28 Aralık 2009 Pazartesi

ORTALA SADIK ORTALA! BOMBALA HURUBEŞ BOMBALA!



Mayıs 1981…

Başkent Ankara’nın sarı-lacivertli takımı Ankaragücü 2. ligde mücadele ederken, daha önce dünya futbolunda hiçbir takımın başaramadığı bir mucizeye imza atıyor ve Türkiye Kupasını müzesine götürüyordu.

Adil, Hikmet, Fuat, İhsan, Haluk, Taner, Cüneyt, Nazmi, İrfan, Mehmet, Sadık…

Final maçının bitiş düdüğüyle birlikte Bolu Stadında tel örgülerin üzerinden taraftarlarının üzerine atlayıp onlarla kucaklaşan futbolcular… Kaptan Adil’in, tribündeki taraftarların üzerine uçtuğu o anı ölümsüzleştiren ve Avrupa’da yılın fotoğrafı seçilen unutulmaz kare…

Dönüş yolunda Bolu’dan Ankara’ya uzanan kilometrelerce uzunluktaki konvoy…

Ve bir zamanlar Ankaragücü maçlarında, 19 Mayıs Stadı’nın tribünlerinden dalga dalga yayılan tezahürat:

“Gururluyuz Güçlüyüz, biz Ankaragüçlüyüz…”
“Ortala Sadık ortala! Bombala Hurubeş bombala!”

O tarihten günümüze kadar bir daha hiçbir 2. Lig takımı Türkiye Kupasını kazanamadı. Ama kaderin cilvesine bakın ki, yıllardır “Kupa Beyi” olarak anılan Ankaragücü de kupa alamadı.

*****

O günden 28 yıl sonra…

Aralık 2009…

Sevimsiz geçen bir yılın son günlerinde, o efsane kadrodan ‘Maradona Sadık’, ‘Hurubeş (Hrubesch) Mehmet’ ve ‘Deli İhsan’ ile bir araya geldik, şimdi çok geride kalmış olan o eski güzel günleri yâd ettik. Biz sorduk, onlar yanıtladı.



Ziya Adnan: Yeni taraftar nesli sizleri hiç tanımıyor. Bize kısaca kendinizi tanıtır mısınız?

Maradona Sadık (Sadık Aksöz): Futbola Ankara Demirspor’da başladım. İki yıl Ankara Demirspor genç takımında, bir yıl da ‘A’ takımında oynadım. 1976 yılında Gaziantepspor’a transfer oldum. İki yıl da Gaziantepspor’da oynadıktan sonra 1978 yılında Ankaragücü’ne geldim ve 1986 yılına kadar Ankaragücü formasını giydim. Daha sonra bir yıl kiralık olarak Gençlerbirliği’nde ve sonra da Hacettepe’de oynadıktan sora 1988 yılında futbolu bıraktım.

Hurubeş Mehmet (Mehmet Şahin): Ankara 1957doğumluyum. Amatör olarak Ziraat ve daha sonra da Günespor’da oynadıktan sonra 1980 yılında Ankaragücü’ne geldim. 1986 yılına kadar Ankaragücü’nde forma giydikten sonra Adana Demirspor’a transfer oldum. Sonra da 1987 yılında kiralık olarak Kahraman Maraşspor’da oynadım.

Deli İhsan (İhsan Kavak): Batman 1955 doğumluyum. 1970 yılında Gençlerbirliği genç takımında futbola başladım. 1972’de (A) takımında oynadım. Sonrasında Fenerbahçe ve Bursaspor’da forma giydim. 1980 yılına kadar Bursaspor’da oynadım. 1980-81 sezonunda Ankaragücü’ne transfer oldum. 1985 yılına kadar Ankaragücü’nde kaldım. 1986 yılında Gençlerbirliği’nde futbolu bıraktım.

Ziya: Her zaman merak ettiğim konulardan biri, sizin aynı takımda bir araya gelmeniz bilinçli bir teknik direktör seçimi miydi, yoksa tamamen bir rastlantı mıydı?

Sadık: Tamamen bir rastlantıydı.

Necdet Özkazancı: Yani, ‘Sadık ortayı yapsın’, ‘Mehmet kafayı vursun’ gibi bir düşünce yoktu. Öyle mi?

Mehmet: Evet. Gerçi Ankaragücü yönetimi o sezon güçlü bir takım kurmak için kolları sıvamıştı. Ama bizim bir araya gelmemiz tesadüf oldu.

İhsan: Örneğin ben Bursaspor’dan Sakaryaspor’a gidiyordum. Son anda Baskın Soysal hocamız beni Ankaragücü’ne getirdi. (Bu arada Ankaragücü’nün efsane kalecilerinden Baskın Soysalı rahmetle anıyoruz.)

Sadık: Ben 1978 yılında Ankaragücü’ne geldiğimde takım küme düşmüştü. Ancak 1. Ligdeki kadrosunu aynen korumuştu. O sezon 2.ligde mücadele ettik ve grup ikincisi olduk.

Ziya: Yani, Kadri Aytaç ile 1.lige çıkamayan takıma gelmiştiniz.

Sadık: Evet. O sezon Kayserispor ile İzmir’de 1.lige yükselme maçında yenildiğimiz için 1. lige çıkamadık. Bunun üzerine kadro dağıtıldı ve genç futbolcularla yola devam kararı alındı. Yönetim, takımın ligde tutunmasını hedefliyordu. Ama biz umulanın üzerinde bir performans göstererek, Mersin İdmanyurdu’nun şampiyon olduğu grupta 3. olarak 1. Lige yükselme maçı oynama hakkını kıl payı kaçırdık. 1980-81 sezonunun başında ise yönetim şampiyonluğu hedefleyerek takıma ciddi takviyeler yaptı. İşte İhsan, Cüneyt, Mehmet gibi isimler o zaman takıma katıldı.

Necdet: Şimdiki taraftarlarda pek göremiyoruz ama sizin oynadığınız o yıllarda, taraftarlar futbolcuların birçoğuna lakap takmıştı: Maradona Sadık, Hurubeş Mehmet, Deli İhsan, Bonhof Nazmi, Kaptan Adil gibi… Bunlar taraftarların, tuttukları takımın futbolcusuna olan sevgilerini göstermelerinin bir yolu gibi geliyor bana. Siz nasıl görüyordunuz, taraftarın sizi lakabınızla anmasını?

Sadık: Sanıyorum taraftarlar özelliklerimize bakıp, bizi yabancı ünlü futbolcularla özdeşleştiriyorlardı. Örneğin benim oyun stilimi ve sol ayaklı olmamı Maradona’ya, Mehmet’in uzun boyuyla hava toplarına olan hâkimiyetini ve kafa gollerini Hurubeş’e, Nazmi’nin uzaktan sert ve isabetli şutlarını Bonhof’a benzettikleri için olsa gerek böyle lakaplar takmışlardı. Bizim için de hoş bir duyguydu tabii.

Necdet: Bir insana “Deli” derseniz belki de çok kızar ve kavga bile çıkarır ama taraftar İhsan’a “Deli” dediği zaman bu bir anda sevgi sözcüğü haline geliyor sanki.

İhsan: Evet. Ben bazı maçlarda sakat sakat, hatta bazen kırık kaburgayla bile oynadım. Gerektiğinde savunmada sert mücadeleden kaçınmadım. Bu, belki de bir delilik… Ama başka seçenek de yoktu. Kadro çok kısıtlıydı. 14 futbolcuyla maça çıktığımız zamanlar oldu. Sakat sakat da olsa oynamak zorundaydık.

Ziya: O zaman da günümüzdeki gibi yüksek transfer ücretleri var mıydı? Günümüzle kıyasladığımızda ortaya çıkan rakamlar nasıldı?

İhsan: O dönemde bu kadar yüksek transfer ücretleri yoktu. Bir kıyaslama yapacak olursak bugün bir futbolcunun aldığı bir maçlık galibiyet primi o zamanın neredeyse bir yıllık transfer ücretine eşitti. Çünkü o zamanlar kulüpler ciddi sıkıntılar içinde yaşamaya çalışıyorlardı. Malzeme sıkıntısı vardı. Örneğin maç topumuz bir taneydi. Eski Ankaragücü Stadı’nda antrenman yapardık. Toprak zeminli saha zımpara gibiydi. Yağmurlu günlerde balçık olurdu ve biz bu şartlarda maçlara hazırlanırdık.

Ziya: O zamanlar Ankaragücü Stadı daha yıkılmamıştı değil mi?

İhsan: Evet. O statta yatakhane vardı ve 14 kişi bir odada yattığımız olurdu.

Sadık: Hatta çok iyi anımsıyorum. Yemeklerimiz MKE’den gelirdi.

Ziya: Peki o dönemin havasını bize anlatır mısınız? Takım olarak, yönetim olarak, taraftar olarak, tribün olarak özetler misiniz? Şöyle bir geçmişe dönseniz orada nasıl bir Ankaragücü vardı?


Mehmet: Her şeyden önce takım içinde büyük bir dostluk, samimiyet ve kardeşlik vardı. Kocaman bir aile gibiydik. Şunu belirtmeden geçemeyeceğim. O dönemde Ankaragücü her futbolcunun forma giymek isteyeceği bir kulüptü. Ankaragücü bir idoldü. Ankaragücü’nde oynamak bile başlı başına bir şerefti.

İhsan: (Gülerek) Daha sonra yıllarca Galatasaray’ın kalesini koruyacak olan Eser ile birlikte Ankaragücü’nün seçmelerine gitmiştik. Bize sıra gelmediği için Fehmi hoca bizi Gençlerbirliği’ne götürdü. Ama Ankaragüçlüydük. Zaten o zamanlar Ankaralı her futbolsever çocuğun formasını giymek istediği takım Ankaragücü’ydü. Herkesin gözü küçüklüğünden itibaren Ankaragücü’ndeydi.

Mehmet: Benim Ankaragücü’ne gelmemde hepimizde büyük emeği olan rahmetli Veli Necdet Arığ’ın katkısı olmuştur. Kendisini rahmetle anıyorum.

Necdet: Mehmet, sen Ankaragücü’ne amatör kümeden geldin. O dönemde Ankaragücü yöneticilerinin amatör kümeleri izleyip keşfettikleri futbolcuları kulübe kazandırdıklarını anımsıyoruz. Günümüzde de amatör kümelerin izlenip izlenmediği konusunda bilginiz var mı?

Mehmet: İzlediklerini pek sanmıyorum. Zaten takıma bakıldığında da izlenmediği belli oluyor.

Sadık: O dönemde altyapıdan da çok futbolcu geliyordu. Fuat, Hasan, İrfan gibi önemli oyuncular çıkmıştı. Ankaragücü’nün altyapıya önem verdiği bilindiği için genç futbolcular Ankaragücü’ne kapağı atmaya çalışırlardı.



Necdet: Peki, o zamanlar tribün manzaraları nasıldı? Sahaya çıkarken tribünleri gördüğünüzde ne hissederdiniz?

İhsan: Ben Ankaragücü’ne 1.ligdeki Bursaspor’dan gelmiştim. İlk maçımda sahaya çıkarken tribünleri gördüğümde çok şaşırdım; gözlerime inanamadım. Takım 2. ligdeydi ama stat tıklım tıklımdı. Ayrıca günümüzdeki gibi tribün grupları yoktu. Bütün tribünler tek sesti.

Sadık: Çok ilginç bir durumdur. Biz, birçok maç öncesinde Ankaragücü Stadından 19 Mayıs Stadına, taraftarlarla kol kola yürüyerek gitmişizdir. Böyle içten ve samimi bir hava vardı. Şimdiki gibi tribün kutuplaşmaları yoktu. Herkes yalnızca Ankaragüçlüydü. Çok güzel ve zevkli günlerdi.

Ziya: Necdet Abi ile geçen hafta Sivasspor maçını Gecekondu tribününde izledik. Her tribünden ayrı bir tezahürat yapılıyordu ve kimin ne söylediği anlaşılmıyordu.

İhsan: Takım başarılı olsa, ben tribünlerin birleşeceğine inanıyorum.

Ziya: Ben şahsen, takım sahaya çıkarken tribünlerde “Gururluyuz Güçlüyüz Ankaragüçlüyüz!” tezahüratının söylenmemesinden üzüntü duyuyorum.

Sadık: Burada bir ekleme yapmak istiyorum. İstanbul takımları ile oynadığımız maçlarda, örneğin bir Fenerbahçe maçında Ankara 19 Mayıs Stadının tribünleri tamamına yakını Ankaragüçlü taraftarlardan oluşurdu; 1500 civarında da Fenerbahçe taraftarı olurdu.

Ziya: Taraftarlarla ilgili ilginç bir anınız var mı?

Mehmet: Ben bir anımı kısaca anlatayım: Ankara’da Fenerbahçe ile oynadığımız maçtan önce stat dışında taraftarlarla sohbete dalmıştım. Sonra ısınmak için stada girmek istediğimde polis beni içeri almadı. “Yahu bırak gireyim, ben olmadan bu maç oynanamaz” diyorum. Polis de “Stat dolu, yer yok, giremezsin” diye cevap veriyor. Biz böyle tartışırken olayı gören Ziya Şengül, “Yahu bu adam olmadan maç oynanmaz, bırak girsin” dedi. Sonra biraz düşündü ve gülerek, “Aslında içeri almazsan fena olmaz ama gene de alman lazım” diye şaka yaptı.

Ziya: Kulüp başkanları ve yöneticilerinin kulübe ve futbola bakışı nasıldı?

Sadık: Yöneticilerde tamamen amatörce bir bakış açısı vardı. Kulüp için kendi ceplerinden para harcarlardı.

İhsan: Sabri Mermutlu çok büyük bir başkandı. Başkanlığı bırakırken, bizim bütün alacaklarımızı cebinden ödedi ve kulübü borçsuz olarak yeni yönetime teslim etti. Ayrıca yöneticileri de toplayarak, alacağı olan varsa bana gelsin ödeyeyim demişti. Bunu hiç unutmam. 12 yıllık başkanlığı sonrasında kulübü borç batağında bırakan Cemal Aydın ve yönetimini gördüğümüzde Sabri Mermutlu’nun yaptıklarının değerini daha iyi anlıyoruz.

Mehmet: Transfer görüşmelerinde yöneticilerden oluşan bir heyetin önünde, onlara olan güvenimiz ve saygımız sebebiyle boş mukaveleye imza atıp çıktığımız çok olmuştur.

Sadık: Onların amatörce bakış açısı ve takım sevgisi bize de yansır ve mesleğimize amatörce bakmamızı sağlardı. Verdikleri sözleri de yerine getirirlerdi.

Necdet: İltifat ediyor gibi olmasın ama şu andaki Ankaragücü futbolcularına baktığımızda bir Maradona Sadık, bir Hurubeş Mehmet, bir Deli İhsan kalitesinde ve yüreğiyle oynayan futbolcuları pek göremiyoruz. Keşke o zaman değil de şimdi futbolcu olsaydım dediğiniz zamanlar oluyor mu?

Sadık: (Gülerek) Olaya maddi açıdan bakarsak oluyor tabii.

Necdet: Transfer teklifleri alıyor muydunuz?

Sadık: Tabii alıyorduk. Ama o günün şartlarında bir takımdan diğerine transfer olmak kolay değildi.

Mehmet: Örneğin beni Beşiktaş istemişti ama yönetim vermemişti.

İhsan: Mukavelenin süresi dolduğunda kulübün temdit etme (süresini uzatma) hakkı vardı. Kulübün satışa çıkardığı bir futbolcu için belirlenen transfer ücretini ödeyecek kulüp çıkmazsa, futbolcunun kendi kulübü satış bedelinin beşte birini ödeyerek sözleşmeyi uzatabilirdi.

Ziya: Yani kulüp istemedikten sonra futbolcunun kulüpten ayrılması imkânsız gibi bir şeydi. Öyle mi?

Sadık: Evet. Çoğumuzun sözleşmesi böyle uzatılarak kulüpte kalmışızdır.

Ziya: O zamanlar kulüpte görev yapan yöneticiler Ankaragüçlü müydü?

İhsan: Hiç kuşkusuz öyle... Başkan ve yöneticiler kulüp için ceplerinden çok para harcarlardı. Hatta eski başkanlardan Güngör Türköz’ün Ankaragücü için harcadığı paralar yüzünden işlerinin bozulma noktasına geldiği söylenir. Ondan sonraki başkanlardan Nurettin Çarmıklı da kulüp için cebinden çok harcama yapmıştı. Ama ne yazık ki özellikle Cemal Aydın döneminde bu işler tersine döndü. Bir dergide yazdığım son yazıda da bu konuyu işledim. Ankaragüçlülük ruhunu, her şeyin amatörce olduğunu, yöneticilerin hep ceplerinden harcadığını, ama şimdiki yöneticilerin Ankaragücü’nü, kalburüstü insanlarla kişisel ilişkilerini geliştirmek amacıyla kullanmaya çalıştıklarını anlattım. Hele başkanlar! Başkanlar günümüzde Cumhurbaşkanı, Başbakan, Bakanlar ile yan yana oturup maç izliyorlar. Cemal Aydın Ankaragücü’ne başkan olmadan önce kendisini kim tanırdı? Üstelik kendisi Ankaragüçlü de değil… Gençlerbirliği yöneticisiyken hasbelkader Ankaragücü’ne yönetici oldu, sonra da kulüp kaos içine girince Melih Gökçek’in başkan olmasını engellemek için, Karadenizli olan Mesut Yılmaz’ın desteğiyle kulübe başkan yapıldı. Başkan olmadan önce eski bir arabası vardı. Başkanlıktan ayrılmış olduğuna göre, başkan olduktan sonraki mal varlığını açıklamasını istemek en doğal hakkımızdır. Ben bu konu hakkında çok yazdım ama şimdiye kadar bir yanıt alamadım.

Ziya: Maçlara gidiyor musunuz?

Sadık: Ben altı yıldır maçlara gitmiyorum.

Ziya: “Neden?” diye sorsam…

Sadık: Ben futbolu bıraktıktan sonra da Ankaragücü’ne antrenör olarak hizmet ettim. Ama şimdi kırgınım. Kulübün, eski futbolcularından yeterince yararlanmadığını düşünüyorum. Futbolu bıraktıktan sonra teknik direktörlük yapan eski Ankaragüçlü futbolcuların sayısının azlığı zaten durumu özetliyor.
Mehmet: Biz de İhsan ile arada bir maçlara gidiyoruz.

Ziya: Sizin gibi Ankaragücü’ne mal olmuş isimlerin antrenörlük olmasa bile kulüp bünyesinde bir şekilde hizmet verebilmesini beklerdim. Bu kadar dışarıda kalmışlık neden?

Sadık: Kulüp yönetimine karşı biraz kırgınlık var. İşin doğrusu bizi tanımıyorlar.

İhsan: Cemal Aydın’ın etrafındaki yöneticiler bile, Ankaragücü ile ilgisi olmayan insanlar. Ayrıca futbolcu menajerleriyle olan ilişkiler de ayrı bir soru işaretidir. Son yıllarda kulüpten onlarca yabancı futbolcu geldi geçti, bunlardan kaçının isimlerini anımsıyorsunuz? Bu dönemde Ankaragücü’ne 143 yabancı futbolcu gelip gitmiş. Kaç liraya gelmişler, kaç liraya gitmişler? Bu konuda sorduğum soruların hepsi yanıtsız kaldı.

Sadık: Günümüzde maalesef Ankaragücü camiasına mal olmuş futbolcu yok. Örneğin ben, 1978’de geldim 1986’ya kadar oynadım. Mehmet 1980’de gelmiş 1985’e kadar oynamış. İhsan sekiz yıl, Adil Kaptan 8 yıl, Haluk 12 yıl hizmet etmiş. O kadro tesadüfen bir araya gelmişti ama uzun yıllar birlikteliğini korudu ve birçok futbolcu camiaya mal oldu.

Necdet: Eski günleri bilenler, 1986 yılına kadar olan Ankaragücü kadrosunu ezbere sayabiliyorlar. Ama günümüzde maalesef bu mümkün değil.

Sadık: Çünkü o zamanlar uzun yıllar boyunca birlikte oynadık. Biz gerçekten iyi bir takımdık. İkinci ligden çıktığımızda, takımı hiç bozmadan Halil İbrahim, Alper gibi birkaç takviye ile uzun yıllar hizmet verdik.

Ziya: Birleşme konusunda ne düşünüyorsunuz?

Sadık: Aslında küme düşen Ankaraspor değil, Ankaragücü’dür. Ankaragücü’nün kadrosundaki futbolcuların çoğu, Beştepe’deki personel dışarıda kaldı. İşin aslına bakarsanız esasında olan Ankaragücü’ne oldu.

Ziya: Ligin ilk yarısının son maçında sahaya çıkan 11’in 9’u Ankaraspor’dan gelen futbolculardan oluşuyordu. Bu durumda istikrarlı bir kadrodan söz edilebilir mi?

Sadık: Tabii ki söz edilemez.

Ziya: İyi bir takım olabilmek, bir takım ruhu yaratabilmek için altyapıdan yetişmiş en az 3-4 futbolcunun olması gerekir. Bunun en güzel örneği, UEFA Kupasını kazanmış olan Galatasaray kadrosudur.

Mehmet: Maalesef günümüzde o ruhu görebilmek imkânsız.

Ziya: Şu andaki durumu nasıl görüyorsunuz?

İhsan: (Gülerek) Şu anda bir şey göremiyoruz. Şu anda kimse kulüp hakkında bir fikir sahibi değil. Ocak ayındaki kongreden sonra neler olacağını ne Melih Gökçek, ne Cemal Aydın ne de başka bir kişi biliyor. Cemal Aydın kanadının, 400 delege kaydının iptali ve mahkeme kanalıyla genel kurulun toplanmasını engellemek için girişimleri olduğunu duyuyoruz. Eğer 400 delegenin kaydının iptali gerçekleşir ve Cemal Aydın tekrar yönetime gelirse zaten takım düşer. Çünkü 40 milyon lira borç var ve hiçbir futbolcuya para veremezler.

Ziya: Peki sizin oynadığınız dönemlerde Ankaragücü kongre üyeliği, seçimler ve başkanlık nasıl gerçekleşirdi?

İhsan: Başkanlık seçimi 4 yılda bir yapılırdı. Ortada bir rant olmadığı için cebinden para verebilecek adamlar yönetime girerdi ve rant olmadığı için taraftar da bu işlere karışmazdı.

Ziya: O dönemlerde cebinde parası olup da yönetici olmak isteyen kişilerde Ankaragüçlü olma zorunluluğu aranır mıydı?

İhsan: İçinde Ankaragücü sevgisi olmayan zaten yönetime talip olmazdı. Çünkü rant yoktu. Örneğin İlhan Cavcav da aslında hasta Ankaragüçlüdür. Zamanında Ankaragücü’ne yönetici de olmak istemiştir. Ancak Sabri Mermutlu da un sanayicisi olduğu için onu Ankaragücü’ne yönetici yapmamış ve İlhan Cavcav da Gençlerbirliği’ne başkan olmuştur.

Necdet: Merak ettiğimiz bir konu da Ankaragücü’nün kongre üyesi olup olmadığınız?

Sadık – Mehmet – İhsan: Hayır. Kulübün kongre üyesi değiliz.

Ziya: Tekrar geçmişe dönersek, Bolu’da oynanan kupa finalinden sonra tel örgülerin üzerinden taraftarların üzerine uçarak atlayan Kaptan Adil’in fotoğrafı Avrupa’da yılın spor fotoğrafı seçilmişti. O anda neler hissetmiştiniz?

Mehmet: Aslında planlanmış bir şey değildi. Maç bitip de kupayı kazandığımızda sevinçten ne yapacağımızı şaşırmıştık. Tel örgülerin üzerinde taraftarların üzerine ilk atlayan futbolcu İhsan oldu.

Necdet: (Gülerek) Hiç yere düşeriz, beton tribüne çakılırız diye bir korku aklınıza gelmedi mi?

Mehmet: (Gülerek) Taraftarların ellerinin üzerindesin zaten, bir şey olmaz ki!

İhsan: Ben, maç sonrasında sevincimizi paylaşmak için taraftarların bulunduğu tribünün önüne gitmiştim. O andaki duygularla tel örgülere nasıl tırmandığımı, taraftarların üzerine nasıl atladığımı anımsamıyorum. Birden kendimi taraftarların ellerinin üzerinde buldum. Beni

Mehmet, Adil, Fuat ve diğer futbolcular takip etti. Bolu’dan Ankara’ya muazzam bir konvoyla döndüğümüzü anımsıyorum.

Sadık: Ankara’ya geldiğimiz zaman 12 Eylül döneminin sokağa çıkma yasağı olmasına rağmen binlerce kişi Cumhurbaşkanlığı Köşkü önünde muhteşem bir kutlama yapmıştı.

Ziya – Necdet: Bu güzel söyleşi için teşekkür ederiz.

Sadık – Mehmet – İhsan: Biz de teşekkür ederiz.

ZİYA ADNAN – NECDET ÖZKAZANCI
25 ARALIK 2009















Gerek Ankaragücü'nün ve gerekse Gençlerbirliği'nin yöneticileri, üyeleri ve taraftarlarının, bir zamanlar takımlarının formasını giymiş ve emek vermiş futbolcularını unutmamaları, onlara gereken sevgi, saygı ve ilgiyi göstermeleri; onları güzel ve keyifli anılarla her zaman hatırlamaları bir camia olabilmenin, "Biz bir camiayız!" diyebilmenin en önemli koşullarından biridir bence...

Ankaragücü'ne, 1981 yılında 2. ligdeyken Türkiye Kupasını kazandıran efsane kadronun efsane futbolcuları Maradona Sadık'a, Hurubeş Mehmet'e ve Deli İhsan'a bu güzel ve keyifli sohbet için bir kez daha teşekkür ederim.

14 Kasım 2009 Cumartesi

VELİ NECDET ARIĞ'DAN ANILAR


Kısa süre önce yitirdiğimiz Zündap Hüseyin’in ardından, Ankara futbolunun çok büyük değerlerinden birini daha, Ankaragücü camiasının Veli Amcasını, Veli Dedesini 86 yaşında yitirdik. Üzüntümüz sözcüklerle anlatılamaz. Ankaragücü camiasının, Ankara futbolunun, acılı ailesinin ve hepimizin başı sağ olsun. Nur içinde yat Veli Amca…

Merhum Veli Necdet Arığ’ın 1996 yılında, Ankaragücü’nün 86. yılı anısına yazdığı “MKE ANKARAGÜCÜ BELGESELİ” (228 büyük sayfa) adlı bir kitabı var. Şimdi piyasada bulunmayan, ancak fotokopiyle çoğaltılarak elden ele gezebilen bu müthiş kitapta Ankaragücü’nün bütün tarihi, bilgiler ve anılar çok güzel bir şekilde harmanlanarak anlatılmış. İşte ben de o kitapta yer alan bazı hoş anıları sizlerle paylaşarak Veli Amca’yı ebedi yolculuğuna uğurlamak istedim.

100 LİRALIK DEPLASMAN (1949-50 Sezonu)

Sezon başında bazı kulüplere maç teklifi mektupları yazmıştık. Zonguldak ve Konya’dan olumlu cevaplar aldık. Kadro bol olduğu için tertibi ikiye ayırarak Zonguldak ve Konya turnelerine çıktık.

Konya kafilesinden Genel Sekreter Veli Necdet, Zonguldak kafilesinden ise Genel Kaptanımız Natık As sorumlu idi. Konya kafilemizde futbolu bırakmış olan kalecimiz Muharrem Gören ile sol açığımız Kenan Çolak’a da yer vermiştik.

Konya İdmanyurdu ile iki maç karşılığı 100 Türk Lirasına anlaşmıştık. Evet, yanlış okumadınız: Yüz Türk Lirası… Zonguldak anlaşması ise 500 Türk Lirası idi.

Zonguldak’ta Kömürspor ile ilk maçta 1-1 berabere kalmış, ikinci maçımızı 2-0 kazanmıştık. Konya’da, Konya İdmanyurdu ile oynadığımız ilk maç 1-1 berabere sonuçlandı. İkinci karşılaşmada Konya Gençlerbirliği’ne 1-0 yenildik.

Konya’da doğru dürüst bir stat yoktu. Her iki karşılaşmayı da mahalle arasındaki okulun bahçesinde oynadık. Stat o kadar küçüktü ki, bir korner atışında Recep Adanır’ın vurduğu top bahçe duvarlarını aşarak caddeye çıktı ve taksinin tekerlekleri arasında kalarak patladı. Baba Recep bu maçta takımımızın formasını ilk defa giymişti. Biliyorsunuz sonra Beşiktaş’a transfer oldu. Yine o devirlerde malzeme bu denli bol değildi. Topun patlayışı üzerine ikinci top temini için 45 dakika beklememiz gerekti.

Anlaşma gereğince ödenmesi gereken 100 Türk Lirasının 15 lirasını (B) takımı ile geldiğimiz için ödemediler. 85 liranın 5 lirası ile de Cumartesi ve Pazar maçlarında rakip takımlara verilmek üzere Belediye Bahçesinden aldığımız çiçekler için ödemiştim. Geri kalan 80 lira ise kulübe irad kaydedildi.

MKE Ankaragücü Belgeseli (Sayfa: 110)


ANKARAGÜCÜ: 7 – GENÇLERBİRLİĞİ: 3 (22.02.1953)

Ligin son maçını 22.02.1953 günü Gençlerbirliği ile yapan takımımız sahadan 7-3 gibi açık farklı bir galibiyet ile ayrıldı. Bu sonuç antrenör Natık As’ı şaşırtmıştı. Çünkü daha önceki maçlarda gösterdiği form durumuna göre, değil sahadan galibiyet ile ayrılmak, açık farklı yenilgi korkusu sarmıştı kendisini.

Natık As, maç sonrası anı defterine şunları düşmüştü:

“Demek ki bir başka oluyormuş Gençlerbirliği maçları. Herhalde ezeli ve ebedi rekabetin verdiği hırsla çocuklar dopinklenmiş olmalılar ki, sahadan 7-3 ayrılmakla kalmadılar, mevsimin en güzel futbolunu da ortaya koyarak maçı izleyen 6 bin seyirciden dakikalarca alkış aldılar. Tüm maçları bu hırsla oynamış olsaydık, Avrupa’da dahi birçok takımlardan galibiyet alabilirdik.”

MKE Ankaragücü Belgeseli (Sayfa: 115)


BÜYÜK AVRUPA TURNESİ DÖNÜŞÜ BİR ANI (1953)

Kulübümüz 2.8.1953 günü Yugoslavya ve Avusturya’yı kapsayan büyük bir turneye çıktı.

(…)

Kafilemiz yurda dönerken Yugoslavya’ya vizesiz giriş yapmıştı. İnterne edilerek bir otele kapatıldılar. Tercüman Cezmi Başar’ın girişimleri ile, Maribor kulübü ile yapacağımız bir maç karşılığı kafilemize vize sağlandı. Maribor kulübü yöneticileri, maç için helikopterlerle el ilanları attılar. Maçı Cezmi Başar yönetti.

MKE Ankaragücü Belgeseli (Sayfa: 115)


ANKARAGÜCÜ-HACETTEPE MAÇINDAN BİR ANI (1956-57 SEZONU)

Ankara Spor Yazarları Derneği ve Çocuk Esirgeme Kurumu’nun tertip ettiği iki turnuvada da takımımız şampiyon oldu.

Ankaragücü ile Hacettepe arasında oynanan Çocuk Esirgeme Kupası finalini bu satırların yazarı Veli Necdet Arığ yönetmişti.

Bu karşılaşmanın direk görevlisi değildim. Final maçının hakemi idim. Bir kanattan Ankaragücü, öteki kanattan Hacettepe finale kalınca, devrin Bölge Hakem Komitesi Başkanı Burhan Atakan’a durumumu arz ettim. “Sen saha dışında Ankaragüçlüsün, saha içinde ise hakemsin” diyerek görevden affımı kabul etmedi. Takımımız maçı 3-0 önde götürüyordu. Taç atışı (Ankaragücü lehine) oldu. Atışı Hasan Yedek yapacaktı. Daha önceleri takımımızda da yer almış olan Muzaffer Gür (Miki Muzaffer), “Olur amma, bu kadar taraf tutmak olur” diye karara itirazda bulundu. Hasan Yedek bu itiraza, “Bir taç atışı için bizi tutacaksa, al atışı sen yap!” diye topu kendisine verdi. O sırada Hacettepe’nin sağ beki Karagöz Kemal yanımıza gelerek olaya müdahale etti ve “Top benim ayağımdan taca çıktı. Taç hakkı Ankaragücü’nündür” diyerek topu Hasan Yedek’e verdi. Taç atışını ise Hasan Yedek bilinçli biçimde, itiraz eden Muzaffer Gür’ün ayağına attı.

Maçın sonlarına gelinmişti. Hasan Yedek kendi ceza sahası içinde zor görülür bir durumda topu kasten tokatlayınca bastım penaltıyı. Atışı Alaattin Yolaç yaptı. Penaltı gol olmuş ve sahadan 3-1 galip ayrılmıştık. Maç sonrası Hasan Yedek, “O penaltıyı beni kınamak için kasten yaptığını” söylemişti.

MKE Ankaragücü Belgeseli (Sayfa: 119, 120)

ZATAPEK ALİ-ZAPATEK SALİH (1959-60 SEZONU)

Takımımız kümede kalış savaşında Beykoz ile Bursa’da önemli bir karşılaşma oynayacaktı. İstanbul’da sıkıyönetim bulunduğu için maç Bursa’ya alınmıştı. Takımımız kampta idi. Sabri Kiraz, odaları dolaşırken, Kör Salih (Zapatek) ile Ali Yetüt’ün (Zatapek) odalarından sesler geldiğini duydu. Kulak verince şu konuşmaya şahit oldu:

Zatapek Ali, Zapatek Salih’e, “Yarınki maçta Allahıma oynayacağım. Yenilgi düşünemiyorum. Mutlaka yeneceğiz” diyordu.

Sabri Kiraz, konuşma sonrası olayı şöyle değerlendirmişti.

“Ali’yi o maçta oynatmayı düşünmüyordum. Bu konuşma üzerine takıma koydum. Diyebilirim ki o maçı Ali ve Salih aldılar.”

Ali ve Salih çok iyi arkadaştılar. Özel yaşantılarında da birbirlerinden ayrıldıkları pek görülmemişti. Bu yüzden Sabri Hoca deplasmanlarda ikisini aynı odaya verirdi. Sabri Hoca, Ali Yetüt’e maçlarda çok koştuğu için Çeklerin ünlü maratoncusu “Zapatek”in adını, birbirlerinden ayrılmadıkları için Salih’e “Zatapek” adını takmıştı.

Ali, futbolu bıraktıktan sonra yerleştiği Edirne’de bir trafik kazası sonucu genç yaşta hayatını kaybetti.

MKE Ankaragücü Belgeseli (Sayfa: 123, 124)

Not: Zatapek ile Zapatek o kadar çok kullanılmış ki, Veli Amca bile sonunda birbirine karıştırmış. :)


KISSADAN HİSSE BİR ANI (1973)

Leed United’in Ankara’daki maçını izlemek üzere, kafile ile birlikte bazı İngiliz basın mensupları da Ankara’ya gelmişlerdi.

Leeds United’in İdari Menecerinin ricası üzerine, Genel Kaptanımız Dr.Mehmet Bozdoğan İngiliz basın mensuplarının stada girişlerini sağlamıştı.

İkinci karşılaşma da oynanmış, takımımız Avrupa Kupasından elenmişti. Aradan 6 ayı aşkın bir zaman geçmişti.

Bir gün kulübümüze, Leeds United kulübünden 25 dolarlık bir havale geldiği görüldü. Dr.Mehmet Bozdoğan havaleyi bankadan çekmiş, kulübe irad kaydetmişti amma, bu paranın gelişine bir anlam verememişti.

Sonrası Leeds United kulübünden, kulübümüze resmi antetli bir yazı gelmiş ve mesele o zaman aydınlanmıştı.

Dr.Mehmet Bozdoğan, İngiliz basın mensuplarını stada almıştı ya… Gönderilen 25 dolar onların stada giriş ücreti imiş!

Ve yazının altındaki not cümlede ise “Gecikmeden dolayı özür dileniyordu…”

Demek ki İngiltere’de kraliçenin dahi maçlara ücret ödeyerek girdiği espri değil bir gerçekmiş.

MKE Ankaragücü Belgeseli (Sayfa: 140, 141)

ZÜNDAP HÜSEYİN (Veli Necdet Arığ'ın kaleminden)


1930 lu yılların başından itibaren uzun yıllar Gençlerbirliği formasını giyen, Gençlerbirliği tarihinde çok önemli bir yeri olan ve ‘ZÜNDAP HÜSEYİN’ lakabıyla tanınan Hacı Hüseyin Maloğlu 31 Temmuz 2009 günü aramızdan ayrıldı.

Eski hakemlerden, Zündap Hüseyin’in yakın arkadaşı Veli Necdet Arığ, kısa bir süre yayında kalan haftalık KIRMIZI-BEYAZ Gazetesi’nin 14-20 Haziran 2004 günlü sayısında yayımlanan köşe yazısında Zündap Hüseyin’i anlatmıştı. Güzel anılardan oluşan ve elektronik ortamda kopyası bulunmayan o yazıyı gazeteye bakarak yeniden yazdım ve Zündap Hüseyin’i bir de böyle anmak hoş olur diye düşündüm. Beş yıl önce bu güzel anıları yazıp futbolseverlerle paylaştığı için Veli Necdet Arığ’a da teşekkür ediyor, sağlıklı ve uzun bir ömür diliyorum.

ZÜNDAP HÜSEYİN

Zündap Hüseyin… Hacı Hüseyin Maloğlu…

Gençlerbirliği’nin 1938-1948 yılları Majino Hattı’nın geçilmez sol beki…

Hasan Polat, Halim Çorbalı, Hadi Pozan, İbrahim İskeçe gibi Türk futbolunun ünlü isimleri ile forma giydi.

Gençlerbirliği Dergisi kendisine sayfa ayırarak bazı anılarını okuyucuları ile paylaştı. Paylaşım, sanırım sayfa darlığı nedeniyle noksan kalmıştı.

Bunları tamamlama sadedinde Hüseyin Maloğlu’nu “Bir de benden dinleyin” diye huzurunuza geldim.

* * * * * * * *
Zündap Hüseyin’in Gençlerbirliği’nde forma giydiği yıllarda onun yedeği idim. Sonra kendisi ile futbol hakemliğinde meslektaş olduk. Ailelerimiz arasında sıkı bir aile birliği oluştu. Futbol hakemliği seminerlerinde Maloğlu ile aynı odalarda kalır, haftada üç-dört gün de aile beraberliklerimiz olurdu.

Gençlerbirliği 1940’lı yıllarda özel bir karşılaşma için Kayseri’den davet almıştı. Maç sonrası Gençlerbirliği’nin yollukları ödenmedi. Gerekçe ise hasılat alamamışlar.

Kayseri’nin Zülküf adında ağır çekim bir boks şampiyonu varmış.

Sol bek Hüseyin Bey’den gösteri maçı yapması için ricada bulunmuşlar.

Çaresiz iki boksör ringe çıkmış. Zülküf’ün yumrukları havayı dövüyor. Maloğlu’nda yumruk ne gezer!

Amma boşluğunu yakalayınca öylesine bir yumruk salladı ki Maloğlu, Zülküf nakavt… Ancak hastanede kendine gelebildi. Boks maçı sonrası Gençlerbirliği’ne ekstra yolluk ödendi.

Nedenmiş o?

Kayseri halkı Zülküf’ten yaka silkiyormuş da!

* * * * * * * *
Hüseyin Maloğlu, 19 Mayıs Stadı’nda maç yönetiyor. Gol sonrası “Ofsayt!” diye tepki aldı.

Tepkiler üzerine, elini “Güneşten göremedim” anlamında gözlerine siper edince, tribünler kahkahadan inledi. Güneş, Maloğlu’nun gözlerine siper ettiği yönden değil, arkadan geliyordu!

* * * * * * * *
İzmir’de mayıs ayı seminerinde idik. Seminer açık havada yapılıyordu. Seminer hocası rahmetli Muvahhit Afir, “Top köşe gönderine çarptı, onu devirerek taç hattından oyun dışı oldu. Ne karar verirdiniz?” diye soruyu Hüseyin Maloğlu’na yöneltti. Maloğlu uyukluyordu. Soruyu duymamıştı bile. Dirsek teması komşusu, hınzır oğlu hınzır Nejat Şener ortaya bir “Penaltı” sözcüğü fırlattı. Maloğlu soruyu “Penaltı” diye cevaplayınca, Nejat Şener kaçar, Maloğlu kovalar. Diğerleri de onların peşine düştü. Seminer toz duman olmuştu.

* * * * * * * *
Maloğlu o akşam hanımı ile birlikte yemeğe gelecekti. Maloğlu Yenimahalle’de, ben Emek’te oturuyordum. Kendilerini karşılamak üzere çıktım kapının önüne. Zündap Hüseyin geldi. Hem de Zündap motoru ile… “E Hüseyin, hanımı getirmedin mi?” diye sormamla birlikte Maloğlu, Zündap’ı öyle bir gazladı ki…

Sonra döndüler eşi ile birlikte… Meğer ki, Akköprü yakınlarındaki dekovil hattından geçerken motor zıplama yapınca hanım motordan uçmuş! Uçmuş da Maloğlu’nun gıkı bile duymamış. Hanımı, yakındaki karakola almışlar, sarmışlar sarmalamışlar.

O yemek öylesine zevkli ve neşeli geçmişti ki…

Veli Necdet Arığ (KIRMIZI-BEYAZ, 14-20 Haziran 2004)