1 Aralık 2007 Cumartesi

GECEKONDU İLE SAATLİ BİRBİRİNE KIRMIZI-SİYAH ÇEKERKEN AYAĞA KALKAN MARATON (6 EKİM 2003)

Uvertür – Kocaoğlan’ın Tedavisi, Ufaklığın Kıskançlığı, Maça Hareket

Konyaspor maçının oynandığı gün bizim Kocaoğlan’ı teşhis ve tedavi için Batıkent’teki Televizyon Hastanesi’ne yatırmıştım. Kocaoğlan iki hafta hastanede kaldı ve bu arada geçirdiği ağır bir organ nakli ameliyatı ile kendisine ölü bir televizyondan alınan vertical entegre takılarak hayata döndürüldü ama teletekstini kaybetti. Yani bundan sonraki yaşamına teletekstsiz olarak devam edecek. Neyse, hayatta ya buna da şükür!... Bu arada -hay canını albızlar alsın!- Ufaklık da Kocaoğlan'ı kıskanmış olacak ki Perşembe günü aniden rahatsızlandı ve onu da aynı hastaneye kaldırdık. Dolayısıyla “Kurtlar Vadisi”nin Perşembe akşamı yayınlanan bölümünü seyretmekten mahrum kaldık. Laz Ziya’nın ne yaptığı, Tombalacı’nın şimdi hangi tezgahları kurma peşinde olduğu, Testere Necmi’nin Tombalacı’ya yardımcı olup olmayacağı, kızkardeşi öldürülen Çakır’ın Tombalacı’ya ne gibi iyilikler düşündüğü, Polat’ın sevdiği kız Elif'e biraz daha yaklaşıp yaklaşamayacağı, Memati’nin (yoksa Nemati mi?) bundan sonra da Çakır’ın sağ kolu olmaya devam edip etmeyeceği, ikide bir bacağından kurşunlanan Deve Tuncay'ın halinin ne olacağı gibi çok mühim ve hayati sorulara da bir cevap bulamadık ama olsun, nasıl olsa tekrarı yayınlanır. Evet, Ufaklık da Cumartesi günü ağır bir horizantal entegre nakil ameliyatı geçirdi ve sağlığına kavuştu. İkisinin de sosyal güvenliği olmadığı için tedavileri biraz tuzluya patladı ama değdi doğrusu!... Neyse uzatmayalım, bizimkileri kendisiyle her zaman gurur duyduğum full mekanik arabama yerleştirdiğim gibi Adanaspor maçından önce hem saat 18.00’de stadın önünde buluşacağımız Emre 82’nin Babası’nı beklemek hem de 19 Mayıs Dış Sahadaki amatör süper lig maçına yetişmek için telaşla yola koyuldum.

Allegro Stadetto – Stadın Önünde Pinekleme

Stadın önüne geldiğimde maalesef amatör maç bitmişti. Artık havalar erken karardığından amatör maçları erken saate almışlar. Buna üzüldüm ama kimseye belli etmedim, hoş zaten stadın önünde üzüntümü belli edecek kimse de yoktu ya!… Stadın çevresinde in-cin top oynuyordu. Gözlerim, geçen Çarşamba günü Blackburn Rovers maçında stadın önünü ana-baba gününe çeviren Ankaralı futbolseverleri aradı ama nafile… Bilet fiyatlarını merak ederek gişelerin yanına yaklaştım: Kale Arkası 5 Milyon, Maraton 10 Milyon, Kapalı 20 Milyon… Hımmm… Kulüp bilet fiyatlarını yine yüksek tutmuş… Stadın önünde kimse olmadığı için kendi kendime acaba bilet fiyatları bir de 2-5-7 Milyon olarak belirlense seyirci sayısında biraz artış olur mu diye sordum ama cevabını bulamadım…

Bu arada, stad gişelerinin önünde bedava dağıtılmakta olan “Pusula SPOR” adlı haftalık spor gazetesinden alarak bir köşeye çekilip merakla okumaya başladım. İnanın, içerik olarak Hürriyet, Milliyet, Sabah gibi anlı şanlı gazetelerimizin Ankara’ya ayırdıkları spor sayfalarından çok daha doyurucu bir spor gazetesi bu… Gençlerbirliği’nin UEFA Kupası ve lig maçları, Ankaragücü’nün lig maçı, ikinci ve üçüncü liglerdeki Ankara takımlarının maçları, Voleybol Milli Takımının maçları, Ankara Amatör Spor Kulüpleri Federasyonu seçimleri, Basketbol 2. Ligi ile Ankara Amatör Küme maçları ve puan durumları, Teoman Yamanlar’ın uzun bir yazısı bu 16 sayfalık gazetede yer alıyor. Örneğin Ankara Amatör Süper Liginde Pursaklar Belediyesi’nin 7 maçta 17 puan ile lider olduğunu bu gazeteden öğrenmiş oldum. Ve okurken zamanın nasıl geçtiğini anlamadım. Bu gazetedeki haberlerden ve yazılardan aldığım keyiften de hareketle Alkaralar.Com sitesinde de hiç olmazsa Ankara Amatör Küme maç sonuçları ve puan durumlarına yer verilmesi (ki Ankara İl Müdürlüğünden temin etmek mümkün) hem amatörlere hem de Ankara futboluna hak ettiği ilgiyi göstermek açısından yararlı bir hizmet olur diye düşünüyorum.

Neyse, artık acılı Adana'mızı yemek ve yanında da soğuk şalgamımızı içmek için stada girebiliriz. Çünkü biz bir taraftar arkadaşla sohbet ederken Emre’nin Babası da karşıdan göründü. Bu arada Genç Taraftar da babasıyla birlikte yanımıza geldi ve babası bir işi çıktığı için maça gelemeyeceğini söyleyip Genç Taraftar’ı bize emanet ederek staddan ayrıldı. Biz de kombinelerimizi cüzdanlarımızdan keyifle çıkararak görevliye verip turnikeye girdik. Daha sonra her zaman olduğu gibi polis arkadaş önce şöyle bir üzerimizi aradıktan sonra sigara kullanıp kullanmadığımı sordu. Kullanmadığımı söyleyince: “O zaman çakmağınız da yoktur zaten” deyip içeri bıraktı. İçeri girdiğimizde tahmin ettiğimiz bir manzara ile karşılaştık: Stad bomboştu!… Oysa geçen Çarşamba günü her şey ne kadar güzeldi. Bilet bulmakta ve stada girmekte çok büyük zorluklar çekmiş ve kombine biletim sayesinde bana verilen Gecekondu bileti ile itiş-kakış içeri girebilmiştim ama stadyumdaki seyircileri gördüğümde çektiğim bütün sıkıntılar yerini zevk ve neşeye bırakmıştı. Adanaspor maçında Saatli Kale Arkası’nın öğrencilere bedava yapılması orada hatırı sayılır bir taraftar kitlesinin oluşmasını sağlamış görünüyordu ve bu genç arkadaşların tezahüratları da oldukça güzel ve etkileyiciydi. Bundan sonraki haftalarda sayıları artarsa daha da iyi olacağı kanaatindeyim. Ancak şunu da tekrarla belirtmekte yarar görüyorum ki Blackburn Rovers maçında tribünlerin dolması nasıl başarıldıysa lig maçlarında da benzer uygulamalar yapılarak stada seyirci çekilmesinin zamanı geldi de geçiyor bile…

Allegro Maratonetto – Maratonum Ayağa

Saat 19.00… Orta hakemliğini Sabit Hacıömeroğlu, laynsmenliklerini yani yancılıklarını Serdar Diyadin ve Mete Kalkavan’ın yaptığı Gençlerbirliği–Adanaspor maçı nihayet 0-0 başladı. Gençlerbirliği, Gecekondu, Saatli ve Maraton’un ortasındaki taraftarların müthiş desteğini de arkasına alarak bastırmaya başladı. Bunun üzerine, oyuna 3-5-2 taktiği ile başlamış olan Adanaspor Teknik Direktörü Yılmaz Vural hemen bir taktik değişikliğine giderek oyunu dar alanda sıkıştırmak için takımın düzenini 6-3-1’e çevirdi. Ersun Hoca bu durum karşısında hemen 2-3-5 düzenine girerek oyunu Adanaspor yarı sahasına yıkmayı ciddi bir şekilde benimsedi. Nitekim oyun da Adanaspor yarı sahasına büyük bir gürültüyle yıkıldı ve ortalık bir anda toza bulandı. Üstü başı toz içinde kalan Yılmaz Hoca bu hamle karşısında çok bozuldu; bir yandan üstündeki tozları temizlerken bir yandan da fillerini, pardon beklerini kontraya çıkararak hücum gücü sağlamak amacıyla derhal 3-5-2’ye döndü. Bu hamle Ersun Hoca’yı hiç şaşırtmadı. O da hemen orta sahada baskı uygulamak amacıyla 3-6-1 moduna girdi. Yılmaz Hoca bu hamleyi hiç beklemiyordu, şimdi ne yapacağım diye düşünürken Gençlerbirliği yüzde yüz (doksan dokuz değil) gol pozisyonlarından yararlanamadı. Bu arada Yılmaz Hoca, defansta kapılan topların kontratak ile ileriye servis edilmesi ve bu noktada Necati’yi topla buluşturarak gol bulma düşüncesi içinde 4-4-2’ye döndü. Ersun Hoca hiç beklemediği bu hamle karşısında çok bozuldu ama yanındakilere hiç belli etmedi ve tekrar 3-5-2’ye dönerek Yılmaz Hoca’nın hamlesini boşa çıkarmak istedi. İşte bu arada Necati’nin bir şutu direkten döndü, bir şutunda da top doksan diye tabir edilen yerdeki örümcek ağını da alacak şekilde kaleye giderken Damir çok spektaküler bir hareketle kale arkasındaki foto muhabirlerine de poz verircesine uçarak topu kornere tokatlamayı başardı. İşte ilk yarı böyle tam bir taktik savaşı şeklinde devam etti. Yani ilk yarının teknik bakımdan bir analizini yapacak olursak: Yılmaz Hoca: 3-5-2, Ersun Hoca:3-5-2; Yılmaz Hoca: 6-3-1, Ersun Hoca:2-3-5; Yılmaz Hoca:3-5-2, Ersun Hoca:3-6-1; Yılmaz Hoca:4-4-2, Ersun Hoca:3-5-2 vesaire vesaire olarak ifade etmek mümkün. Nitekim bu taktik savaşının bir galibi olmadı ve devre 0 – 0 sona erdi. İlk yarıda Gecekondu ve Maratonun Ortası Korosu hiç susmadılar ve üzerlerine düşeni fazlasıyla yaptılar. Saatli ise zaman zaman güzel tezahüratlar yapmakla birlikte zaman zaman da taktik gereği tribünün çeşitli yerlerine dağıldı. Bu arada yanımızda sıkılan ve Emre’nin Babası’yla yaptığımız eski tip tezahürata ayak uyduramayan Genç Taraftar da ilk yarının sonlarına doğru aşağı inerek aralarında Semerkaw ile bizim sitenin yürütücülerinden Bülent'in de bulunduğu Maraton Korosuna katıldı.

İkinci yarı yine bir taktik savaşı içinde başladı. Gençlerbirliği, Serkan’ın yerine oyuna giren Veysel’in 54. dakikada attığı gol ile 1-0 öne geçince Yılmaz Hoca derhal oyun düzeninde değişikliğe gitti ve dar alanda kısa paslaşmalarla rakip sahada atak başlatma düşüncesi içinde 2-2-6 gibi bir dizilişi benimsedi. Ersun Hoca da bunu görünce 3-4-3 dizilişine geçti ve Adanaspor defansının boş bıraktığı alanlara sızma harekatı başlatma düşüncesiyle forveti bir kişi daha artırmış oldu. Nitekim bu hamle derhal meyvesini verdi ve 69. dakikada Ali Tandoğan’ın kaleye paralel ortasında demarke vaziyette topa ayak koyan Veysel Gençlerbirliği’nin ikinci golünü kaydetti. Yılmaz Hoca bu durum karşısında ne yapacağını düşünürken 73. dakikada Youla ile verkaça giren Skoko plase bir vuruşla topu ağlara gönderince durum 3-0 oldu. Buna çok bozulan Yılmaz Hoca, yeni bir taktik diziliş belirlemek yerine, teknik adamlara ayrılmış alandaki atletizm pistinde tepinerek yerleri yumruklamaya başlamıştı ki 76. dakikada Filip’in arka direğe ortaladığı topa demarke vaziyetteki Ali Tandoğan dokundu ve durumu 4–0 yaptı. Yılmaz Hoca da bu golden sonra oyuna ve oyuncularına küstüğü için yeni bir taktik ve takım dizilişine gitmedi. Tabii biz de tribünlerde coşmuştuk. Maç tadından yenmez bir hale gelmişti. Neşemiz yerindeydi. O neşeyle Emre’nin Babası: “HER YERDE İNLESİN GÜRLEYEN SESİN, ANKARA YILDIZI GENÇLERBİRLİĞİ!” marşına başlayınca önce ben, arkasından da Maraton Korosu büyük bir istekle marşa katıldı. Ve bu arada Maraton Korosunun özel isteğini kırmayarak “BİR BABAHİNDİ”ye başladık. Maraton Korosu “Bİ DAHA… Bİ DAHA…” diye istekte bulununca bir kez daha keyifle tekrar ettik. Arkasından da “BEŞ… BEŞ… BEŞ… BEŞ…” diye tezahüratta bulununca futbolcular da bu isteğimizi tabii ki kıramazdı. Nitekim 83. dakikada Adanaspor ceza sahasında topla buluşan Veysel literatürde “kepçeleme” diye tabir edilen bir vuruşla (ki kepçeleme voleybolda yasaktır ama futbolda yasaklanmamıştır) beşinci golü de attı ve hattrik yaptı... Maçın sonlarına doğru, hala doymamış olan Veysel, bizim “ALTI… ALTI… ALTI… ALTI…” diye bağırmadığımız ve altıncı golü istemediğimiz bir anda Ali Tandoğan'ın sağdan ortasına demarke vaziyette uçarak vurduğu kafayla topu Gençlerbirliği’nin altıncı golü olarak ağlara gönderdi ve böylece sahalarımızda ender rastlanacak şekilde “DÖRTTRİK” yapmış oldu. Tarafların ve özellikle Adanaspor’un bundan sonraki çabaları skoru değiştirmeye yetmeyince maç Gençlerbirliği’nin 6–0 galibiyetiyle nihayete erdi.

Allegro Hakemetto – Bir Sarı Kartın Hikayesi

Bir hakem bir futbolcuya sarı ya da kırmızı kart göstermeden önce neler yaşandığını, birbirlerine neler söylediklerini ve hakem ile futbolcunun bu noktaya nasıl geldiğini çok merak ettiğim için, bir yandan maçı seyrederken bir yandan da olayların öncesi, sonrası ve perde arkasını da izleyip tespit etmeye çalışırım.

İşte Adanasporlu Necati’nin gördüğü sarı kartın öncesi, sonrası ve perde arkası: Durum 4–0 iken Gençlerbirliği yarı alanında topla buluşan Adanasporlu Necati hızla ceza sahasına yöneldi. Bu arada Youla görev bölgesi olan Adanaspor yarı alanından koptu geldi ve Necati’ye literatürde faul olarak adlandırılan sert bir müdahalede bulundu. İkisi de yere yuvarlandılar ama hemen ayağa kalktılar. Canı çok acıyan Necati, Youla’nın üstüne yürüdü. Gençlerbirliği ve Adanasporlu bazı futbolcular da bir tatsızlık çıkmaması için onları ayırmak üzere olay mahalline doğru hareket ettiler. Hakem Sabit Hacıömeroğlu da görevi gereği hızla olay mahalline doğru hareketlendi; pozisyona oldukça uzak kalan bir yerden koşarak geldiğinden iki oyuncunun yanına vardığında nefes nefeseydi. Biraz soluklandıktan sonra Necati ve Youla’ya dönerek konuşmaya başladı. Önce Necati, arkasından da Youla elleri belinde cevap vermeye yeltenince Hakem çok kızdı ve kızgınlığını da el, kol ve dil hareketleriyle açık ve seçik bir şekilde gösterdi.

İşte aralarında geçen konuşmalardan bazı enstantaneler:

HAKEM: Ne oluyor burada beyler?

NECATİ: Hocam görmüyor musunuz? Adam ileride oynadığı halde kendi yarı sahasına kadar koşup benim ayağımdaki hakkım olan topu sertlikle almaya çalışıyor. Bu takımın defansı yok mu? Benim ayağımdaki topun tasası ona mı düştü?

YOULA: Hocam, ben ileride oynuyor ama boş kalıyor ne zaman ben, geliyor geri, top çalıyor rakipten, yardım ediyor arkadaşlara. Bu sefer sert oldu biraz benim giriş rakibe ama yok kasıt…

HAKEM: Beyler, indirin ellerinizi belinizden!... Şu anda müsabakanın orta hakemi ile konuşuyorsunuz. Bana bakın, burası güreş minderi ya da boks ringi değil, futbol sahası tamam mı? Dolayısıyla da futbol oynamak için buradasınız. Sizden bunun bilinci içinde hareket etmenizi istiyorum. Eğer bir daha böyle birbirinizle itişmeye devam ettiğinizi görürsem hiç tereddüt etmeden ve gözünüzün yaşına bakmadan gerekeni yaparım ve ikinizi de direk kırmızıyla dışarı atarım. Bundan sonraki karar kendinize aittir ve gerisini kendiniz bilirsiniz. Ayağınızı denk alın. Ben “gördüğünü çalan” bir hakem olarak uyarı görevimi yerine getirdim. Bana göre hava hoş. Olan size olur. Ceza Kurulundan en az ikişer maç ceza alırsınız ve dolayısıyla da bundan sonraki iki maçta oynayamayarak hem takımınızı yalnız bırakmış olur hem de maç başına paradan ve galibiyet priminden mahrum kalırsınız. Profesyonel futbolcu olarak bunları sizin düşünmeniz lazım, benim değil. Bu işi meslek olarak yani para için yapıyorsunuz beyler! Amatör futbolcular gibi hareket etmek size hiç yakışıyor mu? Maçın bundan sonraki dakikalarında gözüm üstünüzde olacak. Sizleri iyi birer profesyonel olarak görmek istiyorum. Şimdi birbirinizle tokalaşın ve profesyonelliğin gereğini yerine getirin. Hadi bakalım!…

ALİ TANDOĞAN: Sayın Hocam, arkadaşım Youla iyi Türkçe konuşamadığı için, siz konuşurken onu buradan uzaklaştırdık ama kendisinin bana verdiği vekaletle sizi ben dinledim ve söylediklerinizi Youla’ya aynen aktaracağımdan emin olabilirsiniz. Ayrıca tabii ki bu olay benim çalışma bölgemde meydana geldiği için Necati ile de ben tokalaşıp barışacağım. Diğer yandan Hocam, biz maç içinde sizin otoritenize sıkı sıkıya bağlıyız ve otoritenizi sarsmaya yönelik her hangi bir hareketimiz olmayacaktır. Bu konuda sizi temin ederim. Şunu açık ve seçik bir şekilde ifade ediyorum ki Hocam, maçın bundan sonraki dakikalarında sadece oyunumuzu oynayacağız. Böylelikle sizin işinizi zorlaştırmak yerine aksine kolaylaştırmak için elimizden geleni yapacağız. Bundan emin olabilirsiniz. Eğer bundan sonra şimdi size söylediklerimin dışında hareket edersek vereceğiniz her türlü karara saygılı olacağız ve itiraz etmeyeceğiz.

HAKEM: (Kafasını sallayarak) Anlıyorum. Teşekkür ederim canım. Çok anlayışlısın.

NECATİ: Hocam, bana sert giren Youla ama burada konuşan Ali Tandoğan! “Gördüğünü çalan bir hakemim” diyorsun ama Youla’yı gözünün önünde olay mahallinden uzaklaştırıyorlar ve sen bunu görmemezlikten geliyorsun. Ayrıca benim menfaatlerimi hiçe sayar bir yaklaşımla Ali Tandoğan’ı muhatap kabul edip ilgiyle dinliyorsun ve üstelik bir de teşekkür ediyorsun. Kusura bakmayın ama bunu protesto ediyorum!

HAKEM: Yeter Necati, fazla ileri gidiyorsun ve kırıcı oluyorsun! Üstelik elinde hiçbir delil olmadığı halde beni bazı şeyleri görmemezlikten gelmekle itham edip düpedüz iftira atmaktan çekinmediğin gibi bir de bana “SEN” diye hitap etme cüretini gösteriyorsun. Bu kadarına dayanamam ve seni böyle konuşmaktan men ederim. Aslında her zaman futbolcuları oyunda tutmaya çalışırım ve zırt pırt kart göstermekten hoşlanmam ama saç biçimin, sözlerin ve davranışların beni çileden çıkardı. Şu elimde gördüğün kimyayı, pardon sarı kartı aklının başına gelmesi için sana açık ve seçik bir şekilde gösteriyorum. Bu sana son ikazımdır!

NECATİ: Yani Hocam, şimdi suçlu biz mi olduk?

HAKEM: Böyle davranırsan evet! Oldukça uzakta olmama rağmen sadece bir faulden ibaret olan ve kart gerektirmeyen pozisyonu görüp anında faulü verdiğim halde daha fazlasını istiyorsun ve bunun için de olayı olduğundan fazla büyütüp iki saattir vıdı vıdı ediyorsun... Neyse, canım çok sıkıldı yahu! Elim, ayağım titriyor. Atın kardeşim şu faulünüzü de oyun başlasın artık!

Bu konuşmadan sonra, sarı kart gören ve buna canı çok sıkılan Necati, faul atışından gelecek topu beklemek üzere kös kös Gençlerbirliği ceza sahasına doğru yürümeye başladı… Protestosunu devam ettirdiğini göstermek için de işi yavaşlatma eylemi başlattı ve zorunlu kalmadıkça bir daha topa girmedi.

Adagio Folluquetto – Gençlerbirliği Forvetinin Adanaspor Kalecisi ve DefansI Karşısındaki Çaresizliği

Benim maç sırasındaki gözlemlerime göre sahanın yıldızı Adanaspor kalecisi Murat’tı! Öyle ki Murat, defanstaki arkadaşlarıyla mükemmel bir uyum sağlayarak ve adeta kalede panterleşerek Gençlerbirliği’nin golcülerine göz açtırmadı. Defanstaki futbolcular da mükemmel kapanarak ve yerinde müdahalelerde bulunarak Gençlerbirliği’nin golcü futbolcularını çaresiz bıraktılar. Öyle ki Gençlerbirliği'nde Veysel, Ali Tandoğan ve Skoko dışındaki futbolcular gol atamadıysa ve Adanaspor da folluk olmadıysa, bunda esas olarak Kaleci Murat’ın ve Adanaspor defansının goller hariç pozisyonlarda çok başarılı ve uyumlu olmalarının payı büyüktü!

Gençlerbirliği kalecisi Damir ise Gökhan’ın Konyaspor maçında yaptığını yapmadı ve maç 4-0 devam ederken zamandan çalmadı. Dolayısıyla Hakem Sabit Hacıömeroğlu da gördüğünü çalan bir hakem olarak zamandan çalmayan Damir’e sarı kartını gösterme ihtiyacını hissetmedi!

İşte öncesi, sonrası ve perde arkası olaylarıyla Gençlerbirliği-Adanaspor maçı!

Ankara, 6 Ekim 2003
Alıntı: YENİLSEN DE YENSEN DE-Necdet Özkazancı (Nisan 2004)

Hiç yorum yok: