLDÜRDÜN BİZİ... ”<br /><br />Emin Gayretli ise Yaşar’ı makaraya sarmaya niyetliydi:<br />“Tamam Maratondayız... Kapalıya gitsek daha iyi olmaz mı?”<br /><br />Yaşar Batur’dan 12 Eylül 2006 günü Emin Gayretli’ye yanıt geldi:<br /><br /><strong>“kapallı olmazz<br />orda kimmse yokki<br />kimi baartçaz orda<br />martondan başka olmaz”</strong><br /><br />Emin Gayretli bu mesajı yanıtlamakta gecikmedi:<br /><br />“Sanki Maratonda bağırıyor da bizimkiler… Abi bilmiyor musun, herkes çekirdekçi… Tamam Maratondayız ama… Bil ki bağırmaz kimse…”<br /><br />Bu arada Umut Kuruç da çok kızgındı. 12 Eylül 2006 günü sert bir yanıt da o yolladı, Yaşar Batur’a:<br /><br />“Kim olduğunu bilmiyorum ama bu tip zırvalıklarla uğraşacak halim yok. Mail adresimin kim olduğunu bilmediğim bir kişi olarak sende ne işi var? Bu maili sana kimler yazdırıyor? O yazdıranlara da söyle, ne lidere ihtiyacımız var ne de sizin tehditlerinize. Utanmıyor musunuz bunları yazıp göndermeye??!! Biraz medeni olmayı deneyin.”<br /><br />Yaşar Batur, bu mesaja aynı gün yanıt verdi. İşte o yanıt:<br /><br /><strong>“ne kızıyon ne kızyon<br />kızcak nevar<br />türbünclüğü anlatıyom ben<br />bilmenn lazim bunnarı”</strong><br /><br /><strong>II. BÖLÜM</strong><br /><br />Yaşar Batur, 11 Eylül 2006 Pazartesi günü yeniden harekete geçti ve aynı kişilere “lidarin askari gorevde” başlıklı bir e-posta mesajı daha gönderdi:<br /><br /><strong>“niye sessiniz çok çıkmıyo türübünde<br />anca üçbeş kişi barıyonuz<br />liderssiz nası baaracanız<br />davul nerde<br />tokmank nerde<br />demirin üstümde<br />hani türübünün lideri<br />lidrersiz olmazz türbünde”</strong><br /><br />http://www.alkaralar.com/ forumunda en hızlı davranan üye bu kez Anıl Akalp oldu. Bu mesajı hemen forumda yayınladı ve yorumunu yazmayı da ihmal etmedi. Arkasından da Bülent Atlas ve Seyhun Akar konuya ilişkin görüşlerini açıkladılar:<br /><br />ANIL AKALP: İşte aynı kişiden bir mail daha… Okuma yazmayı hala öğrenememiş anlaşılan arkadaşımız. Hele o “tokmank nerde” bölümü öldürüyo beni ya… Kırıldım gülmekten.<br /><br />BÜLENT ATLAS: Mail bana da geldi. Ben çalışmalara başlıyorum. Değmez ama kim olduğunu çıkaracağız bu arkadaşın inşallah. İz üstündeyim.<br /><br />SEYHUN AKAR: Ben de biraz önce fark ettim posta kutumda… Sandım bizden biri gevezelik yapıyor… Yok, yani yazının şeklinden ancak bu sonuca vardım… Hatta dedim, Bülo’nun “Alkaralar Kıraathanesi” gibim bi şey bu… Bülo’ya gönderdim bir de maili, “Bu ne oğlum?” diye... Meğer komple bir girişimmiş… Ne diyem, helal olsun arkadaşlara… Çok teknik ve çok sosyal bir girişimde bulunmuşlar... Ben de arkadaşa aynen cevabı gönderdim... Hakikaten iş vakti işyerinde iyi eğlence çıktı.. Ahueahueahueahueee...<br /><br />Deniz Orhan, Yaşar Batur’un gönderdiği ikinci e-posta mesajına daha çok kızmıştı. Mesajın her satırına ayrı ayrı yanıt vermeye girişerek yumuldu:<br /><br /><strong><em>“niye sessiniz çok çıkmıyo türübünde”</em></strong><br /><br />“Cevap: Sana ne!!!”<br /><br /><strong><em>“anca üçbeş kişi barıyonuz”</em></strong><br /><br />“Cevap: İstersem tek gelirim!!”<br /><br /><strong><em>“liderssiz nası baaracanız”</em></strong><br /><br />“Cevap: Bağırmak isteyen yok zaten. Sen istiyorsan serbestsin bağırmakta karı gibi!!!” (Yazarın Notu: Bu Deniz de çok ağır konuşuyor yahu! Dilinin kemiği yok hiç.)<br /><strong><br /><em>“davul nerde”</em></strong><br /><br />“Cevap: Tokmak müsait bi yerinde diyecem de ayıp olacak…” (Yazarın Notu: Aman dikkat Deniz, az daha bu da ağır kaçacaktı.)<br /><br /><strong><em>“tokmank nerde”</em></strong><br /><br />“Cevap: Ona 'tokmank' değil 'tokmak' derler!!”<br /><br /><strong><em>“demirin üstümde”</em></strong><br /><br />“Cevap: ‘demirin üstümde’ değil ‘üstünde’ yazacaktın. Hem ben deli miyim ne yapayım demirin üstünde?!”<br /><br /><strong><em>“hani türübünün lideri”</em></strong><br /><br />“Cevap: Yok lider felan… Sen git kendi liderin ol. Kendi çapında eğlen. Sana “komutanım” mı diyecem? Sen kendini ne sanıyorsun? Sen kimsin de benim liderim olacaksın? Adın ne senin?? ”<br /><br /><strong><em>“lidrersiz olmazz türbünde”</em></strong><br /><br />“Cevap: Bal gibi de olur. Sen git, koyun güt; çoban ol. Anca hayvanlara lider olursun!!!”<br />“ANLAYANA! BİR DAHA BANA MAİL ATMA SALAK HERİF! ” <em>(Yazarın Notu: Çok ağır konuşuyorsun ama Deniz!)</em><br /><br />Yaşar Batur, bu mesaja bir e-postayla hemen yanıt vermekte gecikmedi. Bu, aynı zamanda Umut’a da verdiği yanıttı:<br /><br /><strong>“ne kızıyon ne kızyon<br />kızcak nevar<br />türbünclüğü anlatıyom ben<br />bilmenn lazim bunarı”</strong><br /><br />Bu arada Alkaralar’ın sevgili ağabeyi, “Diaspora Keçileri”nin en kıdemlilerinden olan Akşit Özkural da kendisine gönderilen e-posta mesajını almış ve Yaşar Batur’a çok kızmıştı. Çok ağır bir yanıt verip, sıkı bir fırça çekti “Liderin Askeri” Yaşar’a:<br /><br />“Türkçe öğrenmeniz için size Milli Eğitim Bakanlığı’nın ilkokul 1. sınıflar için hazırladığı okuma-yazma kılavuzunu alıp iyice bir çalışma yapmanızı salık veririm. Bu arada böyle satırların yazarı elbette ki Gençlerli olamaz; hatta bu kutsal kulübün adını ağzına bile alamaz. Gençlerbirliği taraftar kültürünün ne olduğu hakkında bilgi edinmeniz için Sayın Tanıl Bora’nın kulübümüz tarihini anlattığı “Ankara Rüzgarı” isimli başyapıtı okumanızı öğütlerim. Bu arada siz her kimseniz üslubunuzun daha çok mafya çetelerinin tetikçilerine benzer bir üslup olduğunu gördüğümü söylemeliyim. Bu kulüp size iki numara büyük gelir. Ne beni ne de diğer Gençlerbirliklileri rahatsız etmeyin. Bu ülkede yeterince görüntü kirliliği var; bir de sizi görmeyelim.” <em>(Yazarın Notu: Alkışlar Sevgili Akşit Bey’e…)</em><br /><br />Bu mesajı alan Yaşar Batur yelkenleri birazcık suya indirdi. Süngüsü düşmüştü. Akşit Bey’e bu halet-i ruhiye içinde yanıt verdi:<br /><br /><strong>“ben kimmseyyi kızzdırmak istemyomki<br />barmıyonuz türbünde<br />türbünde baralım diyom<br />tezarat yapalim diyom ben”</strong><br /><br />Yaşar, bu mesajları bizim Emre’nin Babası’na da göndermişti ama ondan merakla beklediği yanıtı bir türlü alamıyordu. Emre’nin Babası’ndan hala tık yoktu… Yalnızca elektronik posta adresinin kolpacıda ne aradığını Bülent Atlas’a sormakla yetindi. Bülent, bu konuda bir bilgisi olmadığını söyleyince o da ses çıkarmadan bu kolpacılığın ardından ne çıkacağını beklemeye koyuldu. Bizim babadostu bir şeylerden kuşkulanıyor, fakat hiç belli etmiyordu. Kim bilir? Belki o da Yaşar Batur denilen kolpacının kim olduğunu anlamaya çalışıyordu.<br /><br />Seyhun Akar ise http://www.alkaralar.com/ forumunda yazdığı gibi Yaşar’la maytap geçmeyi kafasına koymuştu. Dolayısıyla bu fırsatı kaçırmadı. Ona aynı üslup ve yazım tarzıyla şu yanıtı gönderdi:<br /><br />“yaw bilader hakikatan cok dorruu bi noktaya barmak bazmışın.. yok yani bu abuk sabuk maratondaki alkaralarda kimmiş yaw.. yok biz lidar tanımayız.. yok lidarsız olur bu işler.. yok yaşasan barış yok savaşma seviş.. ulan nereye kadar sevişacan değilmi yani.. yok yani insanında bi kapasatisası var beaa bilaadarım.. değilmi yanam.. seviş seviş nereye kadar.. insan arada bi soluklanmak istaer. ama bu entel krolar bundan anlamaz.. bi de kendilerina hamdullah abi diye bi herifi lidar olarak almışlarkı heç sorma.. arkanızdayız bizda kılız bu alkaralara.. alayına gidelim berabar tamammı.. sizi cok sevoojm..”<br /><br /></div><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiuoqzYjttkqbP8RF2Ban7ICfOeQqEpeAX-xXOTZxNqlNMB99p-7gLxrN9h0mo668B-BD0CWbwJQHNA5WBRxM0upX1ObpSKme-zUc7faBBweiCbWGSn6mzNnAi87UT5vDRRZpeiuhlvzSI/s1600-r/hamdullah_abi.png"><img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5139382980115364098" style="DISPLAY: block; MARGIN: 0px auto 10px; CURSOR: hand; TEXT-ALIGN: center" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiu2fIIKRZryXzBlA4zhRAIdOyyiIO7-jVxyDXW9LZe1L-i9dmDZNx-70JJ769mmLCwlytzRW9gwRBCqSEvB42FUKAcXVbWplBmxVLoNCWspM7ONdjmYTmQBCY8b8hF-xPVUwFIBvj_rxQ/s320/hamdullah_abi.png" border="0" /> </a><p align="justify"><br /><br />“şunun kılığaaa bak hele.. adam demen .. ama yok bunlar anlamaz ki be kardaşım.. cok doğru demişsin bu husstaaa.. arkandayaz...”<br /><br />Yaşar Batur, nihayet sağlam bir yandaş bulmanın sevinci içindeydi. Seyhun’a hemen takdir duygularını ileten bir yanıt gönderdi.<br /><br />Seyhun keyiflenmişti. Yaşar’dan gelen bu yanıtı hemen http://www.alkaralar.com/ forumuna taşıdı. İşte Yaşar’ın yanıtı ve Seyhun’un açıklaması:<br /><br />“Yaşar başkana gönderdiğim maile bugün yanıt gelmiş.. Yaşar başkan az ama öz yazmış..”<br /><br /><strong>“brava<br />bende onu diyom<br />türbünde baralım<br />tezarat yapalim<br />türübünü innetelimm<br />amma bana kızıyolar<br />sen kızmıyon amma demi”</strong><br /><br />Öte yandan Yaşar’la maytap geçmeyi sürdürmek için bağlantıyı koparmak istemeyen Seyhun, ona da düşüncelerine katıldığını belirten şu kısa yanıtı gönderdi:<br /><br />“niye kızıyolarkı yawe.. yok yani kısanlara inat baaarmaak lazm bence.. sana bu husustaa cok desteak vereoom ben.. inan bunaa..”<br /><br /><strong>III. BÖLÜM</strong><br /><br />Yaşar Batur, Alkaralar’dan oluşturduğu e-posta grubuna 12 Eylül 2006 Salı günü akşamı, bu kez “liderın askseri geliyo” başlığı altındaki son şiirini gönderdi:<br /><br /><strong>“dovulda bizde<br />tokmankta bizde<br />lidermiznen martona gelcez bizde<br />baracaz demrin üstünde<br />tezarat yapçaz sizide baartçaz türbünde<br />harbi gençrlerliyiz<br />sanalda deyiliz realdeyiz<br />kılaviyede deyiliz türürbündeyiz<br />vur dessin vurarız<br />kır desiin kırırız<br />lidermizin emirindeyiz<br />biz liderin askeriyeyiz”</strong><br /><br />Bu mesajı alan Alkaralar’dan ilk harekete geçen ise Al Takım’ın acar elemanlarından, Kara Takım’ın korkulu rüyası Evren Işık oldu. Evren’in, http://www.alkaralar.com/ forumunda şu mesajı yazmasıyla, diğer Alkaralar da sökün ettiler. İşte o mesajlar:<br /><br />EVREN IŞIK: Yaşar Batur'un son şiiri tüm kitapçılarda... Benim en çok sevdiğim şairdir kendisi... Anlatımındaki duruluk, Türkçe’yi kullanımındaki sadelik ve yaratıcılık, bunların yanında coşkulu ruh hali... Türk edebiyat hayatına hoş geldin Yaşar Batur...<br /><br />ANIL AKALP: Ben de aldım o kitabı Bahçeli’den . Hala okuma yazmayı öğrenememiş garibim.<br /><br />DENİZ ÖZBİLGİN: Üçüncü posta da geldi. Eylem haklı olmakla birlikte komik iletim ve komik uygulama hali ile ciddiyetsiz bir hal alıyor. Haliyle ben de dahil hiçbirimiz sallamıyoruz. Yaşar, okuyorsan zorlama daha fazla... Söylemek istediklerin yerine ulaşmıyor; bu yöntemle de ulaşmaz. Bekleme yapma emniyet şeridinde...<br /><br />NECDET ÖZKAZANCI: (Fikir yürütüyor) Bu ne yahu?! Bana da geldi aynı e-postalardan... Eskiden herkesin değişik kullanıcı isimleriyle yazdığı dönemlerde “BİR DOST” diye bir kolpacı çıkmıştı ortaya. Bu da yeni bir “BİR DOST” olayı olmasın...<br /><br />DENİZ ÖZBİLGİN: An itibari ile Azeri bir arkadaş ile sohbetteyim MSN’de... Tarz çok benziyor. Ben de okurken dalga geçiyordum ama yazım tarzı cehalet kaynaklı değilse Yaşar Batur, Hazar kıyısı taraflarından olabilir. Günahını almayalım arkadaşın...<br /><br />EVREN IŞIK: Üslup kadar içerik de falsolu be Deniz... Hadi üslubu, şiveyi anlarım da içerik daha can sıkıcı...<br /><br />UMUT AYANOĞLU: Ha iyi, herkese gelmiş bu mailden; rahatladım. Yoksa benle mi bir alıp veremediği var bu arkadaşın dediydim. Arkadaş edebiyat dünyamıza hızlı bir giriş yaptı yalnız. Kısa sürede birbirinden duygulu, birbirinden çarpıcı üç şiir! Bu hızla giderse çok yakında tüm kitapçılarda, Yaşar Batur'un “Kayıp Davulun Tokmakçısı” adlı eserini görebileceğiz.<br /><br />UMUT AYANOĞLU: Özür dileyerek düzeltiyorum: “Kayıp Davulun Tokmankçısı” olacaktı. Umarım edebiyatımızın dev ismi Yaşar Batur bu hatamı bağışlar.<br /><br />DENİZ ÖZBİLGİN: Yaşar Batur başkan, Gençlerbirliği şampiyon...<br /><br />AYDIN DEMİREL: Bu e-postadan bana gelmemiş ama üzüldüm mü? Hayır. Ve lakin gülmekten bir hal oldum. Bana sanki biraz dalga geçilmek amacıyla yazılmış gibi geldi.<br /><br />DENİZ ÖZBİLGİN: Bu hafta sonu sağa sola iyi bakın; apoletli, üniformalı birini görürseniz hemen onun askeri olalım...<br /><br /><strong>IV. BÖLÜM</strong><br /><br />Tüm şiirlerini tüketen Yaşar Batur, artık yolun sonuna gelmişti. 12 Eylül’ü 13 Eylül’e bağlayan gece, aynı e-posta grubuna son şiirini gönderdi:<br /><br /><strong>“davul seninn<br />tokmank senin<br />türübünün liderisin<br />sen hamdunlah abimiszin<br />seni sevnmiyenn ölnsün<br />öslsünn<br />seni sevmiyyen össün”</strong><br /><br />Liderin Askeri, bağlı olduğu tribün liderini nihayet açıklamıştı.<br /><br />Yaşar Batur’un tribün lideri de, Alkaralar’ın tribün lideri olan Hamdullah Abi’ydi!<br /><br />O da Alkaralar gibi Hamdullah Abi’ye bağlıydı!<br /><br />Yaşar’ın bu mesajını alan Alkaralar arasında bu kez en hızlı davranan Deniz Özbilgin oldu. Mesajı hemen foruma taşıdı ve kısacık bir yorum yazdı:<br /><br />“Taze düştü e-postalarımıza... Dört etti...”<br /><br />Hazır kıta bekleyen Seyhun, Deniz’in bu mesajını ve Yaşar’ın son şiirini görünce, buna ilişkin görüşünü sıcağı sıcağına yazmayı ihmal etmedi. Seyhun’a göre Yaşar başkan, Hamdullah Abi’yi de sahiplenmişti:<br /><br />“Ya bilader olay iyice komikaze bir hal aldı.. Hamdullah Abi’yi de sahiplendi Yaşar başkan.. Ayakta alkışlıyoruz velhasıl..”<br /><br />Deniz Özbilgin de Seyhun’dan sonra şu mesajı yazdı foruma:<br /><br />“Yalnız bu işin altından ciddi ciddi Hamdullah Abi çıkarsa ‘tiribun lidarı’ olarak, ben de o dakika Fenerbahçeli olurum o şaşkınlıkla... Düşünsene, Manisa santra yapacak, tam maç başlayacak; Hamdullah Abi çıkıyor demirin üzerine; omzunda apoletler, başında Napolyonvari bir şapka, boynunda kılıç takımı (Karağğyip Korsanları ekipmanları satılıyor oyuncakçılarda, yakışırrrr)...”<br /><br />Alkaralar’ın sevgili ağabeyi Akşit Bey de dayanamadı ve kaç günden beri girmemek için kendini zor tuttuğu foruma nihayet girdi:<br /><br />“Tam site yeknesaklaşıyor derken müthiş bir eğlence faktörü ortaya çıktı. Hiç kimse de fırsatı kaçırmamış bakıyorum. Bana da gelen bu maile yanıt verdim ama bence bu bir şaka veya dalga geçme girişimi. Çok abartmamak gerek gibi....”<br /><br />Ertuğrul Eryiğit ise olaya soğukkanlılıkla yaklaşıyordu:<br /><br />“Ben de sizin gibi düşünüyorum. Biri iyi bir şaka yaptı bize ve mailler gönderdi. Olsun iyi oldu.”<br /><br />Deniz Özbilgin de foruma şunları yazdı:<br /><br />“Dalga geçme olduğu açık. Bu nedenle postalara yanıt vermemenizi öneririm. Malzeme vermeyin bu cin arkadaşa. Ama burada dalga geçebiliriz. Toplaaağğrr gümbür gümbür patlıyorduu (Hababam Sınıfı, Domdom Ali repliği). Tokmahklağğrr zıbamm zıbamm patlıyorduu (komtağn türübün lidari repliği)”<br /><br />Seyhun Akar ise Deniz Özbilgin’e şu yanıtı veriyordu:<br /><br />“Ama kopmamak mümkün müdür yawww?...”<br /><br />Amanın, o da ne?! Kaç günden beri sessizce olup biteni izleyen bizim Emre’nin Babası da nihayet dayanamamış ve konuya dalmıştı:<br /><br />“Ben de Yaşar Batur isimli şair ruhlu arkadaşımız gibi düşünmekteyim. Demem o ki, tribün denen mekanın hakkını vereceksin kardeşim. Ööööööle yan gelip yatmak yok. Çalışacaksın, didineceksin, nefesinin son kertesine kadar takımın için gırtlağını patlatacaksın, arta kalan zamanlarda çekirdeğini çitleyeceksin. Ayrıcaaaaaa; tribünün lideri Hamdullah Abi’ye saygıda kusur etmeyeceksin. O yüce şahsiyeti gördüğün yerde davulu - tokmağı yere bırakıp, “Hörmetler Abi” diyeceksin. Bravo Yaşar Batur, arkandanım.”<br /><br />Ve sonunda http://www.alkaralar.com/ yürütücüsü Bülent Atlas duruma el koyarak, Yaşar Batur adlı kolpacının kim olduğunu tespit ettiklerini duyuran bir açıklamayla konuyu kapattı. Bundan sonra kimsenin yazamaması için de sıkı bir kilit vurdu:<br /><br />“Kat maliklerini rahatsız eden Yaşar Batur denilen kolpacıyı tespit etmiş bulunuyoruz. Kendisi bir Alkaralar üyesi çıktı. Gerekli açıklamayı Polates lakaplı Necdet Özkazancı yapacaktır. Bu topik kilitlenmiştir. Açıklama ile ilgili topik biraz sonra açılacaktır.”<br /><br />Deniz, son mesajlarından birinde “malzeme vermeyin bu arkadaşa” diyordu ama o ana kadar işten geçmiş, Alkaralar Yaşar Başkan’a kullanabileceği yeterli malzemeyi zaten vermişlerdi. Yani mal batıya kaymıştı.<br /><br />İşte böyle…<br /><br />Tebrikler Alkaralar! Lütfen kameraya gülümseyip el sallayın. Sizi şakaladık!<br /><br />Nasıl, iyi eğlendiniz mi?<br /><br />Evet, konusu sanal alemde geçmekle birlikte kahramanları gerçek kişilerden oluşan bu kolpacılık öykümüzün nihayet sonuna geldik.<br /><br />İçerik ve biçim olarak çok güzel bir öykü olmadı ama ne yapalım! En azından ilginç bir öykü denemesi olduğunu düşünüyorum. Çocuğunuz olur, sevinirsiniz. Özenle büyütmeye çalışır, büyüdüğünü izledikçe mutlu olursunuz. Çocuğunuzun güzelliği kendine yeter de ortalıkta ondan çok daha güzel çocuklar vardır. Bunu görür, bilirsiniz. Ama çocuğunuz sizin için her zaman güzeldir. Hani kirpi de yavrusunu “Pamuğum benim!” diye severmiş ya. Bizim öykü de öyle bir şey işte!<br /><br />Her şeyden önce, bu ağır, rahatsız edici ve sinir bozucu şaka için tüm Alkaralar’dan özür diliyorum. İntikam olarak çok daha ağır bir şakayı hak ettiğimi düşünüyor ve kendimi şimdiden buna hazırlıyorum. Bu şakadan dolayı bana kızan, küsen ve hala kızgınlığı geçmeyen arkadaşlarımı da anlayışla karşıladığımı belirtmek istiyorum.<br /><br />Aslında bir “kolpacı” olmayı ve çok sevdiğim arkadaşlarımı ağır bir şakayla kızdırmayı, bu şakanın sonunda böyle bir öykünün ortaya çıkacağını hiç düşünmemiştim.<br /><br />Her şey 26 Ağustos 2006 Cumartesi günü akşamı oynanan Gençlerbirliği-B.B.Ankaraspor maçında başladı.<br /><br />Maçtan önce, tribünde uzun zamandan beri lehinde tezahürat yapılmamasını protesto etmek amacıyla stada gelmeyen Tribünümüzün Lideri Hamdullah Abi’yi yeniden tribüne çekebilmek için bir tezahürat başlattım:<br /><br />“OĞOOĞOOĞO HAMDULLAH ABİ! OĞOOĞOOĞO HAMDULLAH ABİ! TRİBÜNÜN LİDERİ HAMDULLAH ABİ! TRİBÜNÜN LİDERİ HAMDULLAH ABİ!”<br /><br />Bu tezahüratıma yalnızca Hamdi Nerkiz katıldı. Maça yengemizle birlikte geldiği için utanan bizim Emre’nin Babası da dahil olmak üzere kimseden tık yoktu. Herkes çekirdek çitlemekle, sohbet etmekle, gazete okumakla meşguldü. Alkaralar’ı yetiştirmek için yıllarca hiçbir fedakarlıktan kaçınmayan Hamdullah Abi kimsenin umurunda değildi. Ne yapalım, zorla değil ya! Biz de tezahürata son vermek zorunda kaldık.<br /><br />Ertesi gün kendisine bağlılığımı sunmak, bir çayını içmek ve bir el de “66” oynamak için Hamdullah Abi’nin, Dinektepe’deki Alkara Kıraathanesine ziyarete gittiğimde, daha içeri girerkene şu soruyu sordu:<br /><br />“Gine bağırmadılar, öyle değil mi Polatlılı gardaşım?!”<br /><br />Yanıt veremedim. Sözcükler boğazıma düğümlenmişti sanki. Başımı üzüntüyle iki yana salladım. Gerçi aynı zamanda duygulu bir tespiti de içeren bu soruya sözlü olarak yanıt vermeme gerek yoktu. Çünkü durum, yüzümün ifadesinden de çok net bir biçimde belli oluyordu zaten.<br /><br />Keyfimiz kaçmıştı. Hiç sohbet etmedik. Demli birer çay içip, zoraki bir “66” oynadıktan sonra Hamdullah Abi’ye veda ederek kıraathaneden çıkıyordum ki arkamdan seslendi:<br /><br />“Manisa maçında bağıracaklar mı gardaşım?”<br /><br />“Bağıracaklar abi, sen hiç merak etme!” diyerek biraz uzaklaştıktan sonra arkama dönüp baktığımda göz göze geldik. Soran gözlerle bakmaya devam ediyordu…<br /><br />İşte o anda Alkaralar’a bu ağır şakayı yapmayı kafama koydum. Gençlerbirliği-Vestel Manisaspor maçının oynanacağı hafta bu düşüncemi gerçekleştirecektim.<br /><br />Ve bir plan yaptım.<br /><br />İşbirlikçisiz şaka olur mu? Olmaz! O zaman bir de bilgisayar işlerinden anlayan işbirlikçim olmalıydı. Birazcık düşündükten sonra en uygun işbirlikçiyi hemen buldum: Bülent Atlas!<br />Bülent, hem sırdaşım olacak hem de bana e-posta göndereceğim adresleri sağlayacaktı. Bizim Emre’nin Babası da dahil olmak üzere bu şakadan kimseye söz etmeyecektik. Bülent, sözleştiğimiz gün bu şakamızı herkese açıklayacaktı.<br /><br />Hamdullah Abi olayını anlatıp konuyu kendisine açtığımda, oynayacağı rolü hiç düşünmeden kabul etti. Neden? Çünkü o da bizim gibi Hamdullah Abi’ye sonuna kadar sadıktı. Peki o zaman neden B.B.Ankaraspor maçında Hamdullah Abi için tezahürat yapmamıştı? Neden Hamdi Reis’le beni yalnız bırakmıştı? Evet, Hamdullah Abi için tezahürat yapmamıştı; bu doğruydu. Ama o gün maçta değildi ki! Bir iş için Ankara dışına gitmişti. Bülent Atlas maçta olacak da Hamdullah Abi için bağırmayacak! Peh! Gülerim ben buna!...<br /><br />Neyse. Şakayı başlatmak için önce hepsi birbirinden güzel ve anlamlı o şiirleri yazdım. Ve o zaman çok iyi anladım ki şairlik herkesin yapabileceği bir iş değil.<br /><br />Sonra “Yaşar Batur” adıyla “hotmail” uzantılı bir e-posta adresi aldım. Kullanıcı adını da “liderin_askeri” koydum. Sonuçta ne de olsa bizim liderimiz Hamdullah Abi ve biz de onun askeriyiz, öyle değil mi?<br /><br />Ve e-posta adreslerini sağladığım Alkaralar’a o şiirsel mesajları göndermeye başladım.<br />Ve bu öyküde adları geçen Alkaralar, bu şakadan dolayı birkaç gün rahatsız ve tedirgin oldular; canları sıkıldı. Ama sonra gördüm ki bazıları bir süre sonra Yaşar Batur’a alışmaya ve onun şiirleriyle eğlenmeye başladı. Bu öyküyü, en yaşlısından en gencine kadar şakalanan arkadaşlarımız, tüm kahramanları kendileri olan bir öykü yazdıklarının farkında olmadan hep birlikte yazmış oldular. Ne kadar başarabildim bilmiyorum ama bana, yalnızca tüm yazarları gerçek kişi olan bu öyküyü toparlamaya çalışmak ve metne dökmek kaldı.<br /><br />İster e-posta, isterse http://www.alkaralar.com/ forumları olsun yazılan tüm mesajları okuduğumda, Gençlerbirliği taraftarı ve Alkaralar ailesinin bir bireyi olduğum için, Hamdullah Abi’den başka lider tanımayan, kızgınken bile seviyesini düşürmemeye özen gösteren böylesine güzel arkadaşlarım olduğu için bir kez daha gurur duydum.<br /><br />Bir şeyi daha itiraf edeyim ki, elli yaşında olmama karşın içimde hala bir çocuk var. Ve o çocuk, ben ne kadar kendimi sıkıp bırakmamaya çalışırsam çalışayım, bazen bir yolunu bularak serbest kalıyor ve oynamak için dışarı çıkıyor.<br /><br />Ama diğer yandan hayal dünyam kısıtlı olduğu, tribünde de eskisi gibi öykü konusu olabilecek fazla özgün olay yaşanmadığı için uzun süreden beri öykü yazmakta sıkıntı çekiyorum.<br /><br />Pek bilemiyorum, belki de yalnızca bana öyle geliyor; ama son zamanlarda gerek http://www.alkaralar.com/ forumlarında, gerekse tribünde -özellikle toplu hareketlerde- ben de dahil olmak üzere taraftarların oldukça ciddi bir görünüm sergilediğini; yalnızca biz değil, ülkemizdeki futbol tutkunlarının çok büyük bir bölümünün de futbolu ve taraftarlığı biraz fazla ciddiye aldığını düşünüyorum.<br /><br />Oysa futbol her şeyden önce bir oyun ve şu üç günlük yalan dünyada yaşam çok kısa. Bugün varız, yarın yokuz.<br /><br />“Yaşamı çok ciddiye almayalım; açlığı, yoksulluğu, şiddeti, savaşı, insanların uğradıkları haksızlıkları görmeyelim; keyfimize bakalım; günümüzü gün edelim” demiyorum. Bunu hiçbir zaman diyemem zaten. Her zaman iyi olalım. Her zaman dürüst olalım. Her zaman insan olalım. Kötülüklere karşı her zaman duyarlı olalım. Ama birbirimizi gerek forumlarda, gerekse tribünde gırgırdan, şamatadan, şakalaşmaktan, işletmekten, tribünümüzün lideri Hamdullah Abi için tezahürat yapmaktan, “DOMATESİN ÇEKİRDEĞİ”ni söylemekten, “BİR BABA HİNDİ” çekmekten mahrum bırakmayalım. İçimizdeki çocuğu zaman zaman da olsa serbest bırakalım. Bırakalım ki o da biraz oynasın. Serbest kalmaya onun da hakkı, onun da ihtiyacı var.<br /><br />Doğarız, çocuk oluruz, genç oluruz, orta yaşlı oluruz, yaşlı oluruz.<br /><br />Yaşamın her aşamasında hep aynı kişi olduğumuzu düşünürüz. Ama değişim çok yavaş olduğundan, aradan geçen yıllar içinde her gün biraz daha değişip başkalaştığımızın, biraz daha kendimize yabancılaştığımızın ve bir gün artık başka insan olduğumuzun hemen farkına varamayız.<br /><br />Ve böyle yaşlanıp giderken, bir gün geriye dönüp baktığımızda artık o masum ve sevimli çocuk olmadığımızı; o gözü kara, çıkarsız ve hesapsız delikanlı olmadığımızı; geleceğe umutla bakan o güzel genç kız olmadığımızı; sevinçlerimizi, hayal kırıklıklarımızı ve çektiğimiz acıları hayretle görürüz.<br /><br />Ve bir gün gelir ölürüz.<br /><br />Ve işte o gün arkamızdan masum bir çocuk öylece bakar.<br /><br />İçimizdeki çocuk!<br /><br />Yarın 14 Eylül… Babamın bir gölge olmasının, gölgelerin arasına karışmasının 13. yıldönümü.<br />Dün gibi anımsıyorum. Onu toprağa verdikten sonra eve giderken, tanımlanamaz bir acı içinde son bir kez geriye dönüp baktığımda benden başka hiç kimsenin göremediği bir şeyi gördüm:<br />Başucunda oturan ve toprağını sevgiyle okşayan bir çocuk!<br /><br />Zamanında hiç yaşayamadığı, ama her zaman çok sevip koruduğu, fırsatını bulduğu anda hemen serbest bırakıp oynamasına izin verdiği çocukluğu!<br /><br />Bir ses duymuş gibi birden başını kaldırıp bana bakınca göz göze geldik. Gülümsüyordu. “Hiç merak etme, ben her zaman burada olacağım” demek istiyor gibiydi sanki.<br /><br />Kalın sağlıcakla.<br /><br />13 Eylül 2006<br /><br /><em>YARARLANILAN KAYNAKLARA:<br /><br />Başta değerli büyüğümüz Akşit Bey ağabeyimiz olmak üzere şakalanan ve bu öyküyü el birliğiyle yazan tüm arkadaşlara…<br /><br />Liderin Askeri Yaşar Batur’u azarlayan veya anlamaya çalışan ya da onunla maytap geçen tüm arkadaşlara…<br /><br />Elektronik posta adresinin ele geçirilmesinden dolayı bir şeylerden kuşkulanan, ama ses çıkarmayıp sabırla ne olacağını bekleyen can dostum Emre’nin Babası’na…<br /><br />Sıkı ve sadık bir Hamdullah Abi hayranı, hatta onun askeri olan işbirlikçim Bülent Atlas’a…<br /><br />Tamamen doğaçlama ile oluşturulan bu öykünün adını koymuş olan Umut Ayanoğlu kardeşime…<br /><br />Teşekkürler.</em></p><p align="justify"><em><span style="color:#ff0000;">Alıntı: SAKİN OL ŞUURLU OYNA-Necdet Özkazancı (Sayfa:153-184)</span></em></p>Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4543151873768793338.post-47394766052736911482007-12-01T18:48:00.000+02:002007-12-04T16:48:41.065+02:00RİVALDO’NUN HEDİYESİ (13 HAZİRAN 2005)<div align="justify">Geçen Pazartesi (6 Haziran 2005) günü, bizim Emre’nin Babası ile birlikte yeni sezon hazırlıkları için Abant’a kamp yapmaya gitmiştik.<br /><br />Amacımız mümkün olduğunca kondisyonumuzu artırıp yeni halı saha sezonuna bomba gibi girmekti. Biz bu amaçla Abant Gölü’nün kenarındaki çayırda arkadaşlarla beraber top oynarkene, birdenbire çayırın kenarında Brezilya Teknik Direktörü Pareira belirmesin mi?<br /><br />Hoş geldin, beş gittin derken kurt hoca ağzındaki baklayı çıkardı.<br /><br />Meğerse Hoca, Dünya Kupası Güney Amerika eleme grubunda Arjantin Milli Takımı ile oynayacakları maç öncesinde kamp yapmak için Brezilya Milli Takımı’nı Abant’ta kampa almış.<br /><br />Çayırda oynarkene yaptığımız hepsi birbirinden spektaküler hareketleri oteldeki odasının penceresinden görünce bizimle maç almak istedi.<br /><br />Biz de “Bakalım Brezilya Milli Takımı’na karşı nasıl oynayacağız? Bu spektaküler hareketleri onlara karşı da yapabilecek miyiz?” diyerekten bu maç teklifini memnuniyetle kabul ettik.<br /><br />İtiraf etmeliyim ki gerçekten de çok çekişmeli, müthiş bir maç oldu. Brezilyalı futbolcuların sert hareketlerine ve aşırı faullü oynamalarına rağmen özellikle ben ve bizim Emre’nin Babası’nın mükemmel oyunu ve sahalarımızda ender görülen ve hatta hiç görülmeyen gollerle maçı 5-2 kazanmayı başardık.<br /><br />Tabii maç bittiğinde Ronaldo, Rivaldo, Adriano, Cafu, Alex, Roberto Carlos gibi yıldızlar hayretler içinde kaldılar.<br /><br />Ve tabii ki Rivaldo hariç hepsi çok bozularak bize selam bile vermeden kös kös hamamın, pardon soyunma odasının yolunu tuttular.<br /><br />Ancak Brezilya’nın 10 numarası Rivaldo koşarak yanımıza geldi ve bizi sarılıp öperek kutladıktan sonra, halı saha maçlarımızı uzun zamandan beri www.alkaralar.com’dan dikkatle izlediğini; Emre’nin Babası’nın diz hizasında, uçarak kafa atmaya müsait, adrese teslim mükemmel ortaları ile benim tanımlanamaz ölçüdeki spektaküler gollerimin hastası olduğunu ve futbol yaşamında her zaman bizi örnek aldığını son derece açık-seçik bir biçimde ve çok samimi bir dille ifade etti. Buradan kendisine alenen helal olsun diyorum.<br /><br />Rivaldo, bize bu kadar yağı neden çekmişti?<br /><br />Sözlerini bitirdikten sonra sadede geldi: Rivaldo, kendi forması karşılığında arkasında “Alkaralar” yazan bizim formalarımızı hatıra olarak saklamak ve antrenmanlarda giyip arkadaşlarına hava atmak için rica ediyordu.<br /><br />Tabii biz de onun bu ricasını kıramazdık.<br /><br />Rivaldo’ya dedim kine: “Rivaldo, goçum; sen bizden Brezilya Milli Takımı forması karşılığında arkasında ‘Alkaralar’ yazan Gençlerbirliği forması istiyorsun; biz de bu isteğini anlayışla karşılıyoruz. Seni kıramayız zaten. Ne var ki senin de bildiğin gibi halı sahalardaki şöhretleri www.alkaralar.com sayesinde dünyanın dört bir yanına yayılmış futbolcular olmamız hasebiyle bir Alkaralar formasının en az iki Brezilya formasına tekabül edeceği gerçeğinden hareketle senden iki Brezilya forması istiyoruz. Tabii bu teklifi de sırf senin güzel hatırın için yapıyoruz. Eğer bu teklifimizi kabul edersen değiş-tokuş işlemini derhal gerçekleştirmeye hazırız!”<br /><br />Rivaldo: “Ne demek abi! Rica ederim yani. Memnuniyetle. Hiç lafı bile olmaz!” diyerekten, hemen valizindeki formalardan iki tane kaptı geldi. İkisi de kısa kollu olan, sarı ile yeşilin dengeli bir şekilde birleştirildiği, birinci sınıf ipekten mamul 10 numaralı formaların arkasında da “RİVALDO” yazısı uzaktan bile çok net bir şekilde görülebiliyordu.<br /><br />Evet arkadaşlar, netice itibariyle Rivaldo’nun, Abant kampında bir adet Alkaralar forması karşılığında Emre’nin Babası’na ve bana hediye ettiği orcinal Brezilya formaları ile çıkacağız bu akşamki halı saha maçına.<br /><br />İnşallah bu forma uğurlu gelir de Abant kampında depoladığımız kondisyonumuzun da etkisiyle bu akşam Al Takım ile oynayacağımız hayati öneme sahip dostluk maçında her zamanki spektaküler gollerimizi sıralama imkanı buluruz.<br /><br />Öte yandan aldığım bir duyuma göre, Rivaldo’nun tatil yaparken Alkaralar formasıyla gezdiğini görüp kıskanan İtalya ya da İspanya’dan ünlü bir futbolcu da kendisine ait iki forma verip bir adet Alkaralar forması almak amacıyla Emre’nin Babası’nı ve beni ziyaret etmek için bizim dükkana gelecekmiş. Gelsin de görelim bakalım, kim bu şöhretli futbolcu?<br /><br />13 Haziran 2005<br /><br /></div><p><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj-6_xjgt0DFXCwhsFzPPjjSiNCnWPAtVYRMU5nMqRy_aLvIoVK4mkIU0ykzyBJbmaXHSzMkL30_B4oG23hLb78rmEbWSQBVmkGrcHJ6Lr3CdmVkQyUM6_zzY66U4F1crdQFoncxJyPkpU/s1600-r/rivaldo-2.jpg"><img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5139381421042235618" style="DISPLAY: block; MARGIN: 0px auto 10px; CURSOR: hand; TEXT-ALIGN: center" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgt0JUTdshi3DqHgp1aOhmKKjVgZxyk4QI_UjXzq7RB6MkncAgKHLsCFrUIaUqrEbV3gSvL75WyR7iEf3g9h6NyCkZjRB74uMCN02yPZXUqLJaEdhLlgIjche9cFBTJhmHC_lQPi_mLeFE/s400/rivaldo-2.jpg" border="0" /></a><br /><br /><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj4y6NpTx9-vzYo4ctXeKZwlb_zrxNotllXQa5oMAt3dUOc25DgcTlRQvGLb6Fg8FL5kHhpUYz56Xd5_rfAbX5jPJ-faroN4cYxTPrbL9VdcxhirgNKrlZL07CdOCibdDQqncCr3evIIh8/s1600-r/rivaldo-1.jpg"><img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5139381635790600434" style="DISPLAY: block; MARGIN: 0px auto 10px; CURSOR: hand; TEXT-ALIGN: center" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhRBSVgGmZb4F9kyKCdESnL0AKHTnb5EevSN7hlauRY1O7T4EJ9jhDFPdXXrY1_qMMEdOulpOiQyEkV_Iy6rZo-Kp79nHIGK_TZLTMnHubVk6WsKqghRlatWN3hB1YuG76g0IVVUEnR1qI/s400/rivaldo-1.jpg" border="0" /></a> </p><p><em><span style="color:#ff0000;">Alıntı: SAKİN OL ŞUURLU OYNA-Necdet Özkazancı (Sayfa: 65-67)</span></em></p>Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4543151873768793338.post-69657288568904391962007-12-01T18:37:00.001+02:002008-04-18T01:04:37.613+03:00BADAL (4 NİSAN 2005)<div align="justify">Tarih: 7 Mart 2005.<br /><br />www.alkaralar.com’da bir konu başlığı: “KOMİKLER!”<br /><br />Yazan Sinan Badal: “Bir de ben anlatayım başımdan geçeni. Kızılay’daki tüp geçidin altındaki havuzlar yapılmadan evvel, yayalar karşıdan karşıya tüp geçitten değil altından geçiyor. Geçidin altındaki polis arabasından da ‘sayın yayalar lütfen tüp geçidi kullanalım’ anonsu yükseliyor. Baktım yol boş; ben de geçeyim dedim. Tam geçerken polis hoparlöründen bir ses: ‘SİNAN BADAL sen de tüp geçidi kullan!’ Meğerse polis memuru asker arkadaşımmış!”<br /><br />Kelimelerin yetersiz kaldığı ve boğazımızda düğümlendiği çok kötü bir gün yaşadık dün.<br /><br />Alkaralar sitesinde bana ayrılan bu köşede bir gün sevgili kardeşim Badal’ın ardından bu satırları yazacağımı hiç düşünmemiştim.<br /><br />Yaklaşık iki yıl önce birbirimizi hiç görmeden yalnızca Alkaralar sitesinde yazdığımız mesajlarla tanışırken, bir gün iş için geldiği Bakanlıkta önce Emre’nin Babası’nı, sonra da beni ziyaret etmişti.<br /><br />Odadan içeri girdi ve “Polatlılı siz misiniz?” diye sordu.<br /><br />Ben, işin doğrusu onun kim olduğunu bilmiyordum. Memleketimi soruyor herhalde diye düşünerek “Evet” diye cevap verdim.<br /><br />“Gençlerbirliği taraftarısınız, öyle değil mi?” diye sordu bu kez gülerek.<br />Bu soruyla birlikte ben de onun Gençlerbirliği taraftarı olduğunu anladım ama merak ettim. Acaba kimdi bu arkadaş?<br /><br />Benim sormama zaman bırakmadan kendini tanıttı: “Ben Badal'ım!”<br /><br />Kucaklaştık. Çay içtik. Sohbet ettik. Futboldan konuştuk. Gençlerbirliği’nden konuştuk.<br /><br />İtiraf edeyim ki Badal’ı ilk gördüğümde çok şaşırmıştım. Çünkü o günlerde kendisine öyle bir avatar seçmişti ki, ben Alkaralar sitesine yeni girmiş bir bilgisayar acemisi olarak, adam boğazlamaya hazır durumdaki sert görünümlü avatarından dolayı Badal’ı hep Gençlerbirliği’nin sert taraftarlarından biri olarak düşünmüştüm. Oysa tam tersiydi. Hayata bağlı, arkadaş ve dost canlısı, şeker gibi tatlı bir insandı.</div><div align="justify"><br />Alkaralar forumlarının en devamlı ve en çok yazan üyelerinden biriydi. “Merkez Hakem Komitesi ve onun işbirlikçileri” Badal’ın uzmanlık alanındaydı ve bu konudaki başlıkları o açardı.<br /><br />Tüm maçlara (halı saha ve deplasman maçları dahil) eşi, oğlu, kardeşi başta olmak üzere “familyası” ile birlikte gider ve bundan büyük bir zevk alırdı. </div><div align="justify"><br />Geçen sezon Konyaspor deplasmanında beraberdik.<br /><br />Yine geçen sezon İstanbul Olimpiyat Stadı’nda Gençlerbirliği ile Trabzonspor arasında oynanan Türkiye Kupası final maçında da beraberdik.<br /><br />ASAŞ’ın bazı maçlarında Cebeci Stadı’nda beraberdik.<br /><br />Gençlerbirliği’nin bazı UEFA Kupası maçlarında da Maraton’da beraberdik.</div><div align="justify"><br />Gençlerbirliği’nin lig maçlarında biz Maraton’dan “KIRMIZIII!” diye bağırdığımızda, Gecekondu’dan “SİYAAH!” diye avazı çıktığı kadar bağıranlardan biri mutlaka Badal’dı. Çünkü o, lig maçlarında, “Badalgiller Familyası” dediği ailesiyle birlikte Gecekondu’daydı.<br /><br />Her Pazartesi akşamı tesislarda oynadığımız halı saha maçlarına familyası ile birlikte sık sık gelir; oğlu Samet kendiliğinden Al Takım’ın acar elemanlarının arasına karışırken, Badal da hemen Kara Takım’daki yerini alırdı.</div><div align="justify"><br />O bizim takım arkadaşımızdı!<br /><br />O bizim tribün arkadaşımızdı!<br /><br />O bizim dostumuzdu!<br /><br />O bizim kardeşimizdi!<br /><br />Oysa biz onunla Yenikent’teki ASAŞ-Bulancakspor maçında beraber olacaktık dün. Hiç konuşmadan, sözleşmeden…<br /><br />Kendiliğinden…<br /><br />Önceden konuşmaya, sözleşmeye zaten gerek yoktu, çünkü biz biliyorduk ki familyasıyla birlikte mutlaka gelecekti bu maça.<br /><br />Ama olmadı.<br /><br />Çok genç yaşta, zamansız kaybettik Badal’ı.<br /><br />Dün, Karşıyaka’da son yolculuğuna uğurladık onu.<br /><br />Güle güle Badal!<br /><br />Güle güle sevgili kardeşim!<br /><br />Güle güle güzel insan!<br /><br />Güle güle kıdemli Alkara!<br /><br />Arkadaşlığın, dostluğun, kardeşliğin için çok teşekkürler.<br /><br />Her zaman aramızda olacaksın.<br /><br />Seni hiç unutmayacağız!<br /><br />4 Nisan 2005 </div><div align="justify"> </div><div align="justify">Taraftar arkadaşımız Haydar Gerlevik'in, Badal'ın anısına hazırladığı bir video: <a href="http://www.youtube.com/watch?v=yuhKXzYEnNs">http://www.youtube.com/watch?v=yuhKXzYEnNs</a><br /><br /></div><p><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEit0HF_q6aWicqMyeeoLYsiaewnIQFNGNAz3L00Iu5FXRC2kDrnl8dYlZOoRxd5g7kIiFG8Gj-2365cFMgRI7ifoo-iCsqbVeoDIZhbfB-AwbfqxYiCArU65GIlgTteYlDnWMu07zyCqW0/s1600-r/badal.jpg"><img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5139380557753809090" style="DISPLAY: block; MARGIN: 0px auto 10px; CURSOR: hand; TEXT-ALIGN: center" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiqGq0HAwj9abpzT8GGKmfyXIbX9Ww8q0JmZt1d1REzl1XNT5mEabJ2LgrOF_Q5ICHt7V2JkEE5lAjB6jCnAMimGeSuItguE95d9dINDDJLo5h24qKKdNdqY1Ux2d9zp-367bymJ5DK-Ig/s320/badal.jpg" border="0" /></a><br /><br /><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhlYSQT21BDUHJQYlxFyMymDOqs9AG-EITm3KvZaFkuQ9V5oRZv0urBZDYszY_jIpqW5okmU9fP0gSRqf5oAreOFUWYNzj4K1ntlCEtMTF5t_cAogmzFcE56sz_FgH0d1736wrsP_GzLoU/s1600-r/badal-3.jpg"><img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5139386532053317938" style="DISPLAY: block; MARGIN: 0px auto 10px; CURSOR: hand; TEXT-ALIGN: center" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiB7OI6oJwCEXGQA5QN36hZQcGt-nyA2zY9nWb-Bkhzj6Pe9XXEsc6CQaToPrck-DfPDFap9mhRbSTQ2iRt2M7QFD7wrq5QXnGKsKVPiAKYU8DNLQWyG0xH_vsHKY4OvGfu5ssz3RqgDfs/s400/badal-3.jpg" border="0" /></a></p><p><em><span style="color:#ff0000;">Alıntı: SAKİN OL ŞUURLU OYNA-Necdet Özkazancı (Sayfa: 46-48)</span></em> </p>Unknownnoreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-4543151873768793338.post-40041077942026757582007-12-01T18:06:00.000+02:002007-12-04T17:06:57.478+02:00ANKARA’DA FENERBAHÇELİ OLMAK (11 MAYIS 2005)<div align="justify">Tarih: 7 Mayıs 2005, Cumartesi...<br /><br />Galatasaray-Ankaragücü ve Diyarbakırspor-Fenerbahçe maçları bitmiş; Galatasaray 2-1, Fenerbahçe de 2-0 kazanmıştı. Böylece, şampiyonluk için mücadele eden bu iki takımdan Fenerbahçe, Galatasaray ile arasındaki dört puanlık farkı da koruyarak liderliğini sürdürmüş oluyor ve son üç haftaya önemli bir avantaj sağlamış olarak giriyordu.<br /><br />Aynı günün akşamı, evinde televizyonun başına geçen N., TRT1 kanalında yayınlanan Stadyum programını izlemeye başladı.<br /><br />Görüntüler… Görüntüler… Görüntüler… Bitmek tükenmek bilmeyen görüntüler…<br /><br />Fenerbahçe ve Galatasaray takımlarının otobüsle stada gelişleri… Teknik adamların ve futbolcuların otobüsten inişleri… Futbolcuların maç başlamadan saatler önce stadın içinde yaptıkları gezintiler… Röportajlar… Spor yazarlarının görüşleri…<br /><br />Tekrarlar… Tekrarlar… Tekrarlar…<br /><br />Diyarbakırspor-Fenerbahçe maçındaki olaylar…<br /><br />Vesaire… Vesaire…<br /><br />Tam bir Ankara futbolu tutkunu olan ve yıllardan beri tüm benliğiyle Gençlerbirliği ile Ankaragücü’nü destekleyen N., Ankaragücü’nün Galatasaray’a yenilerek düşme hattına yaklaşmasının ve bu arada Kayserispor’un da beklenmedik bir şekilde Gaziantepspor’u deplasmanda yenerek düşme barajının iyice yükselmesine yol açmasının da verdiği keyifsizlikle vurdu kafayı yattı…<br /><br />N., bir an için düşündü: 16 yaşından beri Ankara takımlarının peşinden koşuyordu. Artık ellisine merdiven dayamıştı ve şampiyonluk görmek istiyordu. Tribünleri tıklım tıklım doldurmuş olan taraftarların arasında şampiyonluk şarkıları söylemek istiyordu. Güçlü ve zengin, istediği futbolcuyu ve teknik adamı alabilen, istemediğini de gönderebilen, hep şampiyonluğa oynayan ve şampiyonluk dışındaki hiçbir sonucu başarı olarak kabul etmeyen bir kulübün taraftarı olmak istiyordu.<br /><br />Evet, biraz düşününce bu takımı bulmuştu N.: Fenerbahçe!<br /><br />Fenerbahçe’yi tutabilirdi. Bir takımın taraftarı olmak için bilgi, görgü, meslek, kentlilik bilinci, vs. gibi özelliklere gerek yoktu ki! Fenerbahçeliyim derdin olur biterdi. Zaten herkes öyle yapmıyor muydu? Fenerbahçeliyim diyordun Fenerbahçeli oluyordun. Galatasaraylıyım diyordun Galatasaraylı oluyordun. Beşiktaşlıyım diyordun Beşiktaşlı oluyordun.<br /><br />Türkiye’nin bütün kentlerindeki insan yığınları bu takımları tutuyor, bu takımları tartışıyor, kendi kentlerinde bu takımların taraftar derneklerini kuruyor, bu takımlara para akıtıyorlardı. Türkiye’de futbolun yapısını belirleyen en büyük özellik güç ve paraydı. Evine ekmek götürmekte zorlanan Ankaralı, Kütahyalı, ya da Konyalı bir işsiz ağzını yaya yaya, dişlerini göstere göstere gülerek Fenerbahçeli, Galatasaraylı ya da Beşiktaşlı olduğunu söyleyebiliyor; Alex’i Brezilya’dan nasıl getirdiklerini ballandıra ballandıra anlatabiliyordu.<br /><br />Bundan sonraki yaşamında, tuttuğu takımın başarılarıyla mutlu olmak ve öğünmek isteyen N., bu duygu ve düşüncelerle kesin kararını verdi: Bundan sonra Fenerbahçeli olacaktı!<br /><br />Neden? Çünkü, bu üç İstanbul takımı içinde en zengini, en başarılısı, en güçlüsü Fenerbahçe’ydi! Fenerbahçe başkanı Aziz Yıldırım bir demecinde, artık sadece sahada değil masa başında da kazanmayı öğrendiklerini gururla söylememiş miydi? Artık sahada da, masa başında da sürekli galip gelen ve başarılı olan bir takımın taraftarı olacaktı!<br /><br />Yalnız bir sorun vardı: N., Ankara’da yaşıyordu. Hayatının tamamına yakını Ankara’da geçmişti ve Ankara’yı çok seviyordu. Yaz aylarında tatile gitmek için bile Ankara’dan ayrılmak istemezdi. Birkaç gün ayrılsa Ankara’yı, arkadaşlarını ve yakınlarını hemen özlerdi. Fenerbahçe ise bir İstanbul takımıydı ve Ankara’ya yalnızca üç maç için gelebilecekti.<br /><br />Olsun! Onun da kolayı vardı: Fenerbahçe’nin Ankara’da oynayacağı maçları 19 Mayıs Stadı’nda Ankaralı Fenerbahçe taraftarlarıyla birlikte izler; İstanbul’daki maçları ile diğer deplasman maçlarını izlemek için de son yıllarda yerden mantar biter gibi çoğalmış olan Digitürk salonlarından birine giderdi. Diğer Ankaralı Fenerbahçe taraftarlarıyla birlikte sarı-lacivert şapka, atkı, forma ve bayraklarla sık sık dev ekranlı televizyona doğru hareketlenerek heyecanla tezahürat yapmak da çok hoş olurdu yani! Ayrıca zaten bütün televizyonlar ve gazeteler de yalnızca bu takımlardan bahsediyor, bu takımlardan haberler veriyordu. Luciano’nun çocuğunun diş çıkardığından, Alex’in eşinin televizyonda hangi Brezilya dizisini izlediğinden bile haberiniz oluyordu. Anlı şanlı spor yazarları gazetelerdeki köşelerinde ve televizyon programlarında uzun uzun bu takımların maçlarını yorumluyordu.<br /><br />N., bunları düşününce birden keyiflendi. Artık gazetelerdeki spor sayfalarını daha bir zevkle okuyabilecek, saatlerce süren televizyon programlarını daha bir dikkatle izleyebilecek ve kendince yorumlar yapabilecekti. Ezeli rakipler Galatasaray ve Beşiktaş’ın başkanları ile yöneticilerine daha çok kızabilecek, yeri geldiğinde onlarla daha çok alay edebilecekti.<br /><br />Neyse, bu sorun da çözülmüştü. Kısacası işlem tamamdı. Onu Fenerbahçe taraftarlığına kaydedecek bir makam ve defter de olmadığına göre kendisini artık Fenerbahçeli olarak sayabilir; her yerde gururla Fenerbahçeli olduğunu söyleyebilirdi. Ne güzel!<br /><br />Sempatisi hala devam ediyordu ama kurtulmuştu artık bu Ankara takımlarından. Zaten o takımların başkanları ve yöneticileri de Fenerbahçeli, Galatasaraylı ya da Beşiktaşlıydı aslında. Ve hiçbir zaman bu takımların taraftarı olduklarını gizleme gereği bile duymuyorlardı.<br /><br />Ya taraftarlar? Ankara takımlarının taraftarlarının sayısı artmak yerine gittikçe azalıyor, 19 Mayıs Stadı her geçen gün biraz daha tenhalaşıyordu. Ama N., yumuşak bir vücut çalımıyla kurtulmuştu bu sıkıntılı taraftarlıktan. Çünkü artık sürekli olarak şampiyonluk kovalayan, şampiyonluktan başka bir şey düşünmeyen, şampiyonluk dışındaki her dereceyi başarısızlık sayan güçlü ve zengin Fenerbahçe Cumhuriyeti’nin taraftarıydı o!<br /><br />Ve o büyük gün geldi çattı: 15 Mayıs 2005 Pazar akşamı… Ankaragücü-Fenerbahçe maçı…<br />Ankaralı bir Fenerbahçe taraftarı olarak 19 Mayıs Stadı’nda izleyeceği bu ilk maç için sabahtan itibaren hazırlanmaya başladı N… Gençlerbirliği ve Ankaragücü’nün kombine biletlerini cüzdanından çıkardı ve hatıra olarak saklamak için bir kutuya koydu. Çok heyecanlıydı. Acaba Ankaragücü’ne kaç gol atacaklardı? Yeneceklerdi; bu kesindi. Ama kaç gol atacaklardı? Önemli olan buydu!<br /><br />Ankaragücü yönetimi de Fenerbahçe taraftarlarına her zaman olduğu gibi bir güzellik yapmış; Maraton’un yarısını, Saatli’yi ve Kapalı’yı Fenerbahçe taraftarlarına tahsis etmişti. Yani Fenerbahçe taraftarları stadda da üstünlüğü ele geçirmiş olacaklardı. Ne güzel!<br /><br />Şimdi kim bilir ne coşkulu tezahüratlar yapar, şampiyonluk şarkılarıyla inletirlerdi stadı. Her golden sonra bir kere “Pınarbaşı”nı söyleseler, en az beş defa söyleyebileceklerini düşünüyordu bu türküyü. Ne güzel!<br /><br />Ve biletini alıp stada girdi N… Stadın girişinde aldığı sarı-lacivert atkısı ve şapkasıyla Maraton’un sağında Ankaralı Fenerbahçe taraftarlarının arasına oturdu. Stadın Fenerbahçelilere ayrılmış olan bölümleri tıklım tıklımdı. Ne güzel!<br /><br />N.’nin içi kıpır kıpırdı. Tezahürat yapmak istiyordu.<br />Ve önce Saatli’deki Fenerbahçeliler tezahürata başladılar. Sonra Kapalı, sonra da Maraton’daki Fenerbahçeliler katıldılar onlara. Ne güzel!<br /><br />İşte bakın, Fenerbahçeli futbolcular çıktılar sahaya ısınmak için! Şu Alex mi? Şu da Nobre öyle değil mi? Luciano yok mu bugün? “AYLAVYU ALEX!... AYLAVYU ALEX!... AYLAVYU ALEX!... AYLAVYU ALEX!... OLE!... OLE!... OLE!... TUNCAY BURAYA!... TUNCAY BURAYA!... TUNCAY BURAYA!... TUNCAY BURAYA!... OLE!... OLE!... OLE!... NOBRE, NOBRE, NOBRE, NOBRE, MARCİO NOBRE!... NOBRE, NOBRE, NOBRE, NOBRE, MARCİO NOBRE!... OLE!... OLE!... OLE!...”<br /><br />Ne güzel!<br /><br />Yan tribünde, tel örgülerin ardında Ankaragücü taraftarları var. Çok kızgınlar. Kızmayın arkadaşlar. Neden kızıyorsunuz ki? Gelin siz de Fenerli olun! Fener’in kapısı herkese açık!<br /><br />Telin ardından Pegasusluları görüyor N.: Şu Volkan, şu Tufan, işte Oktay da orada… Murat, Bülent, Fevzi, Burç, Tuğrul, Kürşat, Hakan, Metin Akgün, Ziver ve N.’nin isimlerini sayamadığı diğer Ankaragüçlüler Fenerbahçe tribününe bakıyorlar.<br />İşte! Bakın, onların hemen yanındakiler de Volkan’ın oğlu Ulaş ile ortaokul ve lise öğrencilerinden oluşan Genç Pegasuslular değil mi? Ne arıyorsunuz orada çocuklar? Yazık oluyor size yahu!... Daha çok küçüksünüz. Önünüzde uzun yıllar var. Eğer hep mutlu olmak istiyorsanız bu iş çok kolay: Gelin siz de Fenerli olun!<br />İşte! Şurada, demirin üstündekiler de Anti X grubu... Onlar da Fenerbahçe tribününe bakıyorlar.<br /><br />N., pek iyi duyamıyor ama Ankaragüçlüler bir şeyler söylüyorlar. Evet, şimdi ses yükseldiği için daha iyi duyuyor N.: “ANKARA’NIN EKMEĞİ HARAM OLSUN!...” diyorlar; “BURASI ANKARA, BUNLAR YALAKA!...” diyorlar.<br /><br />Bu Ankaragücü taraftarları da çok küfürbaz canım! Hep böyleler zaten. Galatasaraylılara da, Beşiktaşlılara da böyle yapıyorlar.<br /><br />Fenerbahçe tribünleri hareketleniyor. Ankaralı Fenerbahçe taraftarları büyük bir keyifle ağızlarını doldura doldura bağırıyorlar: “BURASI KADIKÖY BURDAN ÇIKIŞ YOK!... BURASI KADIKÖY BURDAN ÇIKIŞ YOK!...” ve devam ediyorlar: “ANKARA KÜMEYE!... ANKARA KÜMEYE!...”<br /><br />Fenerbahçe taraftarlarının bulunduğu tribünler bu tezahüratla inlemeye başlıyor.<br />Bu da ne böyle! Şimdi de Ankaragücü taraftarlarına el-kol işareti yapıyorlar ve küfür ediyorlar. Birisi, elindeki demir parayı Ankaragüçlülere fırlattı. Bu adamın üzerinde demir para ne geziyor? Polisler aramamış mı acaba? Bu Ankaralı Fenerbahçe taraftarları da, Galatasaray taraftarları da, Beşiktaş taraftarları da ister Ankaragücü, isterse Gençlerbirliği ile oynadıkları maçlarda Ankaragücü ve Gençlerbirliği taraftarlarına el-kol işareti ile kışkırtıcı, hatta küfürlü tezahürat yapıyorlar ve madde atıyorlar yahu! Bu kadarı da terbiyesizlik ama!<br /><br />Şimdi de Ankaragücü tribünlerindeki tüm taraftarlar, tek bir vücut halinde, hep bir ağızdan o özgün ve güzel tezahüratlarını haykırmaya başladılar: “GURURLUYUZ GÜÇLÜYÜZ ANKARAGÜÇLÜYÜZ! GURURLUYUZ GÜÇLÜYÜZ ANKARAGÜÇLÜYÜZ!”<br /><br /><br />Ardından daha şiddetli haykırışlarla başka bir özgün tezahürata başlıyorlar: “İYİ GÜNÜNDE KÖTÜ GÜNÜNDE HEP BERABERİZ. ÇÜNKÜ BİZ ANKARAGÜÇLÜYÜZ!.”<br /><br />Aman Allahım! Bunlar, N.’nin uzun yıllardan beri en çok sevdiği tezahüratlar... N., bir anda allak bullak oluyor ve heyecanla titreyerek ürperiyor.<br /><br />Bu arada stadın dışından birisi N.’ye sesleniyor ve dışarı çağırıyor onu: “Yanlış yerdesin, biz Maraton’un soluna gireceğiz, buraya yani dışarı gel de beraber girelim. Ben sensiz giremem” diyor.<br /><br />“Sen de kimsin?” diye soruyor N.: “Neden bensiz giremezmişsin ki?!”<br /><br />Dışarıdaki ses: “Çünkü ben senin ruhunum!” diyor: “Beden olmadan ruh içeri giremez! Sen ise ruhunu yitirmiş, ruhsuz bir bedensin yalnızca! Bir hiçsin! Bir zavallısın!”<br /><br />N., bu sesle birdenbire irkiliyor ve Ankaralı Fenerbahçe taraftarlarının bir maçlığına, geçici olarak oluşturduğu bu tribün grubuna ait olmadığını, bu kişilerle paylaşabileceği ortak hiçbir şeyinin bulunmadığını anlıyor.<br /><br />Bir titreme nöbetine kapılıyor. Oradan hemen ayrılmak; tel örgüleri aşarak yan tribündeki Ankaragüçlülerin arasına gitmek istiyor.<br /><br />Çünkü o bir Ankaralı! Eski günlerdeki gibi Ankaralıların, Ankaragüçlülerin, arkadaşlarının arasında olmak istiyor.<br /><br />Arkadaşlarıyla kucaklaşmak, sohbet etmek, şakalaşmak istiyor.<br /><br />Fenerbahçe atkısını ve şapkasını usulca çıkarıyor ve oturduğu koltuğa bırakıyor. Tel örgünün yanındaki polisin yanına gidiyor. Fenerbahçe tribününe yanlışlıkla girdiğini, oysa arkadaşlarının yandaki tribünde olduğunu, onların yanına gitmek istediğini söylüyor polise.<br /><br />Polis kabul etmiyor: “Burada izleyeceksin bu maçı” diyor.<br /><br />”O zaman ben de staddan çıkmak istiyorum” diyor N.<br /><br />“Çıkamazsın, çünkü çıkmak yasak” diye cevap veriyor polis.<br /><br />N., çaresizce ve endişe içinde sağına soluna bakınıyor. Kendisini kapana kısılmış gibi hissediyor ve buradan kurtaracak bir tanıdık arıyor.<br /><br />Bu arada, dışarıdaki ses stadın duvarına tırmanıp oturmuş, N.’ye bakıyor gülümseyerek. “Gel!” diyor: “Gel, beni yani ruhunu içine al da birlikte buradan aşağı atlayıp kurtulalım. Ankaragüçlülerin yanına gidelim!”<br /><br />N., heyecanla merdivenleri ikişer ikişer tırmanıp stadı çevreleyen duvara ulaşıyor ve ruhuyla bütünleşip aşağı atlıyor! Oysa, oradan atladığı zaman belki kolları, bacakları, birçok kemiği kırılacak; belki de sakat kalacak. Ama bu onun için o kadar önemli değil o anda!<br /><br />Derken, ruhuyla bütünleşerek staddan aşağı atlayan N. daha yere değmeden kan-ter içinde uyanıyor; sağına soluna bakıyor: Evinde, yatağında!…<br />Gördüğü bir kabustan başka bir şey değil!<br /><br />Tan ağarmış. Biraz sonra sabah olacak. Ankara, açık ve güneşli bir Pazar sabahına hazırlanıyor. Sabah Gençlerbirliği’nin mali genel kuruluna, öğleden sonra da Gençlerbirliği-Malatyaspor maçına gidilecek. Ne güzel!<br /><br />Daha önümüzdeki Pazar gününe çok var.<br /><br />N., yatağından kalkıyor; gardıropta asılı ceketinin cebindeki cüzdanını çıkarıp içine bakıyor: Evet, Ankaragücü ve Gençlerbirliği’nin kombine biletleri cüzdanında…<br /><br />Bir sorun yok.<br /><br />Rahatlıyor N. ve karyolanın tahtasına vuruyor üç kez. “Rüyası bile kötü!” diyor, kendi kendine gülümseyerek: “Rüyası bile kötü!”<br /><br />11 Mayıs 2005</div><div align="justify"> </div><div align="justify"><em><span style="color:#ff0000;">Alıntı: SAKİN OL ŞUURLU OYNA-Necdet Özkazancı (Sayfa: 49-56)</span></em></div><div align="justify"><em><span style="color:#ff0000;"></span></em> </div><div align="justify"><em><span style="color:#ff0000;"> KALEMİZDE KAPTAN ADİL VAR-Necdet Özkazancı (Sayfa: 46-53)</span></em></div><div align="justify"> </div>Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4543151873768793338.post-80072794785988610782007-12-01T17:42:00.000+02:002007-12-04T17:13:11.965+02:00GÖLGE’NİN YARIM KİLO KIYMA PARASINDAKİ İZİ VE HAKEME GÜCENEN DENİZKIZI EFTALYA (20 EKİM 2003)<div align="justify">“Ben enayi miyim oğlum, 10 bin lira verip maça gidecek? Onun yerine yarım kilo kıyma alır, köfte yapar, yerim!...”<br /><br />*****<br /><br /><strong>Uvertür – Gölge</strong><br /><br />Yıllar önceydi. Polatlıspor’un 3. ligde oynadığı o kadim zamanlardan birinde, Ekim ayının serin bir Pazar günü telaşlı adımlarla Şehir Stadındaki maça giderken karşılaştığımızda, maç hastalığımdan dolayı bana takılmak için söylemişti ilk defa bu sözleri Gölge... Devamlı gittiği Çarşı’daki kahvede oynadığı anastrayı bitirmiş eve dönüyordu. Merakla nereye gittiğimi sormuştu. Ben: “Hiiiç, maça gidiyorum Gazi!” dedikten sonra “Sen gitmiyor musun yoksa? İstersen gel beraber gidelim” diyerek maça davet edince gülerek cevap vermişti: “Ben enayi miyim oğlum, 10 bin lira verip maça gidecek? Onun yerine yarım kilo kıyma alır, köfte yapar, yerim!” Son zamanlarda her şeyi kıymaya endekslemişti ve bu halini çok sevimli bulduğum için fırsat çıktığında takılmaktan ve onu kışkırtmaktan geri kalmıyordum. Ben: “Yapma Gazi, biz şimdi enayi miyiz yani?” deyince “Yok canım, sana enayi demedim. Ben enayi değilim dedim” diye lafı değiştirmişti. Bunun üzerine ben: “Sen gel, maçı beraber seyrederiz. Ben ısmarlarım” dediysem de “Sana yük olmayayım, sen git, arkadaşlarınla seyret, keyfine bak!” diyerek son sözünü söylemişti.<br /><br /><strong>Allegro Piqniquetto – Bir Tercih Sorunu</strong><br /><br />Cuma akşamı dükkanı kapatıp çıkarken, bizim Emre’nin Babası’yla ertesi gün oynanacak olan Ankaragücü-Elazığspor maçına gitmek için sözleştik. Milli maç nedeniyle verilen aradan dolayı koca bir hafta sonunu stadyumda sıkı bir lig maçı seyredemeden geçirdiğimizden aç kalmıştık. Gerçi Çarşamba akşamı Maltepe’deki lokalde Blackburn Rovers-Gençlerbirliği maçını televizyondan seyretmiş ve neredeyse heyecandan kalp krizi geçirme noktasına geldikten sonra tur atladığımız için çok sevinmiştik ama bizim gibi iflah olmaz maç hastalarının en etkili ilacı stadyumdu. Yemyeşil, halı gibi bir saha, tezahürat yapan taraftarlar, çekirdek çitleyen seyirciler, son derece mantıklı bir uygulama ile seyircilerin yanındaki kola ve şişe suları ile ceplerindeki demir paraları ve çakmakları toplayan güvenlik görevlileri, buna karşılık yine son derece mantıklı bir uygulama ile içeride çekirdek, kutu kola ve kapalı bardak suyu satıp para üstünü demir para ile veren satıcılar… Hepsini çok özlemiştik.<br /><br />Cumartesi günü saat 10.00’da işler yolunda mı, yoksa bir aksilik var mı düşüncesiyle Emre’nin Babası’na telefon ettim: “Usta ben saat 14.00’de çıkıyorum. Sen de evden çıkıp okulun önünde bekle de geçerken seni de alayım” dedim. Bizimki üzgün ve bezgin bir sesle: “Ben maalesef gelemiyorum teyzemin oğlu. Hanımın arkadaşları Gölbaşı’na pikniğe davet etmişler. Piknik mevsiminin sonlarıymış. Biz de şimdi mecburen oraya gideceğiz artık ne yapalım. Kusura bakma, sen benim için de seyret!” diye cevap verdi.<br /><br />Evet, emir büyük yerden gelmişti; "İçişleri Bakanı" böyle istemiş ve Gölbaşı’nda piknik için arkadaşlarına söz vermişti; çok üzülmüştüm ama yapılacak fazla bir şey yoktu… Ben yine de hemen pes etmemek için bir yoklama çektim: “Bugün maça gideceğimizi yengeye söylemedin mi yoksa babadostu? Belki yüreği biraz yumuşar da izin verirdi. İstersen yengeyle ben konuşup izin isteyeyim” diye bir zarf attım. Bizimkinin: “Söylemez olur muyum usta, hem de Cuma akşamı eve gider gitmez söyledim ama o da arkadaşlarıyla sözleşmiş. Olmaz dedi, kestirdi attı. Antrenman, maç, antrenman, maç, antrenman, maç; fazla kafayı takmışız bu işe! Pikniğe gidersek biraz değişiklik olurmuş. Hatta dur bak, sizi de davet ediyor, ne olur onlar da gelsin diyor!” cevabıyla karşılaşınca baktım iş kötüye gidiyor, bizimkini maça götürelim derken biz de bir hafta iple çektiğimiz maçtan olacağız, onu kaderiyle baş başa bırakmak zorunda kaldım: “Yok abiciğim. Biliyorsun, mangalın dumanı ciğerlerime iyi gelmiyor. Staddaki temiz ve dumansız hava benim için daha iyi. Yengeye selam söyle ve teşekkürlerimi ilet. Size iyi eğlenceler. Haydi hoşçakalın!” dedikten sonra yine takılıp bulaşmadan edemedim: “Aman halamınoğlu, mangalın ateşini iyi harla da sönmesin. Ayrıca ızgarayı da iyi yağla ve başında bekle ki kanatlar yanıp kurumasın!” diyerek cevap vermesine ve kızmasına fırsat tanımadan telefonu kapattım ve derin bir nefes aldım. Konuşmaya tanık olan eşim: “Hayrola usta, pikniğe mi gidiyorlarmış? Keşke bizi de davet etseler de biz de gitseydik. Maç, maç, maç; bir gün de pikniğe gidelim ne olursun!” diye sızlanınca, “Çok isterdim ama maalesef davetli değilmişiz. İstersen seni maça götüreyim, sen de gel, biraz açılırsın” diyerek öylesine bir kıtır attım. Eşim her zaman olduğu gibi: “Yok, teşekkür ederim, dokunuyor. Ben almayayım beyefendi. Size iyi maçlaaar!” sözleriyle konuyu kapatınca ben de memnuniyetle fazla ısrar etmedim.<br /><br />Böylece bu konuşmalardan sonra ortaya şöyle bir tablo çıktı: Emre’nin Annesi, eşini yani bizimkini maçtan alıkoyup pikniğe götürdüğü için mutluydu. Emre’nin Babası da maça gidemediği için biraz mutsuz ama pikniğe giderek eşini mutlu ettiği için mutluydu. Eşim maça gitmediği ve ben de bu konuda fazla ısrar etmediğim için mutluydu. Ben ise yumuşak bir vücut çalımıyla üç kişinin arasından sıyrılıp pikniğe gitmekten ve dolayısıyla mangal başında pineklemekten kurtulduğum, ayrıca yanında utanıp fazla tezahürat yapamadığım eşim de yanımda olmayacağından dolayı mutluydum. Yani kısacası herkes mutluydu!<br /><br /><br /><strong>Allegro Stadetto – Stadın Önündeki Gölge</strong><br /><br />Saat 18.30’da stad turnikelerinin önüne geldiğimde Gölge oradaydı. Genellikle yanımda biri olduğu zaman ortaya çıkmaz ama yalnız olduğumda görünür. Gülerek “Ne o, maça değil mi?” diye sordu. “Evet” dedim: “Gel beraber girelim diyeceğim ama kombinesi olmayanı buraya almıyorlar.” Hafifçe esen rüzgar gözlerini biraz kısmasına neden oluyor, yumuşacık beyaz saçlarında da küçük dalgalar yaratıyordu. Üzgün bir sesle: “Zaten bizim de sağken yapmadığımız ya da yapmaktan vazgeçtiğimiz şeyleri şimdi yapmamız yasak. Onun için içeri girmem mümkün değil!” diyerek boynunu büktü. Arkasından hemen toparlandı ve “Biletler kaç lira?” diye sordu. “Maraton 10 Milyon herhalde” dedim. 10 Milyon rakamını kafasında ölçüp değerlendiremeyen Gölge bu kez: “Peki, kıymanın kilosu kaç lira?” sorusunu yöneltti. Ben: “O da 10 Milyon civarında” cevabını verince kafasını sallayarak “Hımmm… Bu bir kilo kıyma parası yahu, bayağı da pahalıymış!” dedikten sonra, yakın geçmişte Ankaragücü’nde oynamış ve kaptanlık da yapmış bir Polatlılı olan Mehmet Soykök’ü kastederek: “Bizim Satılmış’ın oğlu da oynuyor mu?” diye merakla sordu. Ben: “Ohooo, Gölge!… Mehmet futbolu bırakalı çok oldu. Artık oynamıyor” diye cevap verince, “Ne bileyim canım? Seni stadın önünde görünce aklıma geldi işte!” dedikten sonra “Bak stad hoparlöründen takım kadrolarını anons ediyorlar, hadi oğlum içeri gir de maçı kaçırma!” diyerek sırtımı sevgiyle okşadıktan sonra kendine has gülümsemesiyle göz kırparak gözden kayboldu.<br /><br />Maratonun Ortası, Gecekondu ve Kapalı’daki çok sayıda Ankaragücü taraftarı ama az sayıda seyirci önünde oynanan ve zor bir mücadele ile Ankaragücü taraftarları arasında üzücü olaylara sahne olan maçta, Ankaragücü özellikle Yılmaz, Hakan Keleş, Adem Dursun ve Ramadan’ın sahada oldukları halde oynamamalarına rağmen Ramadan’ın ilk yarıda attığı golle Elazığspor’u 1-0 mağlup etmeyi başardı.<br /><br /><br /><strong>Allegro Ertesi Günetto ve Adagio Radyotto – Radyo Başında Güzel Bir Pazar Günü</strong><br /><br />Pazar günü kahvaltı, gazete, televizyon derken saat 14.00 oldu ve nihayet Radyo ODTÜ’de Kıvanç Koçak ile Alkaralar.Com’un yürütücülerinden Barış Karacasu’nun her Pazar sunduğu “Adam Adama” programı başladı. Bir saat süren programın konuğu Ankara’daki hatta Türkiye’deki tüm futbolseverlerin yakından tanıdığı Amigo Hüsnü’ydü. Hüsnü ile amigoluk sanatı ve Ankara futbolu üzerine yapılan sohbetler ve anlatılan ilginç hatıralarla dolu güzel bir söyleşi izledik. Bu arada Polatlıspor’un ikinci ve üçüncü liglerde oynadığı yıllarda zaman zaman Polatlıspor’un maçlarına da gelip taraftarları coşturan Hüsnü, Polatlıspor ve amigosu Ogu ile yaşadığı anılara da kısaca değinmeden geçmedi.<br /><br />Ve programda anlattıklarından anladığım kadarıyla Amigo Hüsnü de artık hiç bir şeyin eskisi gibi olmadığının ve olmayacağının farkında gibi görünüyordu.<br /><br />Evet, hiç bir şeyin eskisi gibi olması mümkün değil. Çünkü kuşaklar değişiyor, tribünlere bizim zamanımızdakinden çok farklı düşüncelere ve kültürlere sahip kuşaklar geliyor. Bu çok doğal ve belli bir dinamizmi de içinde barındırıyor. Artık stadlarda bütün seyircilere hitap eden, zaman zaman elinde bayrağıyla sahanın tam ortasına gelerek staddaki tüm seyircileri bir hareketiyle coşturan “amigolar” yok, tribün gruplarına hitap eden “tribün liderleri” var. Eskisi mi, yoksa böylesi mi daha iyi bilmiyorum ama yine de Amigo Hüsnü, Amigo Sefa gibi Ankara futbolu ile özdeşleşmiş kişiliklerin de en azından isim olarak varlıklarının devam ettirilmesi ve yeni kuşaklara aktarılması güzel olmaz mı?<br /><br />Program bittikten sonra saat 15.00’deki Akçaabat Sebatspor-Gençlerbirliği maçına yetişmek için dükkanı kapattığım gibi soluğu Akçaabat Fatih Stadı’nda alamadığımdan, maçı dinlemek amacıyla SQNY (SONY değil, yanlış anlaşılmasın!) marka radyomun ayarını Radyo ODTÜ’den TRT FM’e çevirdim. Tabii maçı radyodan dinlemenin heyecanı da bir başka oluyor canım; göz görmeyince gönül katlanıyor.<br /><br />Her iki takımın kaptanı da birbirine avans vermeye yanaşmadığı için 0-0 başlayan maçın orta hakemi Orhan Erdemir, laynsmenleri yani yancıları ise Alparslan Dedeş ve Serkan Çınar’dı. Spiker Levent Özçelik’in anlatımı ile çok heyecanlı bir şekilde dinlediğim maçta ilk yarıda deniz tarafındaki kaleye doğru oynayan Gençlerbirliği 13. dakikada Mustafa Özkan’ın kalesini terk eden kalecinin üzerinden yaptığı literatürde "şandel" diye tabir edilen aşırtma vuruşuyla 1-0 öne geçince yenilgi halinde istifa etmesi söz konusu olan Sebatspor teknik direktörü Ekrem Al çok kızdı ve alı al-moru mor bir şekilde futbolcularına söylendi.<br /><br />İlk yarı 1-0 sona erdikten 15 dakika kadar sonra doğal olarak ikinci yarı başladı. Yine doğal olarak iki takım da kaleleri değiştirmiş, Gençlerbirliği bu sefer deniz tarafındaki kaleyi almıştı. İkinci yarı da iki takımın karşılıklı ataklarına sahne oldu ve Gençlerbirliği M’Bayo’nun 72. dakikada attığı golle 2-0 öne geçtikten sonra Mustafa Gürsel’in 90. dakika’da attığı golle Sebatspor’un beraberlik umutlarını söndürdü ve sahadan ancak 3-0 galip ayrılabildi. Akçaabat Sebatspor ise Selahattin ile bir penaltıdan yararlanamadı.<br /><br /><strong>Allegro Denizetto – Denizkızı Eftalya</strong><br /><br />Şimdi de yazımızın bu müstesna kısmında, huzurlarınızda Denizkızı Eftalya!<br /><br />İkinci yarı oynanırken bir ara top kalenin arkasındaki tel örgüleri de aşarak denize kaçtı. Bunun üzerine hakem, ikibuçukluklardan yeni bir top talep ederek oyuna sokulmasını sağladı. Bu arada Çarşamba gecesi Blackburn Rovers’i eleyerek Manş Denizinden zaferle dönüp Karadeniz yolculuğuna çıkarak Trabzon’un şirin ilçesi Akçaabat’a misafir olan Gençlerbirliği’ni çok merak ettiğinden maçı kale arkasından izlemek için kıyıya kadar gelmiş olan ve tüm denizcilerin hayallerini süsleyen Denizkızı Eftalya bir tramplenci gibi mükemmel bir atlayışla derhal denize dalarak topu çıkardı ve sahaya iade etti. İki top bir anda sahayı işgal edince Hakem Orhan Erdemir olaya anında müdahale ederek Denizkızı Eftalya’nın gönderdiği topu inceledikten sonra deniz suyuyla ıslanıp tuzlandığı için standart dışı buldu ve derhal oyun alanından dışarı atılmasını emretti. Zavallı topun tekme-tokat saha dışına atılmasına çok üzülen Eftalya ise gözündeki iki damla yaşı saklamak için mendiliyle gözlerini silmeye çalışıyordu. Fakat hakem çok acımasızdı; Eftalya’ya da bir sarı kart göstererek bir daha denize kaçan topları sahaya iade etmemesi için kendisini sert bir şekilde uyardı. Eftalya çok gücenmişti; üzüntüyle denize atladı ve bir daha görünmemek üzere denizin derinliklerinde gözden kayboldu.<br /><br /><br /><strong>Adagio Penaltetto – Kalecinin Penaltı Anındaki Endişesi</strong><br /><br />Maçta 83. dakika oynanırken, bir karambolde top ceza sahasındaki Gençlerbirliği futbolcusu Erkan’ın eli ile buluştu. Hakem Orhan Erdemir pozisyonu elle oynama olarak değerlendirdi ve penaltı noktasını gösterdi. Gençlerbirliği’nin bütün futbolcuları itiraz etmek için koşarak olay mahalline doğru seğirttiler ve hakemin çevresini sardılar. Ortalık bir anda ana-baba gününe döndü. Ama hakem bütün baskılara rağmen bir türlü kararından vazgeçmiyor, futbolcular da itirazlarını bitirmiyorlardı. Her kafadan bir ses çıkıyordu. Bu arada Kaptan Ümit ise araya girmiş arkadaşlarını yatıştırmaya çalışıyordu.<br /><br />İşte o anda hakem ve futbolcular arasında geçen konuşmalardan bazı enstantaneler:<br /><br />ERKAN: Yapma Hocam, ne penaltısı ya!... Top elime çarptı. Ben ceza sahasında topa elle müdahale edecek kadar amatör müyüm? Bir şey değil, bin bir zorlukla kadroya girerken, şimdi penaltıya sebebiyet verdiğim için Ersun Hoca’nın nezdindeki prestijim ve reytingim düşecek.<br /><br />HAKEM: Topa ceza sahasında elinle müdahale ettin, Erkan. Ben de “gördüğünü çalan” bir hakem olarak olayı böyle görüp penaltı olarak yorumladım ve hemen de gördüğümü çaldım. Kimse benim babamın oğlu değil. Ayrıca kimse penaltı verdiğim için bana madalya da takmayacak.<br /><br />DENİZ: Hocam, biz uzakta olduğumuz için göremedik ama Erkan arkadaşımız dürüst bir çocuktur ve top elime çarptı diyor. Niçin ona inanmıyorsunuz? Size yalan borcu yok ki!<br /><br />DAMİR: Yes!<br /><br />M’BAYO: Yes, ben de düşünüyor Damir gibi!<br /><br />DAMİR: Hocam, pozisyonda yok penaltı. Gördüm ben, top çarptı Erkan’ın eline ama yok kasıt. Yalan söylemiyor Erkan.<br /><br />HAKEM: Size "PENALTI!" dedim. Hakemin kararından döndüğü nerede görülmüş?<br /><br />KAPTAN ÜMİT: Değerli mesai arkadaşlarım. Biliyorum şu anda çok üzgün ve sinirlisiniz ama penaltı pozisyonları böyledir işte. Hakem Sayın Orhan Erdemir pozisyonu öyle gördüğünü ve gördüğünü de çaldığını gayet saygılı ve nazik bir şekilde ifade etti. Onun görüşüne ve kararına karşı saygılı olmamız ve otoritesini sarsacak davranışlardan kaçınmamız gerekiyor. Esas itibariyle pozisyona itiraz etmemizin bir yararı da yok, çünkü hakem kararları değişmez. Hem zaten sabaha karşı 01.30’daki Lig Pazarı programında Erman Hoca da pozisyonu defalarca ekrana getirip yorumlayacak ve ya “Çok net bir biçimde penaltı!” diyerek hakemi kutlayacak ya da “Çok net bir biçimde penaltı değil, penaltı penaltı gibi olmalı!” diyerek hakemi harcayacak. Onun için lütfen hakem hakemliğini, futbolcu futbolculuğunu, yorumcu da yorumculuğunu yani herkes kendi işini yapsın! Bırakalım hakem bey penaltı dediyse penaltı ve Sebatspor da bu penaltıyı gol yaparsa onlara hamam parası olsun. Lütfen biz sinirlenmeden futbolumuzu oynayalım. Çünkü önümüzde zorlu bir 7 dakika daha var.<br /><br />HAKEM: Teşekkür ederim Ümit. Çok centilmen, anlayışlı ve karizmatiksin. Arkadaşlarını hemen yatıştırmayı başardın.<br /><br />DAMİR: Ümit abi söylüyor, çok doğru. Bırakın atsınlar, ben kurtaracak zaten penaltıyı. Mahçup ediyor ben bana “Uçan Balina” diyenleri!<br /><br />HAKEM: Aferin Damir, kendine güvenmen çok güzel. Artık penaltıyı kurtaramayıp gol yesen bile ben vicdanımda seni kurtarmış kabul ediyorum. Hadi arkadaşlar ortalık yatıştı; boşaltın ceza sahasını da şu penaltı atılsın artık.<br /><br />Bu konuşmalardan sonra, Sebatsporlu Selahattin topu doğal olarak penaltı noktasına dikti ve gerildi. Stadda büyük bir sessizlik hakimdi. Selahattin ile Damir bir anda göz göze geldiler. Heyecandan “KÜT… KÜT… KÜT… KÜT…” diye son sürat atan kalpleri hız sınırını çoktan aşmıştı. Damir, dışarıya karşı göstermemekle birlikte aslında çok endişeliydi. Ya penaltıyı kurtaramazsa… O zaman ne yapacaktı, kendisine Uçan Balina diyenlere ne cevap verecekti? Ama Selahattin de aynı derecede endişeliydi. Ya penaltıyı kaçırırsa… O zaman beraberlik şansı da çimlere gömülüp gitmeyecek miydi? Belli etmemeye çalışıyorlardı ama ikisinin de dizleri titriyordu. İşte bu duygu ve düşüncelerle topun başına gelen Selahattin, Damir’in sağına doğru plase bir vuruş yaptı. Damir de aynı duygu ve düşünceler içinde "çok spektaküler bir hareketle kale arkasındaki foto muhabirlerine poz verircesine" uçarak, kapattığı köşeye giden topu tokatlayıp penaltıyı kurtardı ve sonra da taahhüdünü yerine getirmenin sevinciyle doğal olarak tebrikleri kabul etme inceliğini gösterdi. Sağda-solda ona “Uçan Balina” diyenler ise tabii ki mahçup olma durumuyla karşı karşıya kalmışlardı.<br /><br /><strong>Allegro Yeşiletto – Yeşil Kartın Fonksiyonu</strong><br /><br />Maçın 78. dakikasında Deniz bir sakatlık geçirdi ve tedavi için sedyeyle oyun alanının dışına alınırken Hakem Orhan Erdemir sahalarımızda ender görülen bir güzellik yaptı ve tedavinin ücretsiz yapılmasını sağlamak amacıyla arka cebinden çıkardığı yeşil kartını sağlık görevlilerine gösterdi. Böylece, özellikle sağlık alanında sosyal güvenliğin ne kadar önemli olduğu bu maçta bir kez daha ortaya çıktı.<br /><br /><strong>Allegro Sorunetto – Gençlerbirliği’nin Gol Sorunu Üzerine Önemli Bir Eleştiri</strong><br /><br />Gençlerbirliği’nin gol atma sorunu, 4-0 kazandığı Konyaspor ve 6-0 kazandığı Adanaspor maçlarında olduğu gibi bu maçta da devam etti ve Gençlerbirliği’nin forvet oyuncuları Sebatspor kalecisi ve defansının mükemmel oyunu karşısında yine çaresiz kaldılar ve sadece üç golle yetindiler. Ersun Hoca’nın yol yakınken mutlaka bu soruna bir çare bulması ve takımı golcü bir kimliğe büründürmesi gerekiyor. Ben buradan Sayın Ersun Yanal’a açık ve seçik bir şekilde sesleniyor ve yükleniyorum: Hoca, Hoca!... Elinde un var, yağ var, şeker var… Eeee, ne duruyorsun, helva yapsana!... Sana düşen görev helva yapmak; bu gol sorununa bir an önce kalıcı bir şekilde son vermek. Tamam, kabul ediyorum: rakip takımların kaleci ve defans oyuncuları müthiş bir uyum içinde mükemmel kapanıyorlar ve oyuncularımızı gol yollarında çaresiz bırakıyorlar. Ama bu mazeret değil. Fizik, teknik, taktik, stratejik ve lojistik açıdan gerekli önlemler alınırsa bu sorunun ortadan kalkmasını hiçbir sebep engelleyemez. Bu böyle biline!<br /><br /><strong>Adagio Gölgetto – Gölge Kimdir?</strong><br /><br />Yıllarca önce maç hastalığımdan dolayı bana takılmak için “Ben enayi miyim oğlum, 10 bin lira verip maça gidecek? Onun yerine yarım kilo kıyma alır, köfte yapar, yerim!” diyen Gölge; okuryazar olmadığı halde 1. ligdeki bütün takımların isimlerini bir görüşte tanıyan ve bu sayede her hafta hiç sektirmeden ve kimsenin yardımına ihtiyaç duymadan kendi totosunu kendi oynayan, durumları ne olursa olsun 2. ligde mücadele eden Beykoz, Yeşildirek, Altınordu ve özellikle Beylerbeyi gibi takımların isimlerini beğendiği ve görkemli bulduğu için onların kolay kolay yenilmeyeceğıine inanan bir futbolsever, tam 14 ay Kore’de savaşın tüm acılarını yaşamış olan ve televizyonda savaş görüntülerini gördüğünde savaşın acı ve üzüntü dolu hatıralarını yeniden yaşayarak hüzünlenen bir gazi, 60’lı yaşlarına doğru işçi emeklisi ve gazi maaşıyla geçinmeye çalışırken bütün babalar gibi evlatlarına mümkün olduğunca yük olmamaya çalışan ve bu arada doğal bir savunma duygusu içinde bütçesini dengelemek için paralı her eğlencenin bedelini kıyma fiyatına endeksleyip karşılaştıran bir emekli, ama yaşadığı tüm acılara ve zorluklara rağmen bütün babalar gibi mutlu ve iyi bir babaydı. Benim babamdı! On yıl önce 14 Eylül 1993 günü bizi aniden bıraktı ve Polatlı’da toprağa verip ebedi yolculuğuna uğurladık onu. Fakat ben biliyorum ki o aslında sağ! Ve keyifli ya da sıkıntılı ama yalnız olduğum anlarda, kimi zaman şaka yapıp göz kırpan, kimi zaman da teselli etmeye çalışan bir koruyucu gölge olarak her zaman yanımda.<br /><br />Yalnız olduğunuz ya da kendinizi yalnız hissettiğiniz anlarda çevrenize biraz daha dikkatli bakmanızı öneririm. Belki de o anlarda sevdiğiniz koruyucu bir gölgeyi yanınızda görebilirsiniz, kim bilir!<br /><br />NOT: Şunu belirtmeliyim ki: “Gölge” kelimesini, kendi kelime anlamı dışında, artık hayatta olmayan kişiler anlamında ilk defa ben kullanıyor değilim. Yani bu buluş bana ait değil! Bu kelimeye, yıllar önce Zafer Çarşısı’nın önünde bir işportada -nasıl düşmüşse?- görüp aldığım Kübalı yazar Alejo Carpentier’in “Arp ve Gölge” adlı mükemmel romanında rastlamış ve çok etkilenmiştim. Romanda, ünlü kaşif Kristof Kolomb’un ölümünün üzerinden yüzlerce yıl geçtikten sonra kendisine Vatikan tarafından “Denizcilerin Azizi” unvanı verilip verilmemesi konusunda yapılan yargılama süreci anlatılıyor, Kristof Kolomb’un gölgesi de bu yargılamayı heyecan ve endişe içinde izliyordu.<br /><br />Ben bu romanı okuduktan birkaç yıl sonra aniden babamı kaybettik. Babamın ölümünün üzerinden iki hafta kadar bir zaman geçtiği ve henüz bunun etkisinden kurtulamadığımız günlerde bir iş için görevli olarak kısa bir süre Polatlı dışına çıkmam gerekince, annemle kız kardeşim ben gidersem evde yalnız kalamayacaklarını belirttiler. Ben de onları Konya’da oturan ablama gönderdim. İşimi birkaç günde bitirip Polatlı’daki evimize döndüm ve biraz dinlendikten sonra akşam üzeri salondaki masada çalışmaya başladım. Bir süre böyle çalıştıktan sonra, arkamdan masanın üzerine bir gölgenin düştüğünü gördüm ve sağ omzuma da bir elin hafifçe dokunduğunu hissettim. Başımı kaldırıp baktığımda, babam o kendine has ifadesiyle bana gülümsüyordu: “O gün aniden gitmek zorunda kaldığım için söyleyememiştim. Şimdi senin evde yalnız olduğunu görünce onu söylemek için geldim. Sana artık daha çok ihtiyaçları var. Onları yalnız bırakma olur mu oğlum!” dedi. “Sakın onları bırakma!” Birden çok heyecanlanmıştım. Şaşkınlıkla bir şeyler söylemeye çalıştım ama dilim dolaştı ve tıkanıp kaldım. Ama zaten o da cevabımı beklemeden birden gözden kaybolmuştu.<br /><br />Bu olay tabii ki gerçek olamaz; hiç bir inandırıcılığı yok, bunu biliyorum. Ben, romanın etkisinde biraz fazla kaldım ve bir an için öyle hissettim herhalde. Fakat yine de bana öyle geliyor ki, zaman zaman özellikle yalnız olduğum anlarda devamlı olarak karşıma çıkması ve benimle konuşması, onun ve kaybettiğimiz yakınlarımızın bedenlerinin toprağın altında, ruhlarının ise hepimiz için bir “gölge” olarak her zaman aramızda olduğunu gösteriyor gibi sanki…<br /><br />Ankara, 20 Ekim 2003</div><div align="justify"> </div><div align="justify"><em><span style="color:#ff0000;">Alıntı: YENİLSEN DE YENSEN DE-Necdet Özkazancı (Nisan 2004)</span></em></div>Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4543151873768793338.post-46398531120126163282007-12-01T17:33:00.000+02:002007-12-04T17:13:35.125+02:00GECEKONDU İLE SAATLİ BİRBİRİNE KIRMIZI-SİYAH ÇEKERKEN AYAĞA KALKAN MARATON (6 EKİM 2003)<div align="justify"><strong>Uvertür – Kocaoğlan’ın Tedavisi, Ufaklığın Kıskançlığı, Maça Hareket</strong><br /><br />Konyaspor maçının oynandığı gün bizim Kocaoğlan’ı teşhis ve tedavi için Batıkent’teki Televizyon Hastanesi’ne yatırmıştım. Kocaoğlan iki hafta hastanede kaldı ve bu arada geçirdiği ağır bir organ nakli ameliyatı ile kendisine ölü bir televizyondan alınan vertical entegre takılarak hayata döndürüldü ama teletekstini kaybetti. Yani bundan sonraki yaşamına teletekstsiz olarak devam edecek. Neyse, hayatta ya buna da şükür!... Bu arada -hay canını albızlar alsın!- Ufaklık da Kocaoğlan'ı kıskanmış olacak ki Perşembe günü aniden rahatsızlandı ve onu da aynı hastaneye kaldırdık. Dolayısıyla “Kurtlar Vadisi”nin Perşembe akşamı yayınlanan bölümünü seyretmekten mahrum kaldık. Laz Ziya’nın ne yaptığı, Tombalacı’nın şimdi hangi tezgahları kurma peşinde olduğu, Testere Necmi’nin Tombalacı’ya yardımcı olup olmayacağı, kızkardeşi öldürülen Çakır’ın Tombalacı’ya ne gibi iyilikler düşündüğü, Polat’ın sevdiği kız Elif'e biraz daha yaklaşıp yaklaşamayacağı, Memati’nin (yoksa Nemati mi?) bundan sonra da Çakır’ın sağ kolu olmaya devam edip etmeyeceği, ikide bir bacağından kurşunlanan Deve Tuncay'ın halinin ne olacağı gibi çok mühim ve hayati sorulara da bir cevap bulamadık ama olsun, nasıl olsa tekrarı yayınlanır. Evet, Ufaklık da Cumartesi günü ağır bir horizantal entegre nakil ameliyatı geçirdi ve sağlığına kavuştu. İkisinin de sosyal güvenliği olmadığı için tedavileri biraz tuzluya patladı ama değdi doğrusu!... Neyse uzatmayalım, bizimkileri kendisiyle her zaman gurur duyduğum full mekanik arabama yerleştirdiğim gibi Adanaspor maçından önce hem saat 18.00’de stadın önünde buluşacağımız Emre 82’nin Babası’nı beklemek hem de 19 Mayıs Dış Sahadaki amatör süper lig maçına yetişmek için telaşla yola koyuldum.<br /><br /><strong>Allegro Stadetto – Stadın Önünde Pinekleme</strong><br /><br />Stadın önüne geldiğimde maalesef amatör maç bitmişti. Artık havalar erken karardığından amatör maçları erken saate almışlar. Buna üzüldüm ama kimseye belli etmedim, hoş zaten stadın önünde üzüntümü belli edecek kimse de yoktu ya!… Stadın çevresinde in-cin top oynuyordu. Gözlerim, geçen Çarşamba günü Blackburn Rovers maçında stadın önünü ana-baba gününe çeviren Ankaralı futbolseverleri aradı ama nafile… Bilet fiyatlarını merak ederek gişelerin yanına yaklaştım: Kale Arkası 5 Milyon, Maraton 10 Milyon, Kapalı 20 Milyon… Hımmm… Kulüp bilet fiyatlarını yine yüksek tutmuş… Stadın önünde kimse olmadığı için kendi kendime acaba bilet fiyatları bir de 2-5-7 Milyon olarak belirlense seyirci sayısında biraz artış olur mu diye sordum ama cevabını bulamadım…<br /><br />Bu arada, stad gişelerinin önünde bedava dağıtılmakta olan “Pusula SPOR” adlı haftalık spor gazetesinden alarak bir köşeye çekilip merakla okumaya başladım. İnanın, içerik olarak Hürriyet, Milliyet, Sabah gibi anlı şanlı gazetelerimizin Ankara’ya ayırdıkları spor sayfalarından çok daha doyurucu bir spor gazetesi bu… Gençlerbirliği’nin UEFA Kupası ve lig maçları, Ankaragücü’nün lig maçı, ikinci ve üçüncü liglerdeki Ankara takımlarının maçları, Voleybol Milli Takımının maçları, Ankara Amatör Spor Kulüpleri Federasyonu seçimleri, Basketbol 2. Ligi ile Ankara Amatör Küme maçları ve puan durumları, Teoman Yamanlar’ın uzun bir yazısı bu 16 sayfalık gazetede yer alıyor. Örneğin Ankara Amatör Süper Liginde Pursaklar Belediyesi’nin 7 maçta 17 puan ile lider olduğunu bu gazeteden öğrenmiş oldum. Ve okurken zamanın nasıl geçtiğini anlamadım. Bu gazetedeki haberlerden ve yazılardan aldığım keyiften de hareketle Alkaralar.Com sitesinde de hiç olmazsa Ankara Amatör Küme maç sonuçları ve puan durumlarına yer verilmesi (ki Ankara İl Müdürlüğünden temin etmek mümkün) hem amatörlere hem de Ankara futboluna hak ettiği ilgiyi göstermek açısından yararlı bir hizmet olur diye düşünüyorum.<br /><br />Neyse, artık acılı Adana'mızı yemek ve yanında da soğuk şalgamımızı içmek için stada girebiliriz. Çünkü biz bir taraftar arkadaşla sohbet ederken Emre’nin Babası da karşıdan göründü. Bu arada Genç Taraftar da babasıyla birlikte yanımıza geldi ve babası bir işi çıktığı için maça gelemeyeceğini söyleyip Genç Taraftar’ı bize emanet ederek staddan ayrıldı. Biz de kombinelerimizi cüzdanlarımızdan keyifle çıkararak görevliye verip turnikeye girdik. Daha sonra her zaman olduğu gibi polis arkadaş önce şöyle bir üzerimizi aradıktan sonra sigara kullanıp kullanmadığımı sordu. Kullanmadığımı söyleyince: “O zaman çakmağınız da yoktur zaten” deyip içeri bıraktı. İçeri girdiğimizde tahmin ettiğimiz bir manzara ile karşılaştık: Stad bomboştu!… Oysa geçen Çarşamba günü her şey ne kadar güzeldi. Bilet bulmakta ve stada girmekte çok büyük zorluklar çekmiş ve kombine biletim sayesinde bana verilen Gecekondu bileti ile itiş-kakış içeri girebilmiştim ama stadyumdaki seyircileri gördüğümde çektiğim bütün sıkıntılar yerini zevk ve neşeye bırakmıştı. Adanaspor maçında Saatli Kale Arkası’nın öğrencilere bedava yapılması orada hatırı sayılır bir taraftar kitlesinin oluşmasını sağlamış görünüyordu ve bu genç arkadaşların tezahüratları da oldukça güzel ve etkileyiciydi. Bundan sonraki haftalarda sayıları artarsa daha da iyi olacağı kanaatindeyim. Ancak şunu da tekrarla belirtmekte yarar görüyorum ki Blackburn Rovers maçında tribünlerin dolması nasıl başarıldıysa lig maçlarında da benzer uygulamalar yapılarak stada seyirci çekilmesinin zamanı geldi de geçiyor bile…<br /><br /><strong>Allegro Maratonetto – Maratonum Ayağa</strong><br /><br />Saat 19.00… Orta hakemliğini Sabit Hacıömeroğlu, laynsmenliklerini yani yancılıklarını Serdar Diyadin ve Mete Kalkavan’ın yaptığı Gençlerbirliği–Adanaspor maçı nihayet 0-0 başladı. Gençlerbirliği, Gecekondu, Saatli ve Maraton’un ortasındaki taraftarların müthiş desteğini de arkasına alarak bastırmaya başladı. Bunun üzerine, oyuna 3-5-2 taktiği ile başlamış olan Adanaspor Teknik Direktörü Yılmaz Vural hemen bir taktik değişikliğine giderek oyunu dar alanda sıkıştırmak için takımın düzenini 6-3-1’e çevirdi. Ersun Hoca bu durum karşısında hemen 2-3-5 düzenine girerek oyunu Adanaspor yarı sahasına yıkmayı ciddi bir şekilde benimsedi. Nitekim oyun da Adanaspor yarı sahasına büyük bir gürültüyle yıkıldı ve ortalık bir anda toza bulandı. Üstü başı toz içinde kalan Yılmaz Hoca bu hamle karşısında çok bozuldu; bir yandan üstündeki tozları temizlerken bir yandan da fillerini, pardon beklerini kontraya çıkararak hücum gücü sağlamak amacıyla derhal 3-5-2’ye döndü. Bu hamle Ersun Hoca’yı hiç şaşırtmadı. O da hemen orta sahada baskı uygulamak amacıyla 3-6-1 moduna girdi. Yılmaz Hoca bu hamleyi hiç beklemiyordu, şimdi ne yapacağım diye düşünürken Gençlerbirliği yüzde yüz (doksan dokuz değil) gol pozisyonlarından yararlanamadı. Bu arada Yılmaz Hoca, defansta kapılan topların kontratak ile ileriye servis edilmesi ve bu noktada Necati’yi topla buluşturarak gol bulma düşüncesi içinde 4-4-2’ye döndü. Ersun Hoca hiç beklemediği bu hamle karşısında çok bozuldu ama yanındakilere hiç belli etmedi ve tekrar 3-5-2’ye dönerek Yılmaz Hoca’nın hamlesini boşa çıkarmak istedi. İşte bu arada Necati’nin bir şutu direkten döndü, bir şutunda da top doksan diye tabir edilen yerdeki örümcek ağını da alacak şekilde kaleye giderken Damir çok spektaküler bir hareketle kale arkasındaki foto muhabirlerine de poz verircesine uçarak topu kornere tokatlamayı başardı. İşte ilk yarı böyle tam bir taktik savaşı şeklinde devam etti. Yani ilk yarının teknik bakımdan bir analizini yapacak olursak: Yılmaz Hoca: 3-5-2, Ersun Hoca:3-5-2; Yılmaz Hoca: 6-3-1, Ersun Hoca:2-3-5; Yılmaz Hoca:3-5-2, Ersun Hoca:3-6-1; Yılmaz Hoca:4-4-2, Ersun Hoca:3-5-2 vesaire vesaire olarak ifade etmek mümkün. Nitekim bu taktik savaşının bir galibi olmadı ve devre 0 – 0 sona erdi. İlk yarıda Gecekondu ve Maratonun Ortası Korosu hiç susmadılar ve üzerlerine düşeni fazlasıyla yaptılar. Saatli ise zaman zaman güzel tezahüratlar yapmakla birlikte zaman zaman da taktik gereği tribünün çeşitli yerlerine dağıldı. Bu arada yanımızda sıkılan ve Emre’nin Babası’yla yaptığımız eski tip tezahürata ayak uyduramayan Genç Taraftar da ilk yarının sonlarına doğru aşağı inerek aralarında Semerkaw ile bizim sitenin yürütücülerinden Bülent'in de bulunduğu Maraton Korosuna katıldı.<br /><br />İkinci yarı yine bir taktik savaşı içinde başladı. Gençlerbirliği, Serkan’ın yerine oyuna giren Veysel’in 54. dakikada attığı gol ile 1-0 öne geçince Yılmaz Hoca derhal oyun düzeninde değişikliğe gitti ve dar alanda kısa paslaşmalarla rakip sahada atak başlatma düşüncesi içinde 2-2-6 gibi bir dizilişi benimsedi. Ersun Hoca da bunu görünce 3-4-3 dizilişine geçti ve Adanaspor defansının boş bıraktığı alanlara sızma harekatı başlatma düşüncesiyle forveti bir kişi daha artırmış oldu. Nitekim bu hamle derhal meyvesini verdi ve 69. dakikada Ali Tandoğan’ın kaleye paralel ortasında demarke vaziyette topa ayak koyan Veysel Gençlerbirliği’nin ikinci golünü kaydetti. Yılmaz Hoca bu durum karşısında ne yapacağını düşünürken 73. dakikada Youla ile verkaça giren Skoko plase bir vuruşla topu ağlara gönderince durum 3-0 oldu. Buna çok bozulan Yılmaz Hoca, yeni bir taktik diziliş belirlemek yerine, teknik adamlara ayrılmış alandaki atletizm pistinde tepinerek yerleri yumruklamaya başlamıştı ki 76. dakikada Filip’in arka direğe ortaladığı topa demarke vaziyetteki Ali Tandoğan dokundu ve durumu 4–0 yaptı. Yılmaz Hoca da bu golden sonra oyuna ve oyuncularına küstüğü için yeni bir taktik ve takım dizilişine gitmedi. Tabii biz de tribünlerde coşmuştuk. Maç tadından yenmez bir hale gelmişti. Neşemiz yerindeydi. O neşeyle Emre’nin Babası: “HER YERDE İNLESİN GÜRLEYEN SESİN, ANKARA YILDIZI GENÇLERBİRLİĞİ!” marşına başlayınca önce ben, arkasından da Maraton Korosu büyük bir istekle marşa katıldı. Ve bu arada Maraton Korosunun özel isteğini kırmayarak “BİR BABAHİNDİ”ye başladık. Maraton Korosu “Bİ DAHA… Bİ DAHA…” diye istekte bulununca bir kez daha keyifle tekrar ettik. Arkasından da “BEŞ… BEŞ… BEŞ… BEŞ…” diye tezahüratta bulununca futbolcular da bu isteğimizi tabii ki kıramazdı. Nitekim 83. dakikada Adanaspor ceza sahasında topla buluşan Veysel literatürde “kepçeleme” diye tabir edilen bir vuruşla (ki kepçeleme voleybolda yasaktır ama futbolda yasaklanmamıştır) beşinci golü de attı ve hattrik yaptı... Maçın sonlarına doğru, hala doymamış olan Veysel, bizim “ALTI… ALTI… ALTI… ALTI…” diye bağırmadığımız ve altıncı golü istemediğimiz bir anda Ali Tandoğan'ın sağdan ortasına demarke vaziyette uçarak vurduğu kafayla topu Gençlerbirliği’nin altıncı golü olarak ağlara gönderdi ve böylece sahalarımızda ender rastlanacak şekilde “DÖRTTRİK” yapmış oldu. Tarafların ve özellikle Adanaspor’un bundan sonraki çabaları skoru değiştirmeye yetmeyince maç Gençlerbirliği’nin 6–0 galibiyetiyle nihayete erdi.<br /><br /><strong>Allegro Hakemetto – Bir Sarı Kartın Hikayesi</strong><br /><br />Bir hakem bir futbolcuya sarı ya da kırmızı kart göstermeden önce neler yaşandığını, birbirlerine neler söylediklerini ve hakem ile futbolcunun bu noktaya nasıl geldiğini çok merak ettiğim için, bir yandan maçı seyrederken bir yandan da olayların öncesi, sonrası ve perde arkasını da izleyip tespit etmeye çalışırım.<br /><br />İşte Adanasporlu Necati’nin gördüğü sarı kartın öncesi, sonrası ve perde arkası: Durum 4–0 iken Gençlerbirliği yarı alanında topla buluşan Adanasporlu Necati hızla ceza sahasına yöneldi. Bu arada Youla görev bölgesi olan Adanaspor yarı alanından koptu geldi ve Necati’ye literatürde faul olarak adlandırılan sert bir müdahalede bulundu. İkisi de yere yuvarlandılar ama hemen ayağa kalktılar. Canı çok acıyan Necati, Youla’nın üstüne yürüdü. Gençlerbirliği ve Adanasporlu bazı futbolcular da bir tatsızlık çıkmaması için onları ayırmak üzere olay mahalline doğru hareket ettiler. Hakem Sabit Hacıömeroğlu da görevi gereği hızla olay mahalline doğru hareketlendi; pozisyona oldukça uzak kalan bir yerden koşarak geldiğinden iki oyuncunun yanına vardığında nefes nefeseydi. Biraz soluklandıktan sonra Necati ve Youla’ya dönerek konuşmaya başladı. Önce Necati, arkasından da Youla elleri belinde cevap vermeye yeltenince Hakem çok kızdı ve kızgınlığını da el, kol ve dil hareketleriyle açık ve seçik bir şekilde gösterdi.<br /><br />İşte aralarında geçen konuşmalardan bazı enstantaneler:<br /><br />HAKEM: Ne oluyor burada beyler?<br /><br />NECATİ: Hocam görmüyor musunuz? Adam ileride oynadığı halde kendi yarı sahasına kadar koşup benim ayağımdaki hakkım olan topu sertlikle almaya çalışıyor. Bu takımın defansı yok mu? Benim ayağımdaki topun tasası ona mı düştü?<br /><br />YOULA: Hocam, ben ileride oynuyor ama boş kalıyor ne zaman ben, geliyor geri, top çalıyor rakipten, yardım ediyor arkadaşlara. Bu sefer sert oldu biraz benim giriş rakibe ama yok kasıt…<br /><br />HAKEM: Beyler, indirin ellerinizi belinizden!... Şu anda müsabakanın orta hakemi ile konuşuyorsunuz. Bana bakın, burası güreş minderi ya da boks ringi değil, futbol sahası tamam mı? Dolayısıyla da futbol oynamak için buradasınız. Sizden bunun bilinci içinde hareket etmenizi istiyorum. Eğer bir daha böyle birbirinizle itişmeye devam ettiğinizi görürsem hiç tereddüt etmeden ve gözünüzün yaşına bakmadan gerekeni yaparım ve ikinizi de direk kırmızıyla dışarı atarım. Bundan sonraki karar kendinize aittir ve gerisini kendiniz bilirsiniz. Ayağınızı denk alın. Ben “gördüğünü çalan” bir hakem olarak uyarı görevimi yerine getirdim. Bana göre hava hoş. Olan size olur. Ceza Kurulundan en az ikişer maç ceza alırsınız ve dolayısıyla da bundan sonraki iki maçta oynayamayarak hem takımınızı yalnız bırakmış olur hem de maç başına paradan ve galibiyet priminden mahrum kalırsınız. Profesyonel futbolcu olarak bunları sizin düşünmeniz lazım, benim değil. Bu işi meslek olarak yani para için yapıyorsunuz beyler! Amatör futbolcular gibi hareket etmek size hiç yakışıyor mu? Maçın bundan sonraki dakikalarında gözüm üstünüzde olacak. Sizleri iyi birer profesyonel olarak görmek istiyorum. Şimdi birbirinizle tokalaşın ve profesyonelliğin gereğini yerine getirin. Hadi bakalım!…<br /><br />ALİ TANDOĞAN: Sayın Hocam, arkadaşım Youla iyi Türkçe konuşamadığı için, siz konuşurken onu buradan uzaklaştırdık ama kendisinin bana verdiği vekaletle sizi ben dinledim ve söylediklerinizi Youla’ya aynen aktaracağımdan emin olabilirsiniz. Ayrıca tabii ki bu olay benim çalışma bölgemde meydana geldiği için Necati ile de ben tokalaşıp barışacağım. Diğer yandan Hocam, biz maç içinde sizin otoritenize sıkı sıkıya bağlıyız ve otoritenizi sarsmaya yönelik her hangi bir hareketimiz olmayacaktır. Bu konuda sizi temin ederim. Şunu açık ve seçik bir şekilde ifade ediyorum ki Hocam, maçın bundan sonraki dakikalarında sadece oyunumuzu oynayacağız. Böylelikle sizin işinizi zorlaştırmak yerine aksine kolaylaştırmak için elimizden geleni yapacağız. Bundan emin olabilirsiniz. Eğer bundan sonra şimdi size söylediklerimin dışında hareket edersek vereceğiniz her türlü karara saygılı olacağız ve itiraz etmeyeceğiz.<br /><br />HAKEM: (Kafasını sallayarak) Anlıyorum. Teşekkür ederim canım. Çok anlayışlısın.<br /><br />NECATİ: Hocam, bana sert giren Youla ama burada konuşan Ali Tandoğan! “Gördüğünü çalan bir hakemim” diyorsun ama Youla’yı gözünün önünde olay mahallinden uzaklaştırıyorlar ve sen bunu görmemezlikten geliyorsun. Ayrıca benim menfaatlerimi hiçe sayar bir yaklaşımla Ali Tandoğan’ı muhatap kabul edip ilgiyle dinliyorsun ve üstelik bir de teşekkür ediyorsun. Kusura bakmayın ama bunu protesto ediyorum!<br /><br />HAKEM: Yeter Necati, fazla ileri gidiyorsun ve kırıcı oluyorsun! Üstelik elinde hiçbir delil olmadığı halde beni bazı şeyleri görmemezlikten gelmekle itham edip düpedüz iftira atmaktan çekinmediğin gibi bir de bana “SEN” diye hitap etme cüretini gösteriyorsun. Bu kadarına dayanamam ve seni böyle konuşmaktan men ederim. Aslında her zaman futbolcuları oyunda tutmaya çalışırım ve zırt pırt kart göstermekten hoşlanmam ama saç biçimin, sözlerin ve davranışların beni çileden çıkardı. Şu elimde gördüğün kimyayı, pardon sarı kartı aklının başına gelmesi için sana açık ve seçik bir şekilde gösteriyorum. Bu sana son ikazımdır!<br /><br />NECATİ: Yani Hocam, şimdi suçlu biz mi olduk?<br /><br />HAKEM: Böyle davranırsan evet! Oldukça uzakta olmama rağmen sadece bir faulden ibaret olan ve kart gerektirmeyen pozisyonu görüp anında faulü verdiğim halde daha fazlasını istiyorsun ve bunun için de olayı olduğundan fazla büyütüp iki saattir vıdı vıdı ediyorsun... Neyse, canım çok sıkıldı yahu! Elim, ayağım titriyor. Atın kardeşim şu faulünüzü de oyun başlasın artık!<br /><br />Bu konuşmadan sonra, sarı kart gören ve buna canı çok sıkılan Necati, faul atışından gelecek topu beklemek üzere kös kös Gençlerbirliği ceza sahasına doğru yürümeye başladı… Protestosunu devam ettirdiğini göstermek için de işi yavaşlatma eylemi başlattı ve zorunlu kalmadıkça bir daha topa girmedi.<br /><br /><strong>Adagio Folluquetto – Gençlerbirliği Forvetinin Adanaspor Kalecisi ve DefansI Karşısındaki Çaresizliği</strong><br /><br />Benim maç sırasındaki gözlemlerime göre sahanın yıldızı Adanaspor kalecisi Murat’tı! Öyle ki Murat, defanstaki arkadaşlarıyla mükemmel bir uyum sağlayarak ve adeta kalede panterleşerek Gençlerbirliği’nin golcülerine göz açtırmadı. Defanstaki futbolcular da mükemmel kapanarak ve yerinde müdahalelerde bulunarak Gençlerbirliği’nin golcü futbolcularını çaresiz bıraktılar. Öyle ki Gençlerbirliği'nde Veysel, Ali Tandoğan ve Skoko dışındaki futbolcular gol atamadıysa ve Adanaspor da folluk olmadıysa, bunda esas olarak Kaleci Murat’ın ve Adanaspor defansının goller hariç pozisyonlarda çok başarılı ve uyumlu olmalarının payı büyüktü!<br /><br />Gençlerbirliği kalecisi Damir ise Gökhan’ın Konyaspor maçında yaptığını yapmadı ve maç 4-0 devam ederken zamandan çalmadı. Dolayısıyla Hakem Sabit Hacıömeroğlu da gördüğünü çalan bir hakem olarak zamandan çalmayan Damir’e sarı kartını gösterme ihtiyacını hissetmedi!<br /><br />İşte öncesi, sonrası ve perde arkası olaylarıyla Gençlerbirliği-Adanaspor maçı!<br /><br />Ankara, 6 Ekim 2003</div><div align="justify"> </div><div align="justify"></div><div align="justify"><em><span style="color:#ff0000;">Alıntı: YENİLSEN DE YENSEN DE-Necdet Özkazancı (Nisan 2004)</span></em></div><div align="justify"></div><div align="justify"></div>Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4543151873768793338.post-22429704649455482582007-12-01T17:24:00.000+02:002007-12-04T17:14:35.626+02:00KARA SURATLI, AK YÜZLÜ, TATLI DİLLİ ZİYARETÇİ (30 EYLÜL 2003)<div align="justify">Dün akşam yorgun argın eve döndüğümde alelacele yemeğimi yedikten sonra spor programlarına takılmak için televizyonun karşısına oturdum. NTV’de “90 Dakika” programı başlamış, Hıncal Uluç ile Haşmet Babaoğlu Beşiktaş-Trabzonspor maçından söz ediyorlardı. Olay TV’deki “Final” programında da Bursaspor-Konyaspor maçı bütün yönleriyle tartışılıyordu. Işık TV’de ise maalesef program yoktu. Gençlerbirliği ve Ankaragücü’nün maçları da Kanal A’da saat 22.00’de başlayacak “Sporvizyon” programında tartışılırdı belki, kim bilir? NTV ile Olay TV arasında zaplarken Kanal A’da “Sporvizyon” programı başladı ama konu futbol değil voleyboldu. Biraz izledikten sonra o kadar kanalın arasında doğru dürüst bir program bulamamanın da sıkıntısıyla amaçsızca zaplayıp dururken birden gözlerim TRT’deki programa (YAR DİLİNDEN) takılıp kaldı. Programın konuğu oydu: Kara Suratlı, Ak Yüzlü, Tatlı Dilli Adam!...<br /><br />Bir anda otuz küsur yıl öncesindeki gençliğim, mahallem, okulum, arkadaşlarım bir film şeridi gibi gözlerimin önünden geçmeye başladı: Lisede okurken, arkadaşlarla beraber ders çalışmak bahanesiyle gittiğimiz fakat aslında o dönemlerde ortalığı kasıp kavuran Barış Manço’yu, Cem Karaca’yı, Selda’yı, Ersen’i, Edip Akbayram’ı 45’lik plaklardan büyük bir hayranlıkla ve defalarca doyasıya dinlediğimiz Karagöz’ün parkı… Tabii bir de yeni piyasaya çıkan Nilüfer ve “Dünya Dönüyor” adlı plağı…<br /><br />Pikap ve plak çağında bizim için 45’lik plak almak o kadar kolay bir iş değildi. Bunun için her şeyden önce para lazımdı. Plak alabilsek bile bir çoğumuzun evinde pikap yoktu. Gerçi biz biraz şanslıydık. Evimizde Philips’in “Mexico 70” adıyla piyasaya çıkardığı bir pikaplı radyomuz vardı. Bazen plakçıdan satın, bazen de arkadaşlardan ödünç aldığımız plakları bıkmadan, usanmadan defalarca zevkle dinlerdik.<br /><br />İşte o günlerden birinde bir akşam babam elinde bir torbayla eve geldi. Torbanın içinde yirmiye yakın 45’lik plak vardı. Kahveci bir arkadaşı artık kahvede çalmadığı plakları çocuklar dinlesin diye babama hediye etmişti. Bir çoğu artık iyice eskimiş ve pikabın elmas iğnesiyle çizilmiş plaklardı bunlar: Birkaç tane Ali Ercan, birkaç tane Adnan Varveren, birkaç tane Şemsi Yastıman ve geri kalanı da Neşet Ertaş…</div><div align="justify"><br />Merak ettiğim için bazılarını dinlemeye çalıştım ama sabredip de hiç birinin sonunu getiremedim. Bana keyif vermeyen ve hitap etmeyen müziği, çıtırtıları, cızırtıları ve takılmalarıyla hepsi berbattı. İnsanların bunları nasıl dinleyebildiğine ve zevk alabildiğine bir türlü akıl erdirememiştim.<br /><br />Neşet Ertaş'ın o plaklarından birindeki şu türküye bakın bir hele: “HAPİSHANELERE GÜNEŞ DOĞMUYOR… GEÇİYOR BU ÖMRÜM DE GÜN DOĞMUYOR… EŞİM DOSTUM HİÇ YANIMA GELMİYOR… YOK MU HAPİSHANE BENİ ARAYAN?.. BU ZİNDANDA ÖLEM CANIM GARDİYAN!...”</div><div align="justify"><br />Ya Şemsi Yastıman’ın bir türküsündeki şu sözlere ne demeli: “TATAR KIZI İSE BAKMADI KOLAY… DEDİM Kİ SEN KOP ARUSUN APAKAY… DEDİ MEN İSTERMEN ARU BİR AKAY… ACEP EVLENSEK Mİ EVLENMESEK Mİ?”<br /><br />Oysa Barış Manço’nun “Binboğanın Kızı” ve “Dağlar Dağlar”ı, Cem Karaca’nın “Ay Dost”u ve “Kendim Ettim Kendim Buldum”u, Edip Akbayram’ın “Kükredi Çimenler”i ve “Değmen Benim Gamlı Yaslı Gönlüme”si, Ersen’in “Kozan Dağı Çatal Matal”ı, Nilüfer’in “Dünya Dönüyor”u öyle miydi? İnsan dinledikçe dinlemek istiyordu. Hey dergisinin listelerini de işte bunlar sallıyor ve sürüklüyordu.<br /><br />Gelgelelim aradan geçen zaman içinde yaşadığımız birkaç olay bazılarımızın müzik zevkinde bir kırılma noktası oluşturdu.<br /><br />Halen öyle midir bilmiyorum ama vaktiyle kendi çapında palazlandığına inanan genç çalgıcılar ya da diğer adıyla müzisyenler daha çok kahvelerde ve fakir düğünlerinde bir yandan saz çalma zevkini tatmin edip deneyim kazanırken bir yandan da topluluk önünde çalabileceğini kanıtlamaya, kendisini tanıtmaya ve düğünler için piyasa oluşturmaya çalışır; bu arada kahvecinin ve kendisini dinleyenlerin gönüllerinden kopup masaya bıraktıkları üç-beş kuruşa da hayır demezlerdi! Kimi zaman da elinde bağlaması veya cümbüşü ve küçücük tahta valiziyle başka şehirlerden gelen ve aslında devamlı yolda olan gezgin çalgıcıların da soluklanmak ya da yemek ve yol parasını çıkarmak için kahvelere sığındıkları olurdu. Tabii ki yollarda olmalarının birer hikayesi vardı ama pek anlatmaz, çoğunlukla kendilerine saklarlardı.<br /><br />İşte bir gün,mahallemizde oturan ve genellikle düğünlerde davul, zurna, cümbüş, keman, bağlama ve darbuka gibi sazlarla oyun havaları çalıp türkü söyleyerek insanları eğlendiren, kendilerini “Abdal” olarak adlandıran ama belki de bizden farklı olmalarından ve çalgıcılıkla geçinmelerinden dolayı küçümsemek için “Aptallar” diye dalga geçtiğimiz topluluktan bir genç arkadaşın, kahvede oturmuş, kucağında bir divan sazı ile çoğunun Neşet Ertaş’a ait olduğunu öğrendiğimiz türküleri büyük bir iştah ve heyecanla çalıp söylediğini görünce merakla yanına oturduk.<br /><br />Türkünün biri bitiyor, biri başlıyordu: “BİR YİĞİT GURBETE GİTSE… GÖR BAŞINA NELER GELİR… GARİP SILAYI ANDIKÇA… YAŞ GÖZÜNE DOLAR GELİR!...”</div><div align="justify"><br />Arkasından: “ZÜLÜF DÖKÜLMÜŞ YÜZE… KAŞLAR YAKIŞMIŞ GÖZE… USANDIM BU CANIMDAN… DERDİNDEN GEZE GEZE!...”<br /><br />Devamında: “ŞU GARİP HALİMDEN BİLEN İŞVELİ NAZLIM… GÖNLÜM HEP SENİ ARIYOR, NEREDESİN SEN? TATLI DİLLİM, GÜLER YÜZLÜM, EY CEYLAN GÖZLÜM!... GÖNLÜM HEP SENİ ARIYOR, NEREDESİN SEN?”<br /><br />Ve arkasından: “KENDİM ETTİM, KENDİM BULDUM… GÜL GİBİ SARARIP SOLDUM... EYVAH!...”</div><div align="justify"><br />Ve sonra da istek üzerine: “KAŞLARIN KARA KARA... AMANIN LEYLA LEYLA... DÜŞÜRDÜN BENİ ZARA DA... BÖYLE YARİM BÖYLE!...”<br /><br />Ve yine istek üzerine: "TATLI DİLE, GÜLER YÜZE DOYULUR MU, DOYULUR MU? AŞK İLE BAKIŞAN GÖZE DOYULUR MU, DOYULUR MU? DOYULUR MU, DOYULUR MU? CANANA KIYILIR MI? CANANINA KIYANLAR... HAKKIN KULU SAYILIR MI?"</div><div align="justify"><br />Ve diğerleri...<br /><br />Arkadaş trans halindeydi; sazıyla bütünleşmiş, bir yandan sol eli perdeler arasında yaşından hiç beklenmeyen bir ustalık ve kıvraklıkla gidip gelirken bir yandan da sağ elinin baş ve işaret parmakları arasında tuttuğu tezenesini iştahla tellerde gezdiriyor ve kalan üç parmağını da birleştirmiş, sazın göğsüne bazen yumuşak bazen de sert ama ahenkli bir şekilde vurarak kendi ritmini yaratıyordu. Durmak bilmiyordu ve bizi de mest etmişti. Türküleri dinledikçe bizi çok derinden etkilediğini ve sanki ruhumuza işlediğini hissediyorduk.<br /><br />Gerek bu genç abdal arkadaş ve gerekse onun gibi düğünlerde çalıp söyleyen diğerleri aslında sıradan birer çalgıcı değillerdi. Çok önemli bir geleneksel müziği, babalarından, ustalarından öğrendikleri şekilde büyük bir başarıyla icra eden bu kalender arkadaşlara ve örnek aldıkları Neşet Ertaş’a karşı içten içe büyük bir saygı, sevgi ve hayranlık duyduğumu anlamaya başlamıştım.<br /><br />Tabii evdeki çizikli, çıtırtılı, cızırtılı, takılmalı 45’liklere de bu sefer başka bir gözle bakmaya başlamıştım. Daha önce berbat bulduğum türküler dinledikçe daha bir güzel geliyor ve beni kimi zaman keyiflendiriyor, kimi zaman da hüzünlendiriyordu. Bir ara ortadan kaybolan ancak geçenlerde bir televizyon kanalında izleme şansını yakaladığım Ali Ercan’ın şu türküsünde olduğu gibi: “GÜVENEMEM SERVETİME, MALIMA… ÜMİDİM YOK BUGÜN İLE YARINA… TOPRAK BENİ DE BASACAK BAĞRINA… ADALETİN BU MU DÜNYA?”<br /><br />Neşet Ertaş’tan, Ali Ercan’dan, Şemsi Yastıman’dan o kadar etkilenmiştik ki önce mahalledeki en yakın arkadaşım, arkasından da ben saz çalmayı öğrenmeye karar verip elden düşme birer bağlama aldık. Fakat saz çalmak öyle göründüğü kadar kolay bir iş değildi. Arkadaşım başardı ama ben yeteneğim olmadığı için öğrenemedim ve bağlamamı da hevesli bir arkadaşıma sattım. Artık arkadaşım öğrendiği türküleri çalıyor, biz de diğer arkadaşlarla birlikte o çok güzel olmayan seslerimizle söylemeye çalışıyorduk.<br /><br />Farkında olmadan, bir dinleyici olarak Neşet Ertaş’tan Muharrem Ertaş’a kadar uzanan bir yola girmiş; kimi zaman dertli dertli inleyen, kimi zaman da neşe içinde şakıyan bülbüller ile turnaların ve ceylanların ozanlara arkadaşlık ettiği gül ağaçlarıyla çevrelenmiş bu yolda ayrıca Keskinli Hacı Taşan, Çekiç Ali gibi ustaların da olduğunu öğrenmiş ve onların yapıtlarının da peşinden koşmaya başlamıştım.<br /><br />Şimdi soruyorum: Neşet Ertaş'ın Hacı Emmi’sinin (Hacı Taşan) okuduğu şu türküyü dinlediğiniz zaman ne hissedersiniz? "BUGÜN AYIN IŞIĞI... ELİNDE BAL KAŞIĞI... YİNE NERDEN GELİYON DA MAHLENİN YAKIŞIĞI? VAY NERDESİN, NERDESİN? KALDIR CAMIN PERDESİN... DİYECEĞİM ÇOK AMMA... PEK KALABALIK YERDESİN!"<br /><br />Ya Çekiç Ali'nin söylediği şu türkü: "IRAFTA SİNİLER... HASTA OLAN İNİLER... GURBETTE YARİ OLANIN... KULAKLARI ÇİNİLER... IRAFA KOYDUM NARİ... AĞLARIM ZARİ ZARİ... KÜSTÜRDÜM DE YOLLADIM... O REYHAN BOYLU YARİ... OY YANDAN YANDAN YANDAN... SENİ SEVDİM BEN CANDAN... İKİ CAN BİR SEVİLMEZ... YA ONDAN GEÇ YA BENDEN!"<br /><br />Neşet Ertaş'ın babası Muharrem Usta’dan, Dadaloğlu’nun şu türküsünü hiç dinlemediyseniz çok şey kaçırmışsınız demektir: “KALKTI GÖÇ EYLEDİ AVŞAR ELLERİ... AŞIP, AŞIP GİDEN ELLER BİZİMDİR... ARAP ATLAR YAKIN EDER IRAĞI... YÜCE DAĞDAN AŞAN YOLLAR BİZİMDİR... BELİMİZDE KILICIMIZ KİRMANİ... TAŞI DELER MIZRAĞIMIN TEMRENİ... DEVLET VERMİŞ HAKKIMIZDA FERMANI... FERMAN PADİŞAHIN DAĞLAR BİZİMDİR!"<br /><br />Ve Muharrem Usta’nın “Garip Bülbül” ile dertleştiği şu türküyü: "BİLMEM BÖYLE NEDEN SOLDUN... NİÇİN DÜŞTÜN ZARA BÜLBÜL? YOKSA YARDEN Mİ AYRILDIN? BELLİ, BAHTIN KARA BÜLBÜL! NE KADAR PERİŞAN HALİN! BAHÇEDE Mİ SOLDU GÜLÜN? SENİN İLE ARAYALIM... DERDİMİZE ÇARE BÜLBÜL!"<br /><br />Ve diğerlerini...<br /><br />Evet, Türkiye’den ayrılıp Almanya’ya yerleşmiş olan Neşet Usta’nın yapıtlarını o yıllarda bulmak nispeten kolaydı. Ama maalesef ne 45’lik plak zamanında ne de kaset çağında Muharrem Ertaş’ın, Hacı Taşan’ın, Şemsi Yastıman’ın, Çekiç Ali’nin ve benzerlerinin yapıtlarını her yerde bulmak o kadar kolay değildi, emek istiyordu. Örneğin ben Muharrem Ertaş ve Hacı Taşan’ın birer kasetini Hergele Meydanı’ndaki bir seyyar kasetçiden aldım. Şemsi Yastıman ile 38 yaşında öldüğünü öğrendiğim Çekiç Ali’nin kasetlerini ise bulamadım. CD ve MP 3 çağına geldiğimizde ise artık bir müzik cennetindeydik ve bu ustaların tamamına ulaşmak çok kolaylaşmıştı. Peynir, ekmek almak gibi bir şey yani!<br /><br />Gerçi ben günümüzde de Barış Manço, Cem Karaca, Edip Akbayram, Nilüfer gibi sanatçıların şarkılarını keyifle dinlemeye devam ediyorum ama artık benim için geleneksel müziğin ustalarının yeri, yani suyu kaynağında görüp içmenin, meyveyi de dalından toplayıp yemenin keyfi bir başka!<br /><br />Neyse, dün akşam TRT 1’deki “YAR DİLİNDEN” adlı programı izlemeye başladığımda evimize sürpriz bir ziyarette bulunan kendi deyişiyle “KARA SURATLI”, benim deyişimle “AK YÜZLÜ” adam ilk türküsünü bitirmek üzereydi. Arkasından içli bir havayı okumaya başladı: “İKİ BÜYÜK NİMETİM VAR… BİRİ ANAM, BİRİ YARİM… İKİSİNE DE HÜRMETİM VAR… BİRİ ANAM, BİRİ YARİM!”<br /><br />Türkü bittiğinde programın sunucusu Gülay Hanım bir yandan gözlerindeki yaşları siliyor bir yandan da izleyicilerin ortak bir isteğini ustaya iletmeye çalışıyordu. İzleyici ister de Neşet Usta onları hiç kırar mı?.. Tabii ki hayır. Ve başladı: “ZAHİDEM KURBANIM, NE OLACAK HALİM? YİNE BİR HAL OLDU, KIRILDI BELİM… GELENDEN GİDENDEN HABER SORARIM… ZAHİDEM BU HAFTA OLUYOR GELİN!”<br /><br />Muhteşemdi!<br /><br />Usta, yol yorgunu olmasına rağmen coşkusundan ve iştahından bir şey kaybetmemişti. Büyüdüğü Yozgat’a kendi yazdığı sözlerle bir hediyesi vardı: “YOZGAT SÜRMELİSİ!” Nida Tüfekçi’nin hiç eskimeyen bu muhteşem türküsünü Neşet Ertaş’tan ilk defa dinlediğim için sözlerini hafızama alamadım ama bu “YOZGAT SÜRMELİSİ” de gerçekten çok güzeldi.<br /><br />Bozkır'ın Tezenesi, çocukluğunda Yozgat ve Kırşehir köylerinde babası ile yaşadıklarını ve yapıtlarında neden “GARİP” mahlasını kullandığını da kısaca anlattı ki onu da burada belirtmeden geçemeyeceğim: Neşet Ertaş, kendi türkülerini üretmeye başladıktan sonra bir gün babasına: “Türkülerin sonlarında isim kullanayım mı, kullanırsam bu nasıl bir isim olsun baba?” diye soruyor. Muharrem Usta'nın cevabına bakın: "Oğlum, bize ‘Garipler’ derler. Zaten gönül de gariptir. 'Garip' de gitsin!"<br /><br />Neyse. Artık program bitmek üzereydi ve Usta en vurucu türküsünü sona saklamıştı:<br /><br />ALLI TURNAM NE GEZERSİN HAVADA?<br />DEVRİLDİ ARABAM, KALDIM BURADA…<br />NE ONMADIK KULUMUŞUM DÜNYADA…<br />AKŞAM OLSUN ALLI TURNAM DÖN GERİ!<br /><br />GÜLÜM GÜLÜM…<br />KIRILDI KOLUM…<br />TUTMUYOR ELİM…<br />TURNALAR HEY!<br /><br />ALLI TURNAM BİZİM ELE VARIRSAN…<br />ŞEKER SÖYLE, KAYMAK SÖYLE, BAL SÖYLE…<br />EĞER BİZİ SUAL EDEN OLURSA…<br />BOYNU BÜKÜK, BENZİ SOLUK YAR SÖYLE!<br /><br />GÜLÜM GÜLÜM…<br />KIRILDI KOLUM…<br />TUTMUYOR ELİM…<br />TURNALAR HEY!<br /><br />Evet, halen Almanya’da yaşayan ve hayatını düğünlerde çalıp söyleyerek kazanan, günümüzde de türküleri dilden dile dolaşmaya devam eden ve herkesi kendine göre öğütüp tüketen popüler kültürün dahi yok edemediği 66’lık dev bir çınar Bozkır'ın Tezenesi Neşet Usta!<br /><br />Ve değeri yeterince bilinmeyip unutulmaya yüz tutsalar da bir yerlerde izleri hep bulunacak olanlar: Muharrem Ertaş, Hacı Taşan, Çekiç Ali, Şemsi Yastıman, Bayram Aracı, Refik Başaran, Ali Ercan, Rıza Konyalı!<br /><br />Ve yüzlerce yıldan beri devam eden aşıklık geleneğinin temsilcileri: Aşık Veysel, Aşık Mahzuni, Murat Çobanoğlu, Erzurumlu Emrah, Dadaloğlu, Köroğlu, Karacaoğlan!...<br />Ve günümüzde popüler olmayı başarabilenler: Arif Sağ, Musa Eroğlu, Yavuz Top, Sabahat Akkiraz, Belkıs Akkale!<br /><br />Ve arkadan gelen gençler: Tolga Sağ, Erdal Erzincan, Kubat!<br /><br />Ve isimlerini sayamadığım için kendilerinden özür dilediğim diğerleri!<br /><br />Hayat sizlerle daha güzel. İyi ki bu dünyaya gelmişsiniz. Hepinizin eline, diline sağlık!<br /><br />Biliyorsunuz, Gençlerbirliği, daha iyi ve üstün oynadığı maçta şanssız bir golle Fenerbahçe’ye 1-0 yenildi. Bu maç sitenin haber ve forum bölümlerinde çok geniş bir şekilde yer aldı ve tartışıldı. Dün akşam Neşet Usta’yı televizyonda görünce, benim de zaten bu maça doğru hiç gitmek istemeyen kalemimin gönlü doğruca bu “KARA SURATLI, AK YÜZLÜ, TATLI DİLLİ ZİYARETÇİ” ile diğer ozanlara kaydı işte, ne yapayım!<br /><br />Ankara, 30 Eylül 2003</div><div align="justify"> </div><div align="justify"><em><span style="color:#ff0000;">Alıntı: YENİLSEN DE YENSEN DE-Necdet Özkazancı (Nisan 2004)</span></em></div><div align="justify"> </div>Unknownnoreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-4543151873768793338.post-87153076005360885642007-12-01T17:08:00.000+02:002007-12-04T17:17:11.745+02:00MEMLEKET SAAT AYARI, BİR TEPSİ BAKLAVA VE MARS’IN GÜLÜMSEYİŞİ (12 EYLÜL 2003)<div align="justify"><strong>Uvertür</strong><br /><br />Memleket saat ayarı nedir?..<br /><br />Televizyon ve bilgisayarın olmadığı , dolayısıyla da televizyon ve bilgisayar neslinin de daha dünyaya “Merhaba!” demediği, halkın haberleri rotatif baskılı gazetelerden okuduğu ve radyodaki ajanslardan aldığı, “Yurttan Sesler” ve “Mikrofonda Tiyatro” gibi hit programlarla eğlendiği, Hacettepe, PTT, Şekerspor, Demirspor, Gençlerbirliği ve Ankaragücü’nün 1. ligde oynadığı, takımların deplasman masraflarını azaltmak için Cumartesi günü bir maç oynadıktan sonra aynı şehirde ertesi gün de başka bir takımla daha maç yaparak kentine döndüğü, çikletlerden İstanbul takımlarının futbolcularının yanı sıra Fikri Elma, Zeynel Soyuer, Ertan Adatepe gibi Ankaralı şöhretlerin resimlerinin de çıktığı ve bu resimlerin özenle biriktirilip para gibi ceplerde taşındığı o kadim zamanlarda radyodaki 19.00 ajansı aynı zamanda memleket saat ayarıydı. Saat tam 19.00’da radyoda gong yedi kez vurduğunda ailenin büyükleri saatlerini 19.00’a ayarlar, kurumu bitmişse özenle kurar, daha sonra da günün haberlerini dinlemeye koyulurlardı. Tabii o zamanlarda Belçika ya da Hollanda TRT’sinin de aynı şekilde çalışıp çalışmadığını bilmiyorduk Gerçi Avrupa’daki ecnebi memleketlerinde radyonun resimlisinin de çıktığı söylentileri de sık sık sohbetlere konu oluyor ama bir insanın radyonun içine nasıl girebileceğini aklımız bir türlü almıyordu.<br /><br /><strong>Allegro</strong><br /><br />Dün akşam, önceden tahmin ettiğim gibi saat tam 18.00’de bizim memleket saat ayarı yani Emre 82’nin Babası aradı: “Yahu babadostu, ben aramasam ne arayacağın var ne de soracağın. Önce, takıma antrenman ziyareti yapıp Temelli kavunu ya da baklava ikram ederek Bursaspor maçı için moral verelim diye forumda topik açıyorsun, bizim oğlan gibi gencecik çocukların kanına girip bir heyecan kasırgası estiriyorsun, hatta Alkaralar yürütücülerini de araya sokup konuyu bir de ana sayfaya taşıtıyorsun, ondan sonra da saat 18.00 olmuş hala dükkanda yan gelmiş pinekliyorsun. Kalk, kapat dükkanı da çıkalım, saat 18.30’da tesislerde olmamız lazım, ancak yetişiriz!” diyerek sıkı bir fırça attı.<br /><br />Ben hemen savunmaya geçtim:”Dur teyzeminoğlu, hemen kızma. Ben forumda da Emre’ye cevap yazdım, foruma fazla girmediğin için bilmiyorsun. Sen nasıl olsa memleket saat ayarı gibi saat 18.00’de ararsın diye demarke vaziyette bekliyordum. Ben hazırım, hadi çıkalım” dememle birlikte, antrenmana yetişmek için dükkanı kapattığımız gibi soluğu tesislerde aldık.<br /><br />Tesislerin en sevdiğim yönü, biliyorsunuz park yerinden bol bir şey olmaması… Üstelik dün yağan ve bir çok trafik kazasına sebebiyet veren o müthiş sağanak yağmur bu park yerine sanki hiç uğramamış, yerler kupkuru…<br /><br />Neyse, Emre’nin Babası yarı otomatik arabasını, ben de full mekanik arabamı her zaman olduğu gibi büyük bir rahatlıkla ve keyifle park yerine bıraktıktan sonra hızlı adımlarla antrenman sahasına yöneldik.<br /><br /><strong>Allegro Mondo</strong><br /><br />Tesadüf bu ya, idare binasının önünden geçerken stada gitmekte olan Genel Koordinatör Ufuk Bey ve Halkla İlişkiler Sorumlusu Emrah Bey ile karşılaşınca ayak üstü küçük bir sohbet yaptık.<br /><br />Ufuk Bey geçen Perşembe günü tesislerde katıldığımız toplantıyı anlatan ve gündeme bir hidrojen bombası gibi düşen yazımdan dolayı biraz sitem ederek, toplantıda görüşülen konuları 65 Milyon’a sızdırmama üzüldüğünü söyleyince ben de artık sitenin ana sayfasında yazan bir gazeteci-yazar olarak 65 Milyon’a hitap eden sitenin kamu oyuna karşı sorumluluklarım olduğunu ve görüp tanık olduğum olayları yazmadan edemeyeceğimi kısa, öz, açık ve seçik bir şekilde belirttim. Ben bunları söylerken, yakınımızda bulunan tesislerin güvenlik görevlisi de meraklı bakışlarla bizi kesiyordu. Bu arada Emre’nin Babası, Ufuk Bey’e Blackburn Rovers maçının bilet fiyatlarını sordu. Ufuk Bey de “Çok net bir biçimde penaltı!”, pardon bir yerlerden aklımda kalmış olan patenti Erman Hoca'ya ait bu cümle bir yanlışlık sonucu yazıya karıştı. Kusura bakma Erman Hoca!... Evet, şimdi düzeltiyorum: Ufuk Bey, çok net bir biçimde "5 – 10 – 50” cevabını verdi. Ben, “Bu, bizim önerdiğimiz rakamın tam iki katı. Keşke 1.25 – 2.50 – 5 diye önerseydik” diye hayıflanınca, Ufuk Bey “Sizi hınzırlar sizi!” dercesine gülümseyerek stada gitmek üzere veda etti.<br /><br /><strong>Allegro Moderato</strong><br /><br />Ufuk Bey’i stada uğurladıktan sonra antrenman sahasına geldiğimizde müthiş bir manzara ile karşılaştık. Çoğunluğunu gençlerin oluşturduğu dev bir taraftar topluluğu bir araya gelmiş, antrenman sahasını çevreleyen tellerin arasından zevkle antrenmanı seyrediyordu. Tahminen 5600, pardon 560, yok yok 56, hayır hayır 5-6 kişilerdi!... Ybilgutay ve arkadaşı, Nightfall, Gazeteci Kıvanç Koçak, www.alkaralar.com’un yürütücülerinden Barış ve futbolculara ikram etmek üzere yanlarında getirdikleri bir (karton) tepsi baklava!… Bizim Emre ise aralarında yoktu. Tanışma faslından sonra birkaç arkadaş Emre’yi sorunca, Emre’nin Babası oğlunun önemli bir işi çıktığını söyledi. Ben bu işin ince bir iş olduğunu tahmin ettim ama pek sesimi çıkarmadım. Ne de olsa gençlik, olur böyle işler. Fazla takılmamak lazım!...<br /><br />Gazetelerden okuduğum haberlere göre Bursaspor Teknik Direktörü Hagi, hafta içinde futbolcularına “İstasyon Çalışması” yaptırmış. Yani bizim Emre’nin Babası’nın “Terminal Çalışması” dediği antrenman… Baktım Ersun Hoca’nın yaptırdığı antrenman da “İstasyon Çalışması”na benziyor. Birden içimden Emre’nin Babası’na takılmak geldi: “Usta, o senin geçen gün dediğin terminal çalışması var ya, onun doğrusu istasyon çalışmasıymış” diye bir zarf attım. Ben ondan: “Ne istasyonu hoca. Lalahan İstasyonu mu yoksa?” gibi yaratıcı bir espri yapmasını beklerken, bizimki: “Ha terminal ha istasyon, aynı şey, ne fark eder!...” diye serteldi. Sitenin yürütücüsü Barış da terminal ile istasyonun aynı şey olduğunu son derece teknik bir şekilde söyleyip Emre’nin Babası’na arka çıkınca bana da susup konuyu kapatmaktan başka yapacak bir şey kalmadı.<br /><br /><strong>Allegro Konşimento</strong><br /><br />Nerede kalmıştık? Evet, bizim de olay mahalline gelmemizle tam 7 kişilik dev bir taraftar topluluğu belirgin bir şekilde ortaya çıktı. Emre’nin Babası: “Hadi arkadaşlar, içeri girelim” deyince, açık kapıdan hep birlikte antrenman sahasına girdik. Dediğim gibi, futbolcular istasyon çalışması yapıyorlardı ve dolayısıyla da ne “takımdan ayrı düz koşu” ne de “dar alanda kısa paslaşmalar” yapan vardı.<br /><br />Baklavayı antrenmandan sonra ikram edeceğimiz için, antrenmanın bitmesini beklerken koyu bir sohbete koyulduk. M’Bayo’nun darbesi sonucunda kaptan Ümit’in iki dişinin kırılması, her hafta Radikal Futbol Dergisinde ikinci ligi değerlendiren yazılarını zevkle okuduğum ve aynı zamanda iyi bir Şekersporlu olan Kıvanç Koçak ile ikinci lig ve Şekerspor’un durumu gibi konularda yaptığımız sohbetler gerçekten keyifliydi.<br /><br />Bu arada, tesislerin güvenlik görevlisi olduğu belli olan ve Ufuk Bey ile konuşurken bizi izleyen şık üniformalı arkadaş görev bilinci içinde kendinden emin adımlarla yanımıza geldi ve taraftarların saha dışına çıkması gerektiğini duru bir Türkçe ile ifade etti!... Biz tabii ki: “Niçin çıkıyor muşuz?” diye sorunca, eleman, Emre’nin Babası ile bana dönerek: “Siz değil beyefendi, bu arkadaşların çıkması gerekiyor. Siz gazetecisiniz, kalabilirsiniz!” cevabını verdi. Bunun üzerine sitenin yürütücülerinden Barış beni göstererek biraz da öfkeli bir üslupla: “O gazeteciyse ben de onun patronuyum. Yani o içeride ben dışarıda mı kalacağım. Olmaz öyle şey!” diyerek elemana gözdağı vermeye çalıştı ama nafile… Çünkü talimat vardı. Taraftarların gazeteci patronu da olsa antrenmanı saha dışından, tel örgülerin arkasından seyretmesi gerekiyordu. İşte tam bu sırada Emre’nin Babası tüm karizmasıyla meseleye el koydu. Bizim tesislere geleceğimizden ve futbolculara baklava ikram edeceğimizden yöneticilerin haberi olduğunu, dolayısıyla sahadan çıkmayacağımızı son derece anlaşılır bir lisanla belirtip elemana yöneticilerle konuşmasını tembihledi. İnatçı (Alkara olur yani!) bir görev adamı olan bu arkadaş da tansiyonu yükselten ve ortamı geren bu önemli sorun ile ilgili olarak yeni talimatı almak üzere yöneticilerin olduğu bölgeye doğru seğirtti. Beş dakika kadar sonra geri döndüğünde yüzü gülüyordu ve sırtından büyük bir yük kalkmış gibi rahatlamış görünüyordu…<br /><br />Bu arada futbolcular istasyon çalışmasından bıkmış olacaklar ki iki antrenman sahasının kapsama alanının çevresinde tur atmaya başladılar. Biz de tabii ki yanımızdan geçen futbolculara, M’Bayo olayından sonra özellikle M’Bayo’ya karşı “dişlik” takıp takmadıklarını sormayı ihmal etmedik.<br /><br />Ve antrenmanın bu müstesna kısmında, huzurlarınızda “Arap kızı Tamara!”, pardon bu Tamara da nereden çıktı yahu! “Tamara, kızım, çık aradan. Sen bu yazının konusu değilsin. Seni başka bir yazıda anlatırım. Şimdi ait olduğun çadır tiyatrosuna geri dön!”<br /><br />Evet, Tamara’yı gönderdikten sonra antrenmanın bu müstesna kısmında, önce iki arkadaşıyla Taraftarlar Derneği Başkanı Doğan Bey ve biraz sonra da sitenin diğer yürütücüsü Bülent geldi. Bülent’in gelmesiyle birlikte Barış’ın yüzü asıldı ve ortam birden gerildi. Başkan İlhan Cavcav’ı, fabrikasında ziyaret ederek www.alkaralar.com’a 1000 numaralı üye yaptıktan sonra Başkanın çakar çakmaz çakan Tokai marka çakmağını ve purolarını yürütme meselesinden dolayı aralarına kara kedi giren ve neyi paylaşamadıklarını bir türlü anlayamadığım bu iki yürütücü, daha bir gün önce 65 Milyon’un gözü önünde hem de sitenin ana sayfasında birbirlerine girmişler, birbirlerini Cavcav’ın Tokai çakmağını ve purolarını yürütmekle suçlamakla kalmayıp birbirleri hakkında söylemediklerini de bırakmamışlar ve ne kadar kirli çamaşırları varsa (ki yıkanmakla çıkması pek mümkün değil) ortaya dökmekten çekinmemişlerdi! Hatta bu yürütücü arkadaşlar o kadar ileri gitmişlerdi ki özellikle 40’lı yaşlarının sonuna doğru ancak fark edilip bir köşe sahibi olarak 65 Milyon’a hitap etme şansı yakalayan bendenizi de çok derinden etkileyebilecek şekilde siteyi “Öz Alkaralar.Com” ve “Hakiki Alkaralar.Com” diye ikiye bölme fikrini dahi ortaya atabilmişlerdi. Gerçi sitenin ikiye bölünmesinin beni fazla etkilemeyeceğini ve yüce menfaatlerimin hiçbir şekilde zedelenmeyeceğini öğrendikten sonra bayağı rahatladım ve ikisini de “ne halleri varsa görsünler” diyerek baş başa bıraktım ama yine de böyle gergin ortamlarda insan içinde ister istemez bir tedirginlik hissediyor, ne yaparsınız insanlık hali işte!... Antrenman sahasında da bu iki yürütücü arkadaş birbirlerine girmek için bahane yaratmaya ve hamle yapmaya çalıştılarsa da Emre’nin Babası ve ben araya girerek ikisini de yatıştırdık ve gazetelerde üçüncü sayfa haberi olabilecek muhtemel bir olayı da büyük bir başarıyla önlemiş olduk. Bunun için de kendimizi tebrik etmekten kendimi alamıyorum!...<br /><br /><strong>Allegro Vesairetto</strong><br /><br />Neyse, işte nihayet antrenman bitti. Futbolcular bize doğru gelmeye başladılar. Biz de 11 kişiden oluşan dev bir taraftar topluluğu olarak bir yandan futbolcuları avuçlarımız patlarcasına alkışlarken bir yandan da müthiş bir tezahürata başladık. Öyle ki tesisler, alkışlarımız ve tezahüratlarımızla inliyordu ve binaların camlarının zangırdamaları da “ZANGIR… ZANGIR…”diye kulaklarımızı sağır edercesine yankılanıyordu! O anda iki yürütücü Barış ile Bülent bile aralarındaki kara kediyi kovup ellerini birbirlerinin omuzlarına atmış, neşe içinde zıplayarak "YENİLSEN DE YENSEN DE..." şarkısını söylüyorlardı.<br /><br />Bu arada Nightfall, elindeki bir tepsi baklavayı futbolculara ikram etmeye başlamıştı bile. Baklava o kadar lezzetliydi ki bir tane yiyen futbolcu bir tane daha yemekten kendini alamıyordu. Ersun Hoca ve futbolcular bu müthiş alkış ve tezahürat dalgası ile baklava ikramından dolayı çok duygulanmışlardı. Fotoğraf makinesini bir sanatkar titizliğiyle kullanan Yetkiner Mayda, bu mutlu anları ölümsüzleştirmek için flaşları birbiri ardına patlatıyordu.<br /><br />Hocaya ve futbolculara Bursaspor maçında başarılar dileyip bu baklava karşılığında yalnızca üç puan istediğimizi ve bundan başka bir isteğimiz olmadığını veciz bir şekilde belirttikten sonra birlik ve beraberliğe her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyduğumuz şu günlerde çok önemli ve zor bir görevin daha altından başarıyla kalkmanın huzuru ve mutluluğu içinde futbolcularla ve birbirimizle vedalaşıp, böyle keyifli etkinlikleri daha geniş katılımlarla yeniden düzenleme isteğiyle tesislerden ayrıldık. Emre’nin Babası Kıvanç Koçak ile birlikte yarı otomatik arabasına, ben de Barış ile birlikte full mekanik arabama bindiğimizde saat 20.00’ye geliyordu.<br /><br />Hava artık kararmış, bulutlar da iyice dağılmıştı ve bu sırada doğu ufkundan yükselmeye başlayan Mars, tüm güzelliği ve yalnızlığı ile bize gülümserken, bir an için bana öyle geldi ki: “Dünyanız yine de düşündüğünüz ve sandığınız kadar kötü ve kokuşmuş değil. Yine de sistemin yaşanabilir tek gezegeni. Tüm insanlara, hayvanlara ve bitkilere fazlasıyla yetecek kadar yer var. Hayat aslında çok kısa, kıymetini bilin. Biraz da keyfini çıkarmaya bakın. Çok çalışın ama ne olur az aşının!” der gibi bakıyordu sanki...<br /><br />Ankara, 12 Eylül 2003</div><div align="justify"></div><div align="justify"></div><div align="justify"><em><span style="color:#ff0000;"></span></em> </div><div align="justify"><em><span style="color:#ff0000;"></span></em> </div><div align="justify"><em><span style="color:#ff0000;">Alıntı: YENİLSEN DE YENSEN DE-Necdet Özkazancı (Nisan 2004)</span></em></div><div align="justify"></div>Unknownnoreply@blogger.com0