1 Aralık 2007 Cumartesi

MEMLEKET SAAT AYARI, BİR TEPSİ BAKLAVA VE MARS’IN GÜLÜMSEYİŞİ (12 EYLÜL 2003)

Uvertür

Memleket saat ayarı nedir?..

Televizyon ve bilgisayarın olmadığı , dolayısıyla da televizyon ve bilgisayar neslinin de daha dünyaya “Merhaba!” demediği, halkın haberleri rotatif baskılı gazetelerden okuduğu ve radyodaki ajanslardan aldığı, “Yurttan Sesler” ve “Mikrofonda Tiyatro” gibi hit programlarla eğlendiği, Hacettepe, PTT, Şekerspor, Demirspor, Gençlerbirliği ve Ankaragücü’nün 1. ligde oynadığı, takımların deplasman masraflarını azaltmak için Cumartesi günü bir maç oynadıktan sonra aynı şehirde ertesi gün de başka bir takımla daha maç yaparak kentine döndüğü, çikletlerden İstanbul takımlarının futbolcularının yanı sıra Fikri Elma, Zeynel Soyuer, Ertan Adatepe gibi Ankaralı şöhretlerin resimlerinin de çıktığı ve bu resimlerin özenle biriktirilip para gibi ceplerde taşındığı o kadim zamanlarda radyodaki 19.00 ajansı aynı zamanda memleket saat ayarıydı. Saat tam 19.00’da radyoda gong yedi kez vurduğunda ailenin büyükleri saatlerini 19.00’a ayarlar, kurumu bitmişse özenle kurar, daha sonra da günün haberlerini dinlemeye koyulurlardı. Tabii o zamanlarda Belçika ya da Hollanda TRT’sinin de aynı şekilde çalışıp çalışmadığını bilmiyorduk Gerçi Avrupa’daki ecnebi memleketlerinde radyonun resimlisinin de çıktığı söylentileri de sık sık sohbetlere konu oluyor ama bir insanın radyonun içine nasıl girebileceğini aklımız bir türlü almıyordu.

Allegro

Dün akşam, önceden tahmin ettiğim gibi saat tam 18.00’de bizim memleket saat ayarı yani Emre 82’nin Babası aradı: “Yahu babadostu, ben aramasam ne arayacağın var ne de soracağın. Önce, takıma antrenman ziyareti yapıp Temelli kavunu ya da baklava ikram ederek Bursaspor maçı için moral verelim diye forumda topik açıyorsun, bizim oğlan gibi gencecik çocukların kanına girip bir heyecan kasırgası estiriyorsun, hatta Alkaralar yürütücülerini de araya sokup konuyu bir de ana sayfaya taşıtıyorsun, ondan sonra da saat 18.00 olmuş hala dükkanda yan gelmiş pinekliyorsun. Kalk, kapat dükkanı da çıkalım, saat 18.30’da tesislerde olmamız lazım, ancak yetişiriz!” diyerek sıkı bir fırça attı.

Ben hemen savunmaya geçtim:”Dur teyzeminoğlu, hemen kızma. Ben forumda da Emre’ye cevap yazdım, foruma fazla girmediğin için bilmiyorsun. Sen nasıl olsa memleket saat ayarı gibi saat 18.00’de ararsın diye demarke vaziyette bekliyordum. Ben hazırım, hadi çıkalım” dememle birlikte, antrenmana yetişmek için dükkanı kapattığımız gibi soluğu tesislerde aldık.

Tesislerin en sevdiğim yönü, biliyorsunuz park yerinden bol bir şey olmaması… Üstelik dün yağan ve bir çok trafik kazasına sebebiyet veren o müthiş sağanak yağmur bu park yerine sanki hiç uğramamış, yerler kupkuru…

Neyse, Emre’nin Babası yarı otomatik arabasını, ben de full mekanik arabamı her zaman olduğu gibi büyük bir rahatlıkla ve keyifle park yerine bıraktıktan sonra hızlı adımlarla antrenman sahasına yöneldik.

Allegro Mondo

Tesadüf bu ya, idare binasının önünden geçerken stada gitmekte olan Genel Koordinatör Ufuk Bey ve Halkla İlişkiler Sorumlusu Emrah Bey ile karşılaşınca ayak üstü küçük bir sohbet yaptık.

Ufuk Bey geçen Perşembe günü tesislerde katıldığımız toplantıyı anlatan ve gündeme bir hidrojen bombası gibi düşen yazımdan dolayı biraz sitem ederek, toplantıda görüşülen konuları 65 Milyon’a sızdırmama üzüldüğünü söyleyince ben de artık sitenin ana sayfasında yazan bir gazeteci-yazar olarak 65 Milyon’a hitap eden sitenin kamu oyuna karşı sorumluluklarım olduğunu ve görüp tanık olduğum olayları yazmadan edemeyeceğimi kısa, öz, açık ve seçik bir şekilde belirttim. Ben bunları söylerken, yakınımızda bulunan tesislerin güvenlik görevlisi de meraklı bakışlarla bizi kesiyordu. Bu arada Emre’nin Babası, Ufuk Bey’e Blackburn Rovers maçının bilet fiyatlarını sordu. Ufuk Bey de “Çok net bir biçimde penaltı!”, pardon bir yerlerden aklımda kalmış olan patenti Erman Hoca'ya ait bu cümle bir yanlışlık sonucu yazıya karıştı. Kusura bakma Erman Hoca!... Evet, şimdi düzeltiyorum: Ufuk Bey, çok net bir biçimde "5 – 10 – 50” cevabını verdi. Ben, “Bu, bizim önerdiğimiz rakamın tam iki katı. Keşke 1.25 – 2.50 – 5 diye önerseydik” diye hayıflanınca, Ufuk Bey “Sizi hınzırlar sizi!” dercesine gülümseyerek stada gitmek üzere veda etti.

Allegro Moderato

Ufuk Bey’i stada uğurladıktan sonra antrenman sahasına geldiğimizde müthiş bir manzara ile karşılaştık. Çoğunluğunu gençlerin oluşturduğu dev bir taraftar topluluğu bir araya gelmiş, antrenman sahasını çevreleyen tellerin arasından zevkle antrenmanı seyrediyordu. Tahminen 5600, pardon 560, yok yok 56, hayır hayır 5-6 kişilerdi!... Ybilgutay ve arkadaşı, Nightfall, Gazeteci Kıvanç Koçak, www.alkaralar.com’un yürütücülerinden Barış ve futbolculara ikram etmek üzere yanlarında getirdikleri bir (karton) tepsi baklava!… Bizim Emre ise aralarında yoktu. Tanışma faslından sonra birkaç arkadaş Emre’yi sorunca, Emre’nin Babası oğlunun önemli bir işi çıktığını söyledi. Ben bu işin ince bir iş olduğunu tahmin ettim ama pek sesimi çıkarmadım. Ne de olsa gençlik, olur böyle işler. Fazla takılmamak lazım!...

Gazetelerden okuduğum haberlere göre Bursaspor Teknik Direktörü Hagi, hafta içinde futbolcularına “İstasyon Çalışması” yaptırmış. Yani bizim Emre’nin Babası’nın “Terminal Çalışması” dediği antrenman… Baktım Ersun Hoca’nın yaptırdığı antrenman da “İstasyon Çalışması”na benziyor. Birden içimden Emre’nin Babası’na takılmak geldi: “Usta, o senin geçen gün dediğin terminal çalışması var ya, onun doğrusu istasyon çalışmasıymış” diye bir zarf attım. Ben ondan: “Ne istasyonu hoca. Lalahan İstasyonu mu yoksa?” gibi yaratıcı bir espri yapmasını beklerken, bizimki: “Ha terminal ha istasyon, aynı şey, ne fark eder!...” diye serteldi. Sitenin yürütücüsü Barış da terminal ile istasyonun aynı şey olduğunu son derece teknik bir şekilde söyleyip Emre’nin Babası’na arka çıkınca bana da susup konuyu kapatmaktan başka yapacak bir şey kalmadı.

Allegro Konşimento

Nerede kalmıştık? Evet, bizim de olay mahalline gelmemizle tam 7 kişilik dev bir taraftar topluluğu belirgin bir şekilde ortaya çıktı. Emre’nin Babası: “Hadi arkadaşlar, içeri girelim” deyince, açık kapıdan hep birlikte antrenman sahasına girdik. Dediğim gibi, futbolcular istasyon çalışması yapıyorlardı ve dolayısıyla da ne “takımdan ayrı düz koşu” ne de “dar alanda kısa paslaşmalar” yapan vardı.

Baklavayı antrenmandan sonra ikram edeceğimiz için, antrenmanın bitmesini beklerken koyu bir sohbete koyulduk. M’Bayo’nun darbesi sonucunda kaptan Ümit’in iki dişinin kırılması, her hafta Radikal Futbol Dergisinde ikinci ligi değerlendiren yazılarını zevkle okuduğum ve aynı zamanda iyi bir Şekersporlu olan Kıvanç Koçak ile ikinci lig ve Şekerspor’un durumu gibi konularda yaptığımız sohbetler gerçekten keyifliydi.

Bu arada, tesislerin güvenlik görevlisi olduğu belli olan ve Ufuk Bey ile konuşurken bizi izleyen şık üniformalı arkadaş görev bilinci içinde kendinden emin adımlarla yanımıza geldi ve taraftarların saha dışına çıkması gerektiğini duru bir Türkçe ile ifade etti!... Biz tabii ki: “Niçin çıkıyor muşuz?” diye sorunca, eleman, Emre’nin Babası ile bana dönerek: “Siz değil beyefendi, bu arkadaşların çıkması gerekiyor. Siz gazetecisiniz, kalabilirsiniz!” cevabını verdi. Bunun üzerine sitenin yürütücülerinden Barış beni göstererek biraz da öfkeli bir üslupla: “O gazeteciyse ben de onun patronuyum. Yani o içeride ben dışarıda mı kalacağım. Olmaz öyle şey!” diyerek elemana gözdağı vermeye çalıştı ama nafile… Çünkü talimat vardı. Taraftarların gazeteci patronu da olsa antrenmanı saha dışından, tel örgülerin arkasından seyretmesi gerekiyordu. İşte tam bu sırada Emre’nin Babası tüm karizmasıyla meseleye el koydu. Bizim tesislere geleceğimizden ve futbolculara baklava ikram edeceğimizden yöneticilerin haberi olduğunu, dolayısıyla sahadan çıkmayacağımızı son derece anlaşılır bir lisanla belirtip elemana yöneticilerle konuşmasını tembihledi. İnatçı (Alkara olur yani!) bir görev adamı olan bu arkadaş da tansiyonu yükselten ve ortamı geren bu önemli sorun ile ilgili olarak yeni talimatı almak üzere yöneticilerin olduğu bölgeye doğru seğirtti. Beş dakika kadar sonra geri döndüğünde yüzü gülüyordu ve sırtından büyük bir yük kalkmış gibi rahatlamış görünüyordu…

Bu arada futbolcular istasyon çalışmasından bıkmış olacaklar ki iki antrenman sahasının kapsama alanının çevresinde tur atmaya başladılar. Biz de tabii ki yanımızdan geçen futbolculara, M’Bayo olayından sonra özellikle M’Bayo’ya karşı “dişlik” takıp takmadıklarını sormayı ihmal etmedik.

Ve antrenmanın bu müstesna kısmında, huzurlarınızda “Arap kızı Tamara!”, pardon bu Tamara da nereden çıktı yahu! “Tamara, kızım, çık aradan. Sen bu yazının konusu değilsin. Seni başka bir yazıda anlatırım. Şimdi ait olduğun çadır tiyatrosuna geri dön!”

Evet, Tamara’yı gönderdikten sonra antrenmanın bu müstesna kısmında, önce iki arkadaşıyla Taraftarlar Derneği Başkanı Doğan Bey ve biraz sonra da sitenin diğer yürütücüsü Bülent geldi. Bülent’in gelmesiyle birlikte Barış’ın yüzü asıldı ve ortam birden gerildi. Başkan İlhan Cavcav’ı, fabrikasında ziyaret ederek www.alkaralar.com’a 1000 numaralı üye yaptıktan sonra Başkanın çakar çakmaz çakan Tokai marka çakmağını ve purolarını yürütme meselesinden dolayı aralarına kara kedi giren ve neyi paylaşamadıklarını bir türlü anlayamadığım bu iki yürütücü, daha bir gün önce 65 Milyon’un gözü önünde hem de sitenin ana sayfasında birbirlerine girmişler, birbirlerini Cavcav’ın Tokai çakmağını ve purolarını yürütmekle suçlamakla kalmayıp birbirleri hakkında söylemediklerini de bırakmamışlar ve ne kadar kirli çamaşırları varsa (ki yıkanmakla çıkması pek mümkün değil) ortaya dökmekten çekinmemişlerdi! Hatta bu yürütücü arkadaşlar o kadar ileri gitmişlerdi ki özellikle 40’lı yaşlarının sonuna doğru ancak fark edilip bir köşe sahibi olarak 65 Milyon’a hitap etme şansı yakalayan bendenizi de çok derinden etkileyebilecek şekilde siteyi “Öz Alkaralar.Com” ve “Hakiki Alkaralar.Com” diye ikiye bölme fikrini dahi ortaya atabilmişlerdi. Gerçi sitenin ikiye bölünmesinin beni fazla etkilemeyeceğini ve yüce menfaatlerimin hiçbir şekilde zedelenmeyeceğini öğrendikten sonra bayağı rahatladım ve ikisini de “ne halleri varsa görsünler” diyerek baş başa bıraktım ama yine de böyle gergin ortamlarda insan içinde ister istemez bir tedirginlik hissediyor, ne yaparsınız insanlık hali işte!... Antrenman sahasında da bu iki yürütücü arkadaş birbirlerine girmek için bahane yaratmaya ve hamle yapmaya çalıştılarsa da Emre’nin Babası ve ben araya girerek ikisini de yatıştırdık ve gazetelerde üçüncü sayfa haberi olabilecek muhtemel bir olayı da büyük bir başarıyla önlemiş olduk. Bunun için de kendimizi tebrik etmekten kendimi alamıyorum!...

Allegro Vesairetto

Neyse, işte nihayet antrenman bitti. Futbolcular bize doğru gelmeye başladılar. Biz de 11 kişiden oluşan dev bir taraftar topluluğu olarak bir yandan futbolcuları avuçlarımız patlarcasına alkışlarken bir yandan da müthiş bir tezahürata başladık. Öyle ki tesisler, alkışlarımız ve tezahüratlarımızla inliyordu ve binaların camlarının zangırdamaları da “ZANGIR… ZANGIR…”diye kulaklarımızı sağır edercesine yankılanıyordu! O anda iki yürütücü Barış ile Bülent bile aralarındaki kara kediyi kovup ellerini birbirlerinin omuzlarına atmış, neşe içinde zıplayarak "YENİLSEN DE YENSEN DE..." şarkısını söylüyorlardı.

Bu arada Nightfall, elindeki bir tepsi baklavayı futbolculara ikram etmeye başlamıştı bile. Baklava o kadar lezzetliydi ki bir tane yiyen futbolcu bir tane daha yemekten kendini alamıyordu. Ersun Hoca ve futbolcular bu müthiş alkış ve tezahürat dalgası ile baklava ikramından dolayı çok duygulanmışlardı. Fotoğraf makinesini bir sanatkar titizliğiyle kullanan Yetkiner Mayda, bu mutlu anları ölümsüzleştirmek için flaşları birbiri ardına patlatıyordu.

Hocaya ve futbolculara Bursaspor maçında başarılar dileyip bu baklava karşılığında yalnızca üç puan istediğimizi ve bundan başka bir isteğimiz olmadığını veciz bir şekilde belirttikten sonra birlik ve beraberliğe her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyduğumuz şu günlerde çok önemli ve zor bir görevin daha altından başarıyla kalkmanın huzuru ve mutluluğu içinde futbolcularla ve birbirimizle vedalaşıp, böyle keyifli etkinlikleri daha geniş katılımlarla yeniden düzenleme isteğiyle tesislerden ayrıldık. Emre’nin Babası Kıvanç Koçak ile birlikte yarı otomatik arabasına, ben de Barış ile birlikte full mekanik arabama bindiğimizde saat 20.00’ye geliyordu.

Hava artık kararmış, bulutlar da iyice dağılmıştı ve bu sırada doğu ufkundan yükselmeye başlayan Mars, tüm güzelliği ve yalnızlığı ile bize gülümserken, bir an için bana öyle geldi ki: “Dünyanız yine de düşündüğünüz ve sandığınız kadar kötü ve kokuşmuş değil. Yine de sistemin yaşanabilir tek gezegeni. Tüm insanlara, hayvanlara ve bitkilere fazlasıyla yetecek kadar yer var. Hayat aslında çok kısa, kıymetini bilin. Biraz da keyfini çıkarmaya bakın. Çok çalışın ama ne olur az aşının!” der gibi bakıyordu sanki...

Ankara, 12 Eylül 2003
Alıntı: YENİLSEN DE YENSEN DE-Necdet Özkazancı (Nisan 2004)

Hiç yorum yok: